02 Ekim 2014 00:26

Hangi özgürlük?

Hangi özgürlük?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Dünyanın her yerinde eğitim sistemleri, içinde var oldukları ekonomik-toplumsal sistemlerin ideolojisi, ihtiyaçları ve hedefleri neyi öngörüyorsa o doğrultuda biçimlendirilir. Başka bir ifade ile insanlar, hangi bilgiler, gerçekler ve değerler üzerinden biçimlendirilecekse, eğitim politikaları da o bilgiler ve değerlere uygun olarak oluşturulur.
Bir ülkede dini konular devlet üzerinde ne kadar güçlü bir etkiye sahipse, eğitim sistemi üzerinde de o kadar yönlendirici ve dayatmacı olması kaçınılmaz. Bu anlamda, Türkiye’de dinin eğitim üzerindeki etkisini, mevcut toplumsal-siyasal yapı ve iktidarın hedeflerinden ayrı düşünmek mümkün değil.   
Türkiye’de sisteme her yönden itaat edecek, sorgulamayan ve itiraz etmeyen nesiller yetiştirmek amacıyla eğitime dini içerik kazandırma uygulamalarının temelleri yıllar önce atıldı. 1980’li yıllardan itibaren eğitimde benimsenen Türk-İslam sentezi anlayışı ve zorunlu din dersleri uygulaması ile başlayan süreç, son 12 yılda atılan daha kapsamlı ve somut adımlarla iyice belirginleşti.
Türkiye’de uzunca bir süredir eğitim sisteminin dini kurallara göre düzenlenmesi yönünde önemli ve tehlikeli adımlar atılıyor. Eğitim sistemi dini kurallara göre, daha doğrusu “Tek din, tek mezhep” anlayışına göre baştan aşağı biçimlendiriliyor. Müfredat değişiklikleri sürecinde ders kitapları ve yardımcı kaynaklarda dini söylem ve ifadeler eklendi. Dini içerikli yayınlarıyla bilinen yayınevlerinin kitapları öğrencilere ücretsiz dağıtıldı. Otistik çocukların en çok ihtiyacı olan beden dersinin saati azaltıldı, yerine zorunlu din dersi konuldu. Din eğitimi okul öncesine hatta kreşlere kadar indirildi.
4+4+4 sonrasında ise zorunlu din derslerinin yanına üç tane “zorunlu seçmeli” din dersleri eklendi. Liselerde zorunlu olmak üzere, bütün okullarda mescit açılması ve son olarak kız öğrencilerin 9 yaşından itibaren okula başörtüsü ile gidecek olması, üstelik bütün bu uygulamaların “özgürlük” kavramı kullanılarak savunulması akıl alır gibi değil.
Okullarda öğrencilerin davranışları ve kılık-kıyafetlerinin bir dinin kurallarına göre belirlenmesine pedagojik ve psikolojik gerekçelerle itiraz edenlerin, “18 yaşından küçük ve reşit olmayan çocuklar kendi iradesi ile karar veremez, aile ve çevre baskısı belirleyici olur” diyenlerin “özgürlük düşmanı” ilan edilmesi, ülkede her şeyin baş aşağı durduğunun en somut kanıtı.
Özgürlük kavramı, her insanın zihninde benzer çağrışımlar yapıyor olsa da, söz konusu eğitim ve çocukların yetiştirilmesi süreci olunca konu daha da hassas hale geliyor. Özgürlük, kelime anlamı olarak “bağlı olmamayı”, “dışarıdan etkilenmemiş olmayı” “zorlanmamış olmayı” tanımlar. İnsanın kendi iradesi ile eylemde bulunabilmesi, dışarıdan etki ya da yönlendirme olmaması durumunda ortaya çıkar. Oysa burada tam tersi bir durum olduğu çok açık.  
Nasıl tanımlanırsa tanımlansın, söz konusu eğitim olunca, özellikle de kendi iradesi ile karar verme yetisi olmayan kız çocuklarının 9 yaşından itibaren okulda başını örtmesi söz konusu olunca, en temel pedagojik ve psikolojik gerçekler göz ardı ediliyor. Çocuğun ailesinin yönlendirmesi ile başını örtmesi “ebeveyn hakkı” gibi tamamen çarpıtılmış bir kavram üzerinden meşrulaştırılmaya çalışılıyor.
Bir ülkenin nasıl bir insan tipi yetiştirmek istediği, o toplumun ne yönde ilerleyeceğinin, gerçek anlamda özgür bireyler yetiştirmek istenip istenmediğinin en temel göstergesidir. Yıllardır çocukların zihinsel ve bedensel esaretini artıran, baskı ve dayatmayı dini içerikli liberal “özgürlük” safsataları ile meşrulaştırmaya çalışanlar ile bilimi rehber edinerek gerçek özgürlük mücadelesi yürütenler arasındaki mücadelenin ne yönde gelişeceği, hem çocukların hem de tüm toplumun geleceği açısından büyük önem taşıyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...