20 Mart 2013 12:40

Newroz ve 'barış'; Başkanlık ve demokrasi

Newroz ve 'barış'; Başkanlık ve demokrasi

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Diyarbakır/Amed Newroz’u, bir haftaya yayılan ve yüz binlerin coşkusuyla kutlanan 2013- 21 Mart Newroz Bayramı’nın zirvesi oluyor. 2013 Newrozu’nu öncekilerden ayıran başlıca özelliği ise, yaygın söyleyişle, “Barış girişimi ve çağrısı”nın, Öcalan-Devlet görüşmesinin içeriğiyle birlikte meydanlarda ilanına denk gelişi, vesile oluşudur. 2013 Newrozu “Barış Newrozu”; “Özgürlük yürüyüşünün zirvesi” olarak da tanımlanmıştır.
Barış üzerine söylenenler ve barış çağrıları ise, “Çatışmaların son bulması ve silahların susturulması”yla daha güvenli ve Kürt-Türk genç kuşaklarının ölüp öldürmeksizin yaşayabilecekleri bir ülke beklentisinin dalga dalga yayılmasına yol açmıştır. Daha düne kadar, “barış”tan  söz edenleri polis şiddetiyle susturmaya, yargıç gücüyle zindanlara tıkamaya çalışanların bir bölümünün de bugün “Barış umudu” üzerine vaaz vermeleri, bir Vahyin eseri değil, yenilgiye uğratılamayan halk direnişinin sonucu olmuştur. Kürt direnişinin yıldan yıla güçlenerek yayılması, burjuva iktidarını bir yol ayrımıyla karşı karşıya getirmiş, bölgesel ve uluslararası gelişmelerle birlikte bu durum onu “barış görüşmeleri”ne; “çözüm”e zorunlu kılmıştır.
Devleti yönetenler, şimdi bu süreçten, Kürtlere mümkün en düşük düzeyli “hak tanıma”yla çıkmanın yol arayışındalar. “Çözüm görüşmeleri”nin kapsamını “silahların susturulması, çatışmasızlık” ve silahlı Kürt güçlerinin “sınır dışına çıkarılması” olarak tarif etmeleri bundandır. Bu bir ilerleme, bir barış mıdır? Türkiye’de yaşayanların, şoven milliyetçi, Türk ırkçısı azınlık bir kesim dışındaki çok büyük çoğunluğu, devletin silahlı güçlerinin Kürtlerle silahlı çatışmasının durdurulmasını barış olarak görmekte ve desteklemektedir. Savaş ve barış sorununu, halkların istemlerinden, yaşamı ve duygularından bağımsız olarak, sadece kendi çıkarlarına bağlı ele alanlar ise bu süreci, ya “Teröre teslim olma” ya da “Kürt direnişini teslimiyetçi çizgiye çekme” yaklaşımıyla mahkum etme derdindedirler.
Barış sorunu somut, aktüel ve tüm toplum kesimlerinin yaşamını etkileyen bir toplumsal sorun bağlamında gündeme gelmiştir. Kürtlerin devletle giriştikleri özgürlük savaşının belirli bir aşamasında, koşullu bir barış çağrısı ve girişimi söz konusudur. Uzun on yıllardır yaşanan çatışmaların yol açtığı ölümlerin, yıkım ve çözülmenin yorduğu toplumun çok geniş kesimleri tarafından desteklenmektedir.
Koşulludur: ana dilde eğitim, herhangi bir ulusa ve etnik kökene işaret etmeyen ve tüm yurttaşların eşitliğini esas alan anayasal vatandaşlık, Kürtlerin kendilerini yönetme olanağı ve Türkiye’nin demokratikleşmesi barış koşulu olarak ilan edilmiştir. “Herkesin özgürce yaşadığı bir toplum”un “barışı”, kuşku yok ki daha kapsamlı bir demokratik toplum yaşamının var edilmesine bağlıdır. “Demokratik ve barışçıl bir çözüm”ün ve ülkenin demokratikleşmesi, halk kitlelerinin, özellikle de Türk işçi ve emekçilerinin daha etkin bir mücadelesini gereksinmektedir. Kürt-Türk emekçi kardeşliği Kürt ulusunun özgürlüğüne bağlanmıştır. Böylesi bir barış halkın yararına olacaktır. Ama mücadele devam ediyor ve mücadelesiz barış kazandıramaz. Kürtlerin hak eşitliği taleplerinin karşılanacağına dair, yasal-anayasal düzenlemeler dahil henüz bir adım atılmamıştır. Söz, basın-yayın ve örgütlenme özgürlüğü işçi ve emekçiler için gerçekte yoktur. TCK ve TMY yürürlüktedir. Faili belli 17 bin cinayetin soruşturulması reddedilmiştir. Demokratik taleplerle alanlara çıkanlara polis zorbalığı ve yargıç tehdidi devam ediyor. Anayasa baştan aşağı antidemokratik maddelerle dolu. Devletin kontra örgütleri yerli yerinde ve işbaşında. Gerici, tekelci partiler yasası ve seçim barajı yürürlükte. Milyonlarca işçi ve emekçi açlık sınırında, yoksulluk koşullarında. Milyonlarcası işsiz. Çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi için mücadeleye atılanlar, “hain-bölücü” olarak görülüyor.
Buna rağmen, AKP, Hükümet ve Başbakan, halkın taleplerini kara propaganda gürültüsünde boğarak, “çözüm”, “barış” ve Türkiye’nin demokratikleştirilmesi sorununu Erdoğan’ın başkanlık hesaplarının gölgesine alma çabasındadır(lar). Onların sorunu, özgürlüklerin tanınması değil, tekelci diktatörlüğü uzun ömürlü kılmaktır. “Çözüm”ün diyetinde, T. Erdoğan’ın olağanüstü yetkiyle devlet başkanı olması özel bir yer tutuyor.
Kürt ve Türk -ve tüm diğer milliyetler- emekçileri ise hem Kürt sorununun çözümünü, hem de demokratik özgürlükleri istiyorlar. Diyet borçları yok. Diktatörlüğe mecbur değiller.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa