15 Kasım 2011 09:10

Çarkın dişlilerinden biri sakın siz olmayasınız: ‘Largo Desolato’

Çarkın dişlilerinden biri sakın siz olmayasınız: ‘Largo Desolato’

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Ülkemizde üniversitelerin tiyatro bölümlerinin sayısı epeyi arttı galiba. Bu bölümlerden mezun olan gençlerin sayısı da gün be gün çoğalmakta… Bu niceliksel artış, 2000’li yıllardan bu yana İstanbul’da “neşrü neva” bulan “yeni” grupların hevesini kışkışlıyor. Genç tiyatrocular, ödenekli kurumların kapısında yatmak yerine, daha fazla eza cefa çekmek pahasına gönüllerindeki tiyatroyu yapmayı yeğliyor, kendi gruplarını oluşturuyorlar. Özellikle İstanbul’un Pera’sında pıtraklaşan irili ufaklı tiyatro salonlarının “sebeb-i hikmeti” bu işte! Genellikle 50–60 koltuk (iskemle-tabure) kapasiteli, fevkalade sınırlı olanaklara sahip salonlara izleyici çekmeyi başarıyorlar. Nedenini sorarsanız, onların yürekleri büyük!
Yılmıyorlar.
Direniyor ve kazanıyorlar. Onları fark eden tiyatrosever sayısı da her geçen gün artmakta. Her bir şeylerini kendileri yapıyorlar, yaptıklarıyla övünüyorlar. Kendi içlerine kapanıp kalmıyorlar. Ortak mekanlarda sahneye çıkıyor, buralarda birbirleriyle tanışıyor, alışverişte bulunuyorlar. “Gelişim” için uygun koşulları birlikte yaratıyor, arıyorlar, deniyorlar, pek çok şeyi ilk kez yapıp, yaparken öğreniyorlar.

‘OYUN SONU’NDAN SONRA ‘BURUK EZGİ’

Sözünü etmek istediğim, yakından tanımanızı dilediğim Ekip Tiyatrosu da bunlardan biri. Haliç Üniversitesi Konservatuvarı Tiyatro Bölümünden doğmuş, ancak kuruluş aşamasında da, sonrasında da sadece bu kurumdan insanların katılımıyla yaşamamış. Okul projesi olarak Samuel Beckett’in “Oyun Sonu”nu hazırlamışlar, süreç içerisinde beğeni patlaması yaşamışlar. Sezon başladığında oyunu profesyonel platforma taşımışlar. Beyoğlu Kumbaracı50 sahnesinde profesyonel olmuşlar.
Cesaret diye ben buna derim işte!
Tam da yeni profesyonel olmuşken, tutmuşlar 2011-2012 sezonu için Çek Tiyatro Yazarı, Düşünce Adamı, Siyasetçi Vàclav Havel’in () 1984 yılında yazdığı ülkemizde “Buruk Ezgi” olarak bellenmiş olan “Largo Desolato”sunu sahneye taşımışlar.  

YOĞUN BEKLENTİLER, DERİN BELİRSİZLİK, YIPRATICI İLGİSİZLİK   

Tiyatro Ekip’in yaratıcı kadrosu, 1989-1990 sezonunda Dostlar Tiyatrosu yapımı olarak da izlediğimiz, son dönemde adı Çek tarihinin en önemli entelektüelleri arasında sayılan Vàclav Havel’in oyununun konusu ile yaşadıklarımız arasında pek bir benzerlik bulmuş. Gerçekten de “Largo Desolato”, sanki 12 Eylül öncesinde baskı yönetimine karşı savaşım veren, direnen birtakım aydınlarımızın bugün yeni bir kimlik arayışına girmelerini, kendi kendilerine yabancılaşmalarını anlatıyormuş gibi de izlenebiliyor. İzlenebiliyor ve Zehra İpşiroğlu’nun da (Largo Desolato/Can Yayınevi-1990 – Sayfa 6) dediğince Havel’in sözünü ettiği “ölümcül tehlike”nin daha bir ayırtına varıyor. Çok boyutlu ve ürkütücü baskı düzeneğinin kıskacında ezilen bir aydının kimlik bunalımı bu… Felsefe Doktoru Leopold Kopriva, yoğun beklentilerin, derin bir belirsizliğin, yıpratıcı bir ilgisizliğin ve boğucu bir iletişimsizliğin yıkıcılığı karşısında nasıl da çaresiz! Sorarım size, eseri okuduysanız ya da sahnede izlediyseniz şu kıçı kırık Dr. Kopriva karakteri size tanıdık gelmiyor mu?
Yoksa çevrenizdeki Koprivaları tanımıyor musunuz?

DÜNYANIN SAYDAMLIĞI VE MANTIĞI

Oyunu sahneye taşıyan Cem Uslu, absürd tiyatro örneği olan bu oyunda iç içe girerek birbirini tamamlayan temaları, toplumsal ve psikolojik süreçlerdeki mekanizmayı matematiksel bir düzen içinde kolayca seyirciye geçirmeyi başarmış. Davranışları nedeniyle yazı yazması yasaklanan, ancak her şeye rağmen çalışmalarını ve fikirlerini açıklamayı “müdanasızca” sürdüren, sonrasında   Başkanlığına getirilen Devrimci Vàclav Havel’in yapıtlarının özelliği olan sert politik yerginin, Schweykvari güldürü ve Kafkavari derinliklerin karışımını iyi kullanmış. Ülkü Akbaba-Kemal Boztepe ikilisinin güzel çevirisinden dilimize mükemmelen aktarılmış metin içinde giderek çok sesli bir boyut kazanan Kopika’nın debelenişini, tutulduğu kısır döngüyü başarıyla yorumlamış.  

OYUNUN SAHNE DÜZENİ

Diğer taraftan, “Klasik İtalyan Sahne” koşulları düşünülerek yazılan oyunu tamamen zıt bir noktaya taşımış. İzleyiciyi sahneyle aynı düzleme oturtmuş. Hep birlikte kotarılan zeka ürünü dekor tasarımıysa (yazılı metindeki kanepe yerine merkeze çok amaçlı olarak yerleştirilen tekerlekli sandık, etrafa asılmış “gösterici” tabelalar) Uslu’nun amacına yardımcı olmuş. İzleyici, ortadaki sandık çevresinde konumlandırılmış, koltuklar artı biçiminde dört bloka ayrılmış. Oluşan dört koridordan, sürmekte olan oyunu bir başka oyun alanına bağlamış. Eylem, bu iki oyun alanı arasındaki koridorlara sari kılınmış, oyuncunun 360 derecelik mekanda izleyenle göz göze, hatta ten tene yakın temas kurması sağlanmış. (Keşke yazarın üç tabloya böldüğü açılışı aşmak için kullandığı: “Böyle yaşamak zorundasınız Doktor Bey” nakaratını da biraz daha kısa tutsaymış!)

ELEKTRO AKUSTİK ÖZGÜN MÜZİK

Cem Uslu neden sandık kapağını her keresinde büyük bir gürültüyle kapattırarak, kimi karakterlerin ayaklarını çok sert yere vurdurtarak, kapıyı giriş çıkışlarda güm diye çarptırarak bilinçli olarak kakofoni yaratmış bilemem, ama dekor gibi gene elbirliğiyle tasarımlanan kostümlere laf etmeden es geçeceğim. Gel gelelim, Necati Doğa Ebrişim’in elektro akustik özgün müziğiniyse biraz parmaklayacağım. Ebrişim, bu denli fazla “oscillator (titreşim doğurucuları)” kullanırsa sonuç elbette böyle olur diyeceğim. Sadece bir perde kullanılarak yapılan metin müziğinin monoton, hatta yer yer bıktırıcı yapılandığını söyleyeceğim. Ebrişim’in müziğine, salonda özel aygıtlardan oluşan donanım bulunmayışından kaynaklanan zorluklar da eklenince, kulağı orkestra çalgılarına alışmış dinleyici için bu tür müziğin oyun süresince (100 dakika) ıstırap halini aldığını öne süreceğim.  

DUYGU YETİŞ’İN MAKYAJI

Makyaj tasarımına imza atan Duygu Yetiş, oval yüzlerde saç dibinden kaşlara, kaşlardan burun ucuna ve burun ucundan çeneye kadar ayırdığı bölümlerle tiyatro makyajına yeni bir boyut kazandırmış. Aferin ona! Ancaaak… Anonim olan ışık tepeden yapılandırıldığından, yüzlerdeki makyajın istenmeyen gölgelenme ve çıkıntılara neden olduğunu söylemeden de geçemeyeceğim. Oyuncunun (örneğin Olbram’ın) yüzüne yapışan minicik bir konfeti parçasının kocaman bir çıkıntıya dönüştüğünü istemeden deyivereceğim. Gene de titiz çalışması, yüzlerin şekline ve karakterlere dikkat etmiş olması, yüzleriyle oynadığı oyuncuların üzerinde siyah-beyaz farklı çizgilerle farklı ifadeler yaratmayı başarması nedenleriyle alnından öpeceğim.

OYUNCULUKLAR

Sıra oyunculuklara geldiğinde diyeceğim şu ki hani tiyatroda tutumsuz, rastgele, amaçsız yapılan eylemler oyuncunun kendisine doğal gelse de oyunun yapısını bozar, oyunu başarısız kılar derler ya! Ekip Tiyatrosunun oyuncu kadrosunda böyle bir boşluk yok. Her oyuncu jest, mimik ve hareketlerini “Kendisi onların değil, onlar kendisinin denetimi altında” olacak biçimde kullanıyor. Ekip Tiyatrosu, tiyatro sanatının bir “ekip işi” olduğuna inandıklarını açıkladığına göre oyuncuları teker teker süzgeçten geçirmeye pek gerek yok, ama ne yaparsınız ki serde eleştirmenlik var.
O halde ne dersiniz?
Başlayalım mı?

HAYDİ BAŞLAYALIM

Olbram’da Halil Babür’ün repliğini seyirciye aktarırken gerek bedensel, gerekse sessel anlatımını çok beğendiğimi söyleyerek işe başlayayım. Babür, göreceksiniz çok kısa bir zaman dilimi içinde sözcüklerin ruhuna inen müthiş bir oyuncu olacak, güveniyorum ona.
I. Wenzel ve I. Herif’te Ertürk Erkek, II. Wenzel ile II. Herif’te Sercan Gülbahar sahne üzerinde doğal davranmanın, yapılacak eylemi doğal yapmanın iyi bir denetime bağlı olduğunu iyi bellemişler, abartısız bir biçem içinde önce iç eylemlerini sonrasında dış eylemlerini seyirciye sunuyorlar. Uli’de Murat Engiz, mekanik oyunculuğa zerre kadar itibar etmeden yaratıcı oyunculuğunu cömertçe sergiliyor. Susanna’da Ayşegül Uraz’a söyleyeceğim şu: Bomboş gözlerle oynayan oyuncu seyircinin ilgisini üzerinde toplayamaz ki yahu! Hem ne o ikinci bölümde repliklerini sıralarken ellerini öyle şap şap birbirine vurmalar! Uraz’dan bir dahaki oyununda rolünün yaratılmasında yardımcı olacak ögeleri önceden saptamasını bekleyeceğim.

YETİŞ, USLU VE AKSÜNGER’İN ÇEKİCİ GÜÇLERİ

Bu arada, Marketa’da Duygu Yetiş’in itici güç olarak “Marketa”yı kullanarak coşku belleği uyandırabilme yeteneğini yürekten kutluyorum. Yetiş, sesini değiştirerek Marketa ile bütünleşiyor, sesini Marketa’ya başarıyla uyarlıyor. Sesini vücuduyla senkronize bir biçimde kullanıyor. Lusi’de Simel Aksünger, seyirciyi hem kendi ruhuna, hem de Havel’in yapıtının gizli yerlerine mükemmel bir başarıyla çekip götürmekte. Sahne üzerinde amaçsız hiçbir duruşu yok! Yanıt atikliğiyse mükemmele çok yakın. Kopriva’da Cem Uslu, sözcüklerin yaşam yüklü içeriğine sesin canlı melodisini işlemekte pek mahir doğrusu… Helal olsun derim başka bir şey demem! Seyircinin oyunu içsel gözüyle görmesini sağlarken, eminim sadece repliklerin değil, sözcüklerin ve giderek harflerin bile tadına varıyor.   
Son söz: Ekip Tiyatro, “Largo Desolato” ile hiç kuşkum yok bu sezon coşkuyla alkışlanacak oyunlar arasına adını kazıyor.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa