26 Ağustos 2013 10:29

AKP rövanştan korkuyor

Geçtiğimiz haftanın gündeminde, Türkiye dış politikasının çöküşünün türlü yansımaları öne çıktı. Başbakan’ın dış politika başdanışmanı İbrahim Kalın tarafından “değerli yalnızlık” tabiriyle örtülmeye çalışılan dış politikadaki çöküşe Erdoğan’ın komplo teorileri de eklenince, AKP hükümeti dış basında alay konusu olmaktan kurtulamadı. Ancak, bu itibarsızlaşma da Erdoğan’ı durdurmaya yetmedi.

AKP rövanştan korkuyor
Paylaş

Serpil İlgün

Geçtiğimiz haftanın gündeminde, Türkiye dış politikasının çöküşünün türlü yansımaları öne çıktı. Başbakan’ın dış politika başdanışmanı İbrahim Kalın tarafından “değerli yalnızlık” tabiriyle örtülmeye çalışılan dış politikadaki çöküşe Erdoğan’ın komplo teorileri de eklenince, AKP hükümeti dış basında alay konusu olmaktan kurtulamadı. Ancak, bu itibarsızlaşma da Erdoğan’ı durdurmaya yetmedi.

Nitekim Başbakan, Batı’nın ikiyüzlülüğünden, duyarsızlığından yine öfkeyle bahsedip, Suriye’ye müdahalede ayak sürüyen Batı’ya veryansın etmeye Karadeniz turunda da devam etti. “Eyy AB” ile başlayan serzenişlere, “Eyy BM” de eklendi. AKP hükümetinin, misal Sudan Devlet Başkanı’nı koruyan ya da Suriye’deki El Kaideci çetelerin yaptığı katliamlara gözlerini kapatan çifte standartlı dış politikasını ve Ortadoğu’da yaşanan son gelişmeleri, bölgeyi iyi bilen isimlerden biriyle, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi, Yrd. Doç. Dr. Erhan Keleşoğlu ile konuştuk.

Mısır ve Suriye’deki savaşın iç siyasetteki kullanımına geçmeden iki güncel gelişmeyi değerlendirmenizi rica edelim ve Mısır’dan başlayalım. Geçtiğimiz hafta Hüsnü Mübarek tahliye edildi. Mübarek’in tahliyesi Mısır’daki durumu nasıl etkiler?

2011’den itibaren Mısır’da devrimci bir siyasal toplumsal dönüşüm süreci yaşanıyor. Adı üstünde bu bir süreç ve sürecin içinde ciddi bir toplumsal, siyasal mücadele hüküm sürüyor. Mübarek’in devrilmesinden sonra, ta Nasır’dan beri süregelen askeri, siyasi rejim dağılmadı. Dağılmadığı gibi Müslüman Kardeşler’in de son derece kötü bir yönetim sergilemesi ve Tahrir’in eşitlik, adalet ve onurlu bir yaşam taleplerinin karşılanmaması sebebiyle mücadele kızışarak devam etti. Neticesinde de ciddi bir gerilim oluştu ve yığınlar bu sefer Müslüman Kardeşler’e karşı sokağa çıktılar. Bu yığınlar içinde ilk Tahrir’de olanlar olduğu gibi, fülul denen eski rejim destekçileri de vardı. İkinci Tahrir’de yaşanan toplumsal mobilizasyon, askeri vesayet için ciddi bir tehdit içeriyordu. Dolayısıyla darbe, hem Müslüman Kardeşler’e karşı, hem de ikinci Tahrir’deki büyük toplumsal mobilizasyona karşı yapıldı.

Mübarek’in tahliyesi bu tabloda nereye oturuyor peki? Ordu, Mübarek’i neden tahliye etti?

Ordu, Mübarek’i tahliye etti çünkü rejimi korumak, sistemi stabilize etmeye çalışıyor. Şunu demeye çalışıyor; “Hiçbir şey değişmeyecek, biz geldik ve rejimi savunmaya devam edeceğiz.”

AKP, Mısır’ı iç siyasette giderek daha fazla gündemleştiriyor. AKP dış politikasında Mısır neden bu kadar ağırlık kazanıyor?

AKP’nin Mısır ve genel olarak Ortadoğu okuması baştan aşağı hatalı. Bu Ortadoğu okumasına göre, sömürgecilik sonrasında ortaya çıkan Ortadoğu’daki ulus devletler, seküler, elitist, ulusalcı kadrolarca yönetildi. Bu ulus devletlerin tasfiyesi gerekiyor. Neden? Çünkü bu rejimler halkın kendi değerlerine yabancı. Dolayısıyla, halkın değerlerine yabancı olan elitlerin, yani azınlığın devrilmesi ve halkın değerleriyle bütünleşmiş olan çoğunluğun artık iktidara gelmesi lazım, diyorlar. Son derece muhafazakâr, benmerkezci bir tarih okuması yapıyorlar ve bu okumayı Ortadoğu’ya da ihraç etmeye çalışıyorlar. Bu okuma, Ortadoğu içerisindeki iktidar ilişkilerini, bölgesel, uluslararası, toplumsal, siyasal iktidar ilişkilerini anlamaktan yoksun, emperyalizmin bölgeyle ilişkisini açıklamaktan, bölgedeki monarşileri bir çerçeveye oturtmaktan yoksun bir okuma. Şunu da belirtelim, her bir tarih okuması, o tarihi yazanların siyasal ihtiyaçlarına göre şekillenir. AKP de iç politikada, kendi siyasal ihtiyaçlarını karşılayabilmek adına bir Türkiye, bölge tarihi yazdı ve bunu hegemonik kılarak ittifak ilişkileri geliştirmeye çalışıyor. Bu bağlamda, Fas’tan Suriye’ye kadar, esas olarak Müslüman Kardeşler hareketiyle ilişki geliştirme, onlarla adı konmamış ittifak üzerinden Ortadoğu siyasetinde güç olma, siyasal nüfuzunu geliştirme stratejisi güttü AKP hükümeti. Kendisini bir model olarak tanımlayarak da Ortadoğu’ya siyasal lider ülke olma misyonunu kendine biçti. Ama bu hesap çarşıya uymadı.

Çarşıya uymadıysa neden hâlâ direnerek “uydurmaya” çalışıyor? Bu uğurda ABD’ye, İsrail’e, AB’ye, BM’ye vs. çatmaktan geri durmuyor?

AKP’nin misyonunu sürdürmeye çalışması tamamıyla burasıyla, iç politikayla alakalı. Demek ki Gezi krizi, AKP üzerinde bizim sandığımızdan daha derin bir korku yaratmış.

Erdoğan bu nedenle mi ikide bir Mısır üzerinden Gezi’ye gönderme yapıyor, “Bizde de darbeyi denediler, yine deneyecekler” vs diyor?

Kesinlikle. Bakın, Türkiye’de son 15 senedir muhalifler, sol, hiçbir zaman kendisini tartıştırır hale gelememişti. Tartışmayı başlatan hegemonik olan unsurdu. AB tartışmalarını, üç çocuk, kürtaj tartışmalarını hatırlayalım, bunların hepsi iktidarın siyaset yapma yöntemi olarak kullanageldiği bir taktikti. Ama Gezi’den bu yana iktidar devamlı Gezi’yi tartışıyor. Gezi’nin bileşenleriyle sürekli kavga ediyor. Gezi’nin bileşenlerinin demediği şeyleri, darbe vs. gibi, onlara atfediyor. Tocqueville’nin “çoğunluğun tiranlığı” dediği, çoğunluğun tüm siyasete şekil vermesini buyuran bir demokrasi anlayışına sahip Erdoğan hükümeti. Bu anlayışla iktidarları boyunca neo liberal nizamı kurarken, toplumun birçok kesimini de ötekileştirdiler. Bu ötekileştirilen toplumsal kesimler kendilerine uygun bir siyasal merkez bulamasalar dahi, AKP politikalarını gayrı meşru görmeye başladı. Hegemonyanın iki unsuru vardır, birincisi rıza, ikincisi zor. Rıza sağlama unsuru noktasında AKP ciddi bir aşınmaya uğradı. Özellikle askeri vesayeti aşma sırasında toplumun çok geniş kesimlerinden gördüğü teveccühü kaybetmeye başladı. Bu teveccühü kaybederken de gitgide zor politikalarını uygulamaya sokuyor.

Mursi’nin, dolayısıyla Müslüman Kardeşler’in iktidardan indirilmesinin içerde bu denli kullanılıyor olması, zor politikalarını meşrulaştırmak için mi?

Evet, bence bağlantılı. AKP’ye oy vermiş olan kesimlere, “Olası bir darbeye karşı sizin oyunuza, dolayısıyla iradenize sahip çıkmak için zor kullanıyoruz. Bakın Tahrir nasıl darbenin yolunu hazırladı, bunun önüne geçebilmek için Gezi’nin Tahrir’e dönüşmesini engelleyebilmek için şiddet kullanmak gerekliydi” mesajı veriliyor. Kullanılan aşırı şiddetin AKP kesiminde dahi yarattığı rahatsızlığın giderilmesi isteniyor.


MISIR’I GÖSTERİP GEZİ’YE ŞİDDETİ MEŞRULAŞTIRMAYA ÇALIŞIYOR

Başbakan Mısır’daki darbenin ardından halkı darbeyi kınamak üzere meydanlara çağırdı. Hafta sonu kimi şehirlerde eylemler yapıldıysa da bu çağrı genel olarak etkili olmadı. Sizce neden?

Çünkü AKP siyasal İslamcı hareketi dönüştürdü. Siyasal İslamcı hareketin ikili bir yapısı vardı. Bir yandan sokağa çıkıp eyleme çağırırken, diğer yandan mevcut olan düzene entegre olmayı hedefliyordu. AKP salt bu entegrasyon yolunu seçti ve sokağı terk etti. Bu anlamıyla siyasal İslamcı bir hareket olmaktan öte, muhafazakâr, sağ, neo liberal bir partiye dönüştü. Siyasal İslamcı hareketin seferber ettiği kitleleri -ki bu kitlelerin önemli bir kısmı ezilenler arasından devşirilmişti- kapitalizme entegre etmeyi becerdi. Onları sisteme dâhil etti ve siyasal İslam’ın o enerjisini soğurmayı başardı.

Ama bir yandan da, “Mursi ve Müslüman Kardeşler’le dünyada hiç kimsenin tutmadığı kadar kesin ve katı bir saf tutan AKP sayesinde, Türkiye’de de bir ‘azgın radikalleşme’nin belirmeye başladığı” söyleniyor. Bu tespit, söylediklerinizle çelişmiyor mu?

Çelişmiyor. AKP bir koalisyon. Bu koalisyonu bir arada tutan en önemli unsur Erdoğan’ın karizmatik liderliği. Bu koalisyon içindeki unsurlar zaman zaman çıkar çatışmalarına giriyor. Bunun en görünür kısmı Cemaatle Erdoğan ekibi arasındaki çatışma. Şimdi, böylesine hassas dengeler üzerinde yürüyen bir koalisyonu, birlik içinde tutma ihtiyacınız var. Çünkü eski düzenin unsurlarının tekrar iktidara gelerek, sizden öç almasından korkuyorsunuz.

AKP en büyük korkusu bu mu?

Evet. Rövanştan korkuyorlar. Bunun için de o bloğun bölünmemesi, bir arada tutulması gerekiyor.

Nasıl bir arada tutulacak peki?

Bu bloğu bir arada tutacak olan şey kültürel savaştır. Yani muhafazakâr, inanan toplum kesimlerini, inananlar inanmayanlar suni gündemi üzerinden kışkırtarak, kültürel savaş iklimini hazırlıyor. Bunu, kendi birliğini koruma, kendi ekibini konsolide etme arayışı olarak görüyorum.

“Müslüman Kardeşler’e reva görülenler” dili de bu birliğin tutkallarından biri o zaman?

Evet, öyle denebilir. Çünkü bütün muhafazakârları, İslamcıları bir araya getiren bir söylem. İdeolojik, politik bagaj anlamıyla dünya çapındaki İslamcı hareketin (Sünni bloğun) iki ana kaynağından biridir Müslüman Kardeşler hareketi. Dolayısıyla ilkin birleştirici bir unsur olduğu için Müslüman Kardeşler’i kullanıyorlar. İkincisi rövanştan korktukları için, Mısır üzerinden benzetme yaparak, Gezi’nin hakikaten inananlara karşı, Müslümanlara karşı, muhafazakâr kesimlere karşı olduğunu insanlara anlatmak istiyorlar.

İnsanlar derken, esas olarak kendi kitlesini kastediyorsunuz…

Kendi kitlesini, evet. Muhafazakârları buna inandırdılar ve neyle korkuttular, askeri darbeyle. Diyorlar ki, “Tahrir de önce fena halde Gezi’ye benziyordu, insanlar demokrasi talepleriyle çıkmışlardı ama esasında bu ordunun bir oyunuydu.” Sonra da, işte “Ergenekoncular gelecekler, ordu gelecek ve din tekrar baskı altına alınacak” üzerinden bir siyasal strateji güdüyorlar. Bu, AKP’nin ideolojik anlamda kan kaybettiğini, hegemonik olma özelliğini yitirdiğini ve zayıfladığını gösteriyor bize.

Dolayısıyla bu korkuyu diri tutmak için sabah akşam Mısır üzerinden korkutuluyoruz, darbeyle, iç karışıklıklarla ile tehdit ediliyoruz, öyle mi?

Aynen öyle. Bir diğer yandan Ortadoğu’ya siyasal nüfuz için işbirliği yapılmış Müslüman Kardeşler hareketi ile dayanışma gösterilmeye çalışılıyor.


SURİYE'DE UĞRUNA SAVAŞILACAK KADAR PETROL YOK

Suriye’deki son katliamı kimin yaptığı sorusu gündemde. Sizin gözleminiz ne? Kimyasal silah kullanımının Suriye’ye uluslararası müdahaleyi çekmek için yapıldığı iddialarına katılıyor musunuz?

Kimyasal silah daha önce de kullanıldı. BM, 13 defa kullanıldığını açıklamıştı. Suriye rejiminin elinde önemli miktarda kimyasal silah bulunduğu herkesin malumu. Bu stoklardan bazılarının muhalifler tarafından yağmalandığını da biliyoruz. Muhalifler de, Esad rejimi de tam bir vahşi savaş yürütüyor. Suriye gittikçe Lübnanlaştı. O yüzden iki taraf da yapmış olabilir. Ancak acımasızlığı gayet iyi bilinen, olağan şüpheli Esad rejimi şu aşamada BM araştırmasına izin vermezse, müdahalenin önü açılabilir.

Zaten Türkiye, kimyasal silah kullanımı sonrasında NATO ve BM’ye “müdahale” çağrısını yükseltti. Ancak şu da dikkat çekici değil mi; düne kadar Suriye’de yaşananların yarısını bile müdahale için gerekçe yapan Batı, “kırmızı çizgiler” bu kadar aşılmışken, bu kez ayak sürüyor. Neden?

İlkin Suriye’de, Batı’nın ekonomik çıkarları ciddi tehdit altında değil. Çünkü Suriye’de uğruna savaşılacak kadar petrol yok. İkincisi, Akdeniz’deki tek deniz üssü Tartus’ta bulunan Suriye’yi Rusya destekliyor.

Çünkü Amerikalıların Afganistan’dan çekilmek için Ruslara ihtiyaçları var. Her ne kadar ilişkiler gerginleşmiş olsa da, Rusya ile arayı bozmak istemiyorlar. Ve müdahalenin de kendileri açısından sonuç alıcı olacağına inanmıyorlar.

Hava savunmasını kırsalar dahi, kara müdahalesi son derece güç. Çünkü çok fazla etnik ve dinsel unsur bir arada yaşıyor. Lübnan gibi bir karmaşa var yanı başında. Orda da barut fıçısının patlamasını istemiyorlar. İsrail’i tehlikeye düşürmek istemiyorlar. Batı’nın Irak’tan sonra tekrar Suriye’ye müdahalesi, İsrail’in güvenliğini doğrudan tehdit altına sokacaktır. ABD açısından İsrail’in güvenliği önceliklidir.

Erdoğan’ın “Mısır’daki darbeyi İsrail planladı” sözlerinin, ABD’den bugüne kadar yediği en ağır fırçaya yol açtığını söylüyor yorumcular…

Evet, ben ABD’nin bugüne kadar bir NATO müttefikine böyle bir çıkışta bulunduğunu hatırlamıyorum. Çok ağır bir yanıt. Ama bu bir yandan da iddianın çok temelsiz olmasından kaynaklanıyor. Efendim iki sene önce İsrail Dışişleri Bakanı, bir Fransız Yahudi entelektüelle muhabbet ederlerken, demişler ki, “Mursi gelirse, ordu Mursi’yi devirse mi …” Yani bunu bir belge olarak bir devlet adamının söylemesi gerçekten abesle iştigaldir, ciddiyetsizliktir.

Erdoğan, son dönemde daha mı fazla düşünmeden konuşur oldu?

Evet, evet. Bence Gezi kimyasını bozdu Başbakanın. Gezi şunu gösterdi ki, AKP’nin karşısında ciddi bir toplumsal muhalefet var. Bu toplumsal muhalefet henüz kendi siyasal mecrasını yaratamamış durumda, ancak sokağa çıkma enerjisi ve cesareti var. Ve bu cesaret, “arka planda duran başkalarını da cesaretlendirebilir mi” diye korkuyor AKP hükümeti.


BAŞBAKAN, KENDİ ‘BİZ’İNİ SAHİPLENİYOR

Başbakan’ın Mısır’da keskin nişancılar tarafından öldürülen Esma’nın ardından gözyaşı döktü, her yerde Rabia işareti yapıyor, halka “meydanları Adeviye’ye dönüştürün” çağrısında bulunuyor… Bütün bunlar, “Müslüman Kardeşler’e istenen demokrasi ve adalet talebi, dökülen gözyaşları, neden örneğin Eskişehir’de polislerce katledilen Ali İsmail Korkmaz’ı es geçiyor” yorumlarına yol açıyor. Siz ne diyorsunuz?

Erdoğan’ın tavrı beni şaşırtmıyor; kendi “biz”ine ait ölümlerde hisleniyor ve onları sahipleniyor. Diyarbakır Newroz’unda, Roboski’de, Gezi’de, Bahreyn’de, Darfur’da ölenlere, Ege Denizi’nde boğulan mültecilere karşı duyarsız. Bu anlamda insan hakları çerçevesinde evrenselci bir bakışı ne yazık ki hiç olmadı.


KÜRT SORUNUNDA ADIM ATMAK AKP’NİN ELİNİ GÜÇLENDİRİR

Başbakan, sadece içeride değil dışarıda da (üstelik düne kadar kendisini can siparane destekleyenlerden) “dış politikası çöktü” eleştirileri karşısında hiddetleniyor. Erdoğan, artık alay konusu olmaya başlayan bu çöküşü gerçekten göremiyor, daha doğrusu buna inanmıyor olabilir mi?

Bir yanıyla inanmıyor. Gerçekten dış politikada başarılı olduğunu düşünüyor. Sadece konjonktürel uluslararası dengelerin elvermediğini, Ortadoğu’daki dönüşüme yön verme mücadelesinin, Rusya, Çin, ABD ve AB arasındaki mücadelenin sonuçlarının kendisinin lehine olmadığını düşünüyor. Bir diğer hususa işaret edeyim. Bu aleyhte konjonktürde Kürt meselesinde adım atmak AKP açısından anahtar bir işlev görüyor. Kürtlerle kurulacak bir ittifakın, İslam kardeşliği üzerinden kurulacak bir post cumhuriyet rejiminin dış politikada Türkiye’nin elini güçlendireceği düşünülüyor. Ancak mevcut AKP politikaları içerisinde bunun gerçekleşmesinin pek ihtimali yok. Çünkü AKP’nin demokrasi algısı sıkıntılı. Zaten barış sürecini yürütme noktasında da önemli bir ciddiyetsizlik mevcut.


CHP, ‘AKP TEK SEÇENEK DEĞİL’ MESAJI VERİYOR

CHP’nin Irak ziyareti’ni nasıl değerlendiriyorsunuz? Erdoğan’ı sıkıştırmak için miydi bu ziyaret?

CHP, AKP tarafından kendisine yöneltilen “siz Batıcısınız, sizin Ortadoğu’ya sırtınız dönük, sizin ancak Esad’la ittifakınız olabilir. Vizyonunuz sınırlı. Siz ülkenin dış politikasını yönetmeye ehil değilsiniz” eleştirilerine böyle bir hamleyle karşılık veriyor. Erdoğan’ın Maliki ile arasındaki kişisel husumet de bunun arka planını oluşturuyor. Yani Erdoğan’ın kişisel hasmı olan Maliki ile ilişki kurarak, CHP şu mesajı da veriyor bölgedeki diğer güçlere; “Erdoğan’ın karşısında bir muhalefet var, beni desteklerseniz Erdoğan tek seçenek değil.” Aynı zamanda Batıya da bir mesaj veriyor, diyor ki, “Ben adayım.” Çünkü Batı, CHP’yi askeri vesayeti sahiplenen, zaman zaman Batı karşıtı söylemi ortaya koyan, NATO karşıtı, ABD karşıtı söylemi sıklıkla kullanan, ulusalcı, elitist, militarist bir parti olarak gördü. Bu algının da kırılması ve AKP’nin karşısında gerçek bir alternatifin oluştuğunu göstermek için ara adımlardan biri diye düşünüyorum bu ziyareti.


HÜKÜMET, MÜLTECİLİK HAKLARINI TANIMALI

Savaştan, katliamlardan konuşuyoruz ama savaşın sonuçları, büyük politikalar içinde kayboluyor. Milyonlarca insanın yerinden edilmesi, kentlerin yıkımı, talanı, en önemlisi de yüz binlerce insanın ölümü ancak çoklu sayılar olduğunda gündeme geliyor. Çoğunlukla da siyasete fon malzemesi yapılıyor. Savaşın bu yanlarının giderek etkisizleşiyor olmasını neye bağlıyorsunuz? Ve daha görünür kılınması için ne yapmalı?

Televizyonlarda gördüğümüz şiddet bir süre sonra kanıksanıyor; ciddi anlamda bir vicdansızlaşma yaşanıyor. Savaşların yarattığı mağduriyetin daha görünür kılınması için dayanışmayı yükseltmek lazım. Dayanışma nasıl sergilenir? Yanı başımızda iç savaşın yaşandığı Suriye özelinde konuşalım. Birincisi; mültecilik haklarının bu insanlara tanınması lazım. İnsan haysiyetine yakışır bir muamele görmeleri lazım Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından. Kendilerine bir mülteci kimliği verilmeli, sığınma izni verilmeli, çalışma hakkı verilmeli, bu dayanışmadır. Bu yönde hükümete baskı uygulanması gerekir diye düşünüyorum. Çünkü Güney’de, Antep’te, Adana’da, Kilis’te, Mersin’de ciddi gerginlikler yaşandığını biliyoruz. Suriyeliler, hiçbir sosyal güvenceye sahip olmadıkları, gayri insani koşullarda yaşadıkları için çok cüzi ücretleri kabul eder vaziyette. Bu durum yerel unsurlarla Suriyeliler arasında ciddi bir gerilim yaratıyor ve halklar arasında husumeti besliyor. Bizim yapabileceğimiz şeylerden ilki, hükümete mültecilik haklarının tanınması için baskıda bulunmak, bu insanların onurlu bir şekilde yaşama imkânlarının sağlanması, isterlerse diğer ülkelere iltica etmelerinin kolaylaştırılması, bu manada BM ve AB ile ortak çalışmalar yürütülmesi… Çünkü Türkiye çok kibirli bir tarzda “hiç kimse yardım etmesin, ben hallederim” diyor, halledemiyor. İkincisi; o insanlarla dayanışmayı örgütleyecek kurumların oluşturulması, kurumsal ilişkilerin sürdürülmesi… Örneğin Türkçe eğitimi verilmesi, çocuklarına eğitim imkânı sağlanması için gerekli altyapının sağlanması, o manada dayanışma kampanyalarının hızlandırılması bize düşen görevlerdir diye düşünüyorum. (İstanbul/EVRENSEL)


ERHAN KELEŞOĞLU

Doktorasını İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde tamamladı. Arap-İsrail Çatışması, Filistin Sorunu, Türk Dış Politikası ve genel olarak Ortadoğu sorunları üzerinde çalışıyor.

evrensel.net
ÖNCEKİ HABER

Demokrasi masalı!

SONRAKİ HABER

Esad'dan ABD'ye 'Vietnam' uyarısı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...