10 Eylül 2011 10:42

Tarık Ali: Daimi Savaş

'Egemen istisnaya karar verendir.’ Carl Schmitt bu sözü neredeyse bir asır önce dünyanın büyük bir bölümü Avrupalı imparatorluk ve orduların hakimiyetinde iken ve ABD tecritçi bir güneşin altından yükselirken yazmıştı. Muhafazakar teorisyenin ‘istisna’dan kastı Anayasanın askıya alındığı, yabanc

Tarık Ali: Daimi Savaş
Paylaş
Tarık Ali

11 Eylülden 10 yıl sonra ABD ve onun Avrupalı müttefikleri bir bataklığın içine hapsolmuş durumda. 2001’de yaşananlar, dünyayı yeniden şekillendirmenin bir bahanesi olarak kullanıldı ve buna razı gelmeyen devletler cezalandırıldı. Ve bugün savaşlardan mutsuz Avrupa ve Amerikalı vatandaşların çoğunluğu ahlaki bir çölde debelenirken ABD Generali Petraeus (CIA’nın başında) bize şunları söylüyor: “Bence şunun da farkına varılması lazım, bu savaşı kazanmanın mümkün olduğunu düşünmüyorum. Savaşmaya devam edersiniz. Irak gibi, açıkçası… Evet, Irak’ta müthiş bir ilerleme kaydedildi. Ama halen korkunç saldırılar yaşanıyor, o yüzden tetikte olmalısınız. Bizim ve hatta çocuklarımızın hayatlarının sonuna kadar içinde olacakları bir savaş bu.” Egemen bir gücün sesi, bu hadisede istisnanın kural olduğunu böylece anlatıyordu.

‘MEŞRU SAVAŞ’

Verdiği cevaba katılmasam da Alman Filozof Jürgen Habermas önemli bir soru sorar: “İnsan haklarıyla bağdaştırdığımız evrensellik sadece Batı egemenliğini saklamak için kullanılan gizli ve riyakar bir araç mıdır?​” ‘Gizli’ ibaresi çıkarılabilir. İşgal edilmiş bu topraklardaki deneyimler açıkça ortada. Afganistan’da savaş 10 yıldır sürüyor, kanlı ve acımasız bir çıkmazdaki ülkenin kukla rejiminin başkanı ve ailesi ceplerini kirli paralarla doldururken ABD/NATO güçleri de isyancıları mağlup edebilecek durumda olmadığını gösteriyor. İsyancılar canları istediği anda Karzai’nin sahtekar kardeşini öldürebilecek, iş birlikçilerini harcayabilecek ve NATO’nun kilit pozisyondaki istihbarat personelini intihar eylemleri ya da helikopter savarlarla ortadan kaldırabilecek durumda. Bu arada ABD ile neotaliban arasındaki uzatmalı görüşmeler de birkaç senedir devam ediyor. Bu hedef, bir çaresizliğe işaret ediyor. NATO ve Karzai çaresizce, Taliban’ı yeni bir ulusal hükümetin inşasına katılmaya ikna etmeye çalışıyor.

Yönetici seçkinlerin omurgasını oluşturan ve yeniden sömürgeleştirilmek istenen ülkelere yönelik kendi değerlerinin savaşlar aracılığıyla kabul ettirilebileceğine inanan Amerikalı liberal ve muhafazakar politikacılar hâlâ kendi durumlarıyla kör olmuş ve duvarda ne yazdığını göremez haldeler. Terörist şiddete karşı göstermelik tutumlarına karşın işkenceleri, bireylerin hedef alınarak öldürülmesini, insanların mahkemeye çıkarılmadan tutuklanmasını savunmak konusunda hiçbir sıkıntıları yok. Bu sırada hükümetleri tarafından yürütülen savaşlara karşı çıkan Avrupalı ve Amerikalı iyi vatandaşlar da gözlerini Irak, Afganistan, Libya veya Pakistan’daki ölü, yaralı ya da yetim kalmış çocuklardan başka tarafa çeviriyor. Liste büyüyerek devam ediyor.

Savaş, artık ABD’nin onayıyla yapılıyorsa ya da tercihen ABD’nin bizzat kendisi tarafından yapılıyorsa meşru bir araç. Bugünlerde savaş, ‘insani’ bir gereklilik olarak niteleniyor: bir taraf suç işlemekle meşgulken, sözüm ona ahlaken daha üstün taraf da gerekli savaşı yönetiyor ve yenilmesi gereken devletin bağımsızlığı yok sayılıyor. Eski devletin yerine konulansa, askeri üsler ve ekonomik egemenlik aracılığıyla dikkatlice kontrol altında tutuluyor. 21.yüzyıl sömürgeciliği ya da hakimiyeti, askeri ya da politik operasyonları uygulayabilmek için temel yandaşlarından olan küresel medya ağlarıyla destekleniyor.

OBAMA BALONU

ABD’nin kendi iç güvenliğinden başlayalım. 2008 kasımında birçok liberalin hayal ettiğinin aksine, Amerikan politik kültürü hızla itibarsızlaşmaya devam ediyor. Hukukçu-Başkan(Obama) ve ekibi trendi tersine çevireceğine hızlandırdı. Bush dönemindekinden daha fazla göçmen sürgün edildi; Hukukçu-Başkanın kapatma sözü verdiği Guantanamo’da mahkemeye çıkarılmadan bekleyen tutuklular içerisinde salıverilenlerin sayısı daha az; Kimin dost ve düşman olduğunu belirleyen ‘Vatanseverlik Yasası’ yenilendi, Kongrenin onayına sunulmadan,  ‘Bağımsız bir devletin bombalanması düşmanca bir eylem değildir’ gibi uyduruk bir temellendirmeyle Libya’da yeni bir savaşa girildi ve bu liste de her geçen gün uzamaya devam ediyor.

Politika ve güç geri kalan her şeyi geçersiz kılıyor. Hâlâ Bush yönetiminin yasaları aştığına inanan ve demokratların daha normal bir yaklaşımın örneğini sergilediklerini düşünen liberaller politik taraftarlıkla kör olmuş durumdalar. Obama’nın içi boş havalı hitabetini saymazsak bu yönetimle bir öncesini ayıran çok az şey var. Bir an için politikacı ve propagandacıların kendi ön yargı ve tabularını Amerikan toplumuna dayatma gücünü yok sayalım, bir bütün olarak güç, çoğunlukla insafsızca ve kindar bir şekilde her kesimden muhalefeti susturmak için kullanıldı. Halen bir suçlu ve halk düşmanı gibi muamele gören Bradley Manning, Thomas Drake (Liberal medyadan yükselen büyük protesto sesleri sonrası serbest bırakıldı), Julian Assange, Stephen Kim gibi isimler bunu herkesten daha iyi biliyor.

Bu itibarsızlaştırmayı hiçbir şey  Usame bin Ladin’in Abbotabad’da öldürülmesinden iyi tanımlayamaz. Yakalandıktan sonra mahkemeye çıkarılabilirdi ama yakalayanların böyle bir niyeti zaten hiç olmamıştı. O gün New York’ta duyulan tezahüratlar liberal hissi özetliyordu: “A-B-D, A-B-D”, “Obama Usame’yi yakaladı”, “Bizi yenemezsiniz.”

Bunlar, Avrupalı liderler, emperyal ülkeler ailesinin genç partnerleri ve bağımsız olmayan ülkeler tarafından daha diplomatik bir dille ifade edildi. İkiyüzlülük politik kültürün ortak yüzü haline geldi.

SON ‘İNSANİ’ SAVAŞ: LİBYA

‘İnsani müdahale’nin son örneği, Libya’yı ele alalım. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kamuflajında gerçekleşen Libya’daki ABD-NATO müdahalesi, bir diktatöre karşı yükselen hareketi destekler gözükerek Arap isyanlarını Batı kontrolüne alıp sonlandırmayı, zora ve kendiliğindenliğe el koymayı ve statükoyu yeniden sağlamayı amaçladı. Şimdi aşikar olduğu üzere İngiliz ve Fransızlar, zaferin ve 6 aylık bombalamanın ücreti olarak Libya petrol rezervlerini kontrol etmenin keyfini sürüyor.

Bu sırada Obama’nın Arap dünyasındaki müttefikleri de ‘demokrasi getirme’ işindeki gayretli çalışmalarını sürdürüyor.
Suudiler, nüfusun zulme uğradığı ve geniş çapta tutuklamaların yaşandığı Bahreyn’e girdi. Bunlar El-Cezire’de pek yayınlanmadı. Neden acaba? Kanal, bir şekilde frenlenmiş ve sahipleri tarafından hizaya sokulmuş gibiydi. Bunlar ve aktif bir ABD desteği. Çoğunluğun nefret ettiği Yemen’deki despot, Suudi karargahındaki uzaktan kumandasıyla vatandaşlarını öldürmeye devam etti. Ona karşı, bırakın hava sahasını kapatmayı silah ambargosu bile uygulanmadı. Libya, ABD ve onun Batı’daki bekçi köpeklerinin seçici koruculuğunun bir başka örneğini teşkil etti. Neoliberalizm ve savaşın en ateşli Avrupalı savunucularından Alman Yeşiller’in de bu ekibe ortak olmak istemesi onların kendi evrimi ve  bu müdahalenin esas erdemleri ya da erdemsizlikleri üzerine çok şey söyledi.

Batının yaratacağı, Batı himayesi altındaki sefil devletin sınırlarına dahi Washington’da karar veriliyor. Çaresizlikten NATO’nun bombardıman jetlerini desteklemek zorunda kalan Libyalılar bile seçimlerinin pişmanlığını yaşayacaklar tıpkı Iraklı benzerleri gibi.

MÜCADELE SONA MI ERDİ?

Tüm bunlar, bir noktada üçüncü bir aşamayı tetikleyebilir: Milliyetçi bir öfkenin Suudi Arabistan ve çevresine yayılmasına neden olabilir ve şüphesiz Washington, Suudi kraliyet ailesini güçte tutmak için gereken her şeyi yapacaktır. Suudi Arabistan’ı kaybederlerse Körfez ülkelerini kaybederler. Libya saldırısı, Kaddafi’nin her cephedeki embesilliğinin de sayesinde, Batılı güçlerin insan hakları savunucusu gibi gözüküp inisiyatifi sokaklardan geri alması üzerine dizayn edilmişti. Bahreynliler, Mısırlılar, Tunuslular, Suudiler, Yemenliler bu son maceraya ikna olmayacaktır. Avrupalı ve Amerikalılar dahi destek vermekten çok karşı çıkacaktır. Mücadele henüz hiçbir suretle sona ermedi.

19. yüzyılda Alman Şairi Theodor Däubler şöyle yazmıştı: “Düşman, kendi sorunumuzun vücut bulmuş halidir ve o bizi, biz de onu aynı sona kadar kovalayacağız.”

Bugünkü bakışın problemi ABD politikalarının ihtiyaçlarına göre şekillenen düşman kategorisinin çok hızlı bir şekilde değişiyor olması. Dün, Saddam ve Kaddafi dostlardı ve batılı istihbarat örgütleri tarafından düşmanlarına karşı düzenli olarak destekleniyorlardı. Kaddafi, dost haline gelirken Saddam düşman oldu. Ve böylece küresel düzensizlik devam etti. Usame bin Ladin’in ölümü Avrupalı liderler tarafından dünyayı daha güvenli bir yer haline getirecek bir olay olarak selamlandı. Gidin bunu perilere anlatın.

www.counterpunch.org'dan çeviren: Mithat Fabian Sözmen

ÖNCEKİ HABER

Heykeli yıkılacak adam

SONRAKİ HABER

Arap Baharı'nı kışa çevirecekler

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...