07 Aralık 2014 04:31

(Yerel) ekoloji hareketleri ve (yerel) siyasetin hasbihâli

Ne zaman bir yerel çevre/ekoloji/yaşam alanı mücadelesi haberi paylaşılsa sayısız tebrik mesajı ve destek RT’sinin yanı sıra muhakkak şu yılgın yorum ve türevlerine rastlıyoruz: “oylarını iktidar partisine verirken düşüneceklerdi!”

Paylaş

Sinan ERENSÜ*

Ne zaman bir yerel çevre/ekoloji/yaşam alanı mücadelesi haberi paylaşılsa sayısız tebrik mesajı ve destek RT’sinin yanı sıra muhakkak şu yılgın yorum ve türevlerine rastlıyoruz: “oylarını iktidar partisine verirken düşüneceklerdi!”

KENDİ EDEN KENDİ BULUR Kİ!

Bu sinik yorumları her okuduğumda gözümün önünde bilgisayar ekranının bir yarısında sürekli son seçim sonuçları açık, diğer yarısında yerel yaşam alanı mücadelelerine dudağını bükerek, omzunu silkerek laf yetiştirmeye çalışan küskün, asabi bir muhalif figür beliriyor. Sanki memleketin bir kısmı tam demokratik eko-sosyalist bir düzene geçti de, bunun dışında kalıp bir de utanmadan şikayet edenlere hadlerini bildirmek gerekiyor. Reel siyasetin ötesini görmeme isteği ve büyük kent ukalalığı içerisinde yapılan bu yorumların sahipleri sırf İstanbul 1994’ten beri yerelde aynı siyasi çizgiye oy veriyor diye Gezi direnişini de küçümsemişler midir acaba? Sol sinizm diye özetleyebileceğimiz bu tavrı ciddiye alıp cevap vermeye çok gerek yok. Yaşam alanı mücadeleleri ne seçim sonuçlarına indirgenebilir, ne de devrimden sonraya ertelenebilir.

Ancak bu yalın gerçek yerel ekoloji mücadeleleri ile güncel siyaset (özellikle de yerel siyaset) arasındaki ilişkiyi tamamen göz ardı etmemiz gerektiği anlamına da gelmemeli. Sinizm ile değil merakla sorulan “yerel çevre direnişlerinin yerel siyasete etkisi hiç mi ol(a)maz?” sorusu olanca çetrefili ile önümüzde duruyor. Gelin bu soruyu mütevazı bir şekilde cevaplamaya çalışalım.

YERELİN ALENGİRLİ YOLLARI

Öncelikle yerel çevre hareketlerini zaten çeşitli sınıf, statü ve siyasal görüşte birey ve grubun bir araya gelerek oluşturduğu koalisyonlar olarak düşünmeliyiz. Yerel çevre hareketleri sol gelenekten gelen eski tüfekler kadar, dar gelirli köylüler, köyü eskisi gibi kalsın isteyen kentli göçmenler, yaşam alanı zarar görmesin isteyen ev kadınları, deli fişek gençler, yerelin yaşlı önde gelenleri ve doğa meraklısı vatandaşlar gibi farklı gruplardan oluşuyor. İstisnalar dışında birçok mücadele önceden birbirlerini tanımayan, tanısa da çok samimi olmayan, kaba bir tabirle daha önce birlikte iş tutmamış insanların el yordamıyla inşa ediliyor. Bu inşaya yerel ilişkilerin yanı sıra kişisel husumetler ve sıkıntılı yerel tarihçeler damga vuruyor. Kimin ne kadar yerel olduğu, kimin kimi ne derece temsil ettiği, çetrefilli yerel ilişkiler yumakları yerel ekoloji hareketlerinin mesai harcamak zorunda kaldığı tatsızlıklar. Tüm bunların üstüne particiliği, hem de net ve adını koyarak eklemek, ayrılıkları daha da pekiştirebiliyor.  

Yerel yaşam alanı hareketleri için belli bir siyasete eklemlenmek ve mücadeleyi seçimlere endekslemek birçok yönden riskli. Bir siyasete fazlası ile yakınlaşan çevre hareketleri kolaylıkla “meseleye ideolojik bakmak” ve “samimi olmamak” gibi beylik ithamlarla suçlanabiliyor. Ancak esas endişe çevre mücadelelerinin açıktan desteklediği parti ve adayın kaybetme ihtimali. Böyle bir olasılık, mücadelesi verilen yaşam alanı meselesinin seçimle birlikte kaybedildiği anlamına mı gelir? Hadi o olmazsa bile böyle bir yenilgi ekoloji mücadelesinin ve onun başını çeken yerel dernek veya platformun tırnakları ile oluşturduğu meşruiyete, yarattığı çekim alanı ve dalgaya halel getirmez mi? Arkalarında halk desteği olduğunu hemen her gün bir vesile ile ya bilirkişi heyetine, ya jandarmaya ya da bilumum bürokrat ve yerel gazeteciye kanıtlamak zorunda kalan çevre mücadeleleri yerel ağırlıklarını riske düşürecek angajmanlara girmekten, reel siyasetin koridorlarında kaybolma korkusuyla, çekiniyorlar.

Tüm bunların ötesinde hakkını teslim etmemiz  gereken başka bir husus var. Türkiye’de yerel çevre mücadelesinin tarihi – ister Bergama’yı, Artvin’i ve nükleer karşıtı hareketi, ister HES mücadelelerini baz alalım – ana-akım siyasetin çevre sorunlarına kulak kabartmaya başlamasından çok daha eskiye dayanıyor. Sol ve sosyalist siyasetler de dahil olmak üzere “büyük” siyasetin yaşam alanı mücadelelerine ilgi göstermesi epey sancılı oldu, olmaya da devam ediyor (Kürt siyasal hareketi bu eğilime kısmen de olsa bir istisna olarak okunmalı). Bu mücadelelere çok uzun süre (belki Gezi’ye kadar) mesafeli davranıldı ve yerel aktörlerle kurulan bağlar bireysel ilişkilerin ötesine geçemedi. Siyasetlerin mücadelelerin içinde yer alan yerel temsilcileri dertlerini genel merkezlerine anlatmakta sıkıntı çekti ya da en iyi ihtimalle bu merkezler yerel mücadeleleri bir alan çalışması, girilemeyen yerlere girme imkanı olarak ele aldı. Siyasetlerin yokluğunda yerel hareketler mücadeleyi de, hukuk yollarını kullanmayı da, ekolojiyi de kendi kendilerine öğrendi, tecrübe etti. Bugün yerel çevre hareketleri ile siyasetler arasında organik bir bağ bulunmayışının nedeni siyasetlerin bu alana çok geç girmeleri, ekoloji ve yaşam alanı mücadelelerine dair söyleyecek otantik sözlerinin olmayışındandır. Yerel mücadeleler de, bunun kaçınılmaz bir sonucu olarak, teoride ve pratikte çok daha geride olan siyasetlere – sempati duysalar da – güvenemiyorlar. Buna farklı bir iktidarda saldırgan enerji ve altyapı politikalarının aslında çok da değişmeyebileceği öngörüsünü de eklemek gerekiyor.

SİYASAL UFUK MESELESİ

İşte meselenin kilit noktası biraz da burası. Ekolojiye, yaşam alanlarının nasıl kullanılabileceğine, doğa insan ilişkisine, tarımın geleceğine, kırsal hayatın insanları tatmin eden bir şekilde nasıl yeniden kurgulanabileceğine dair kuvvetli bir siyasi tahayyülün olmadığı bir ortamda yerel çevre hareketleri yeterince politik değil demek bu hareketleri reel siyaset oyununun ortasına çekmenin ötesine geçemiyor. Safların zorla daraltılıp netleştirildiği, saray entrikalarının en ufak seçim biriminde bile gündelik siyaseti belirlediği; merkezin taşrayı siyasi, ekonomik ve sosyal anlamda kafakola aldığı bir dönemden geçiyoruz. İptal edilen bir HES lisansı, geri çekilmeye zorlanılan bir maden firması, yeniden elde edilen bir köy müşterek alanından sonra yeni bir hayat, yeni bir toplumsal tahayyül var mı? Bu tahayyülü ne tek başına yerel hareketler, ne de tek başına siyasetler örebilecekmiş gibi gözüküyor. İlkinin ölçek, ikincisininse mekan sorunu var. Daha açık konuşmak gerekirse hareketler siyasal bir sorunu yerel başarılar ile ikame etmezken, siyasetler ise (daha yeni ısındıkları bir mecrada) sahanın kendisine uzak. İki taraf birlikte, birbiri üzerine basmadan, birbirinden öğrenerek sadece iktidarı değil onun üzerinde yükseldiği yağmacı ama yağmacı olduğu kadar da yaratıcı, hayal kurdurucu kapitalist ufku aşabilecek mi? Bunu hep birlikte tecrübe edeceğiz.

*Minnesota Üniversitesi Doktora Öğrencisi

ÖNCEKİ HABER

Mesele ağaç değil…

SONRAKİ HABER

Kaçak ocakta göçük: 1 ölü

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa