30 Kasım 2014 01:02

Eşitlik olmadan adalet olur mu?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi’nde yapmış olduğu konuşma uzun süre kadınların gündeminden düşmeyecek. Konuşmada yaptığı vurgular aynı zamanda iktidarın kadınlara uzun süredir çizdiği “hayatın” çizgilerini de belirginleştirmiş oldu. Kadınların yıllardır mücadele nedeni olan “eşitlik” in karşısına “adalet”i koyan iktidar, bu karşılaştırma ile aslında ne yapmaya çalışıyor? Kazanılmış olan haklarımızın yeniden tartışmaya açılması neye delalet? Tüm bunları 1997’de farklı kesimlerden kadınların oluşturduğu, eşitlik ilkesine ve kadınların haklarına dönük saldırılara karşı mücadele eden Eşitiz Kadın Grubu üyesi kadınlara sorduk. İşte yanıtları...

Paylaş

Gülşah İMREK

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi’nde yapmış olduğu konuşma uzun süre kadınların gündeminden düşmeyecek. Konuşmada yaptığı vurgular aynı zamanda iktidarın kadınlara uzun süredir çizdiği “hayatın” çizgilerini de belirginleştirmiş oldu. Kadınların yıllardır mücadele nedeni olan “eşitlik” in karşısına “adalet”i koyan iktidar, bu karşılaştırma ile aslında ne yapmaya çalışıyor? Kazanılmış olan haklarımızın yeniden tartışmaya açılması neye delalet? Tüm bunları 1997’de farklı kesimlerden kadınların oluşturduğu, eşitlik ilkesine ve kadınların haklarına dönük saldırılara karşı mücadele eden Eşitiz Kadın Grubu Üyesi kadınlara sorduk. İşte yanıtları...

Erdoğan'ın daha önceki "Kadın-erkek eşitliğine inanmıyorum" sözleri bir kırılma noktasıydı, bugün eşitliğin yerine adaleti koyması bir cüret ifadesi aynı zamanda. Nasıl yorumluyorsunuz?

Selen Lermioğlu: Erdoğan’ın, birkaç yıl önce Dolmabahçe’de kadın örgütleriyle yaptığı kapalı bir toplantıda “Kadın-erkek eşitliğine inanmıyorum” şeklindeki açıklaması, zaten uzun süredir fiili olarak yürüttüğü politikaların özünü ifade ediyordu. Bizim için esasında o zaman yapılan bu açıklama, bilinen bir gerçeğin ifşasından başka bir şey değildi, ama bir Başbakanın ağzından çıkması nedeniyle de son derece önemliydi. Zira son yıllarda gittikçe artan bir hızla AKP iktidarının yaptıklarına bir baksana! Bakanlığın adının değişmesi, kürtajın fiili olarak imkansız hale getirilmesi, kadın örgütleriyle hazırlanan şiddet yasasının içinin boşaltılması, kadın istihdamının kadını eve döndüren ve kapatan yarı-esnek modeller üzerinden yürütülmesi, fiili olarak bir çok kamusal hizmet ve alanda kadın-erkek ayrımlarının artması, KSGM’nin kurum olarak zayıflatılması gibi daha nice icraat saymak mümkün.  Tabi bir de iktidar temsilcilerinin kadınların kahkahasından, kızlı-erkekli kalınmasından rahatsız olduğunu söyleyen açıklamaları var. Bugün böyle cüret kazanmış olmasının nedeni artık hiçbir çekincelerinin olmaması desem? Art arda kazandıkları seçimler, üçüncü dönem iktidar olmanın getirdiği özgüven, “kendi” sivil toplum hareketlerini yaratmış olmaları, medyanın önemli bir çoğunluğunun kontrolünü ellerinde bulundurabiliyor olmaları, ekonomik rant ilişkileriyle önemli bir sermaye grubunun desteğini sağlamış olmaları gibi faktörler artık sahip oldukları geleneksel, muhafazakar, ataerkil zihniyeti rahatça ifade etme ve eski yıllarda daha gizliden, son yıllarda çok daha açıkça uygulamaya sokma güveni verdi kendilerine.

Bihter Somersan: Türkiye’nin siyasi tarihinde kadınlar ve kadınlık halleri üzerinden her daim siyaset yürütüldü. Bu anlamda erkekler tarafından şekillendirilmiş ve yürütülmekte olan bu “kadın projesinde” bir kırılma yaşanmıyor. “Yeni Türkiye’nin” yapılandırma aşamasında da bu siyasi gelenek ve pratik  doğrultusunda ve özellikle kültürel hegemonyayı konsolide etmek adına, “kadın” çok merkezi bir yerde rol alıyor. Türkiye’de kadın hareketi ve feminist literatür yıllardır bu ataerkil araçsallandırmaya karşın kendi siyasetini ve söylemini üretmiş, en önemlisi de sayısız kazanım elde etmiştir. Bu perspektifden bakacak olursak bu “cüret” hem kendi siyasi iktidarının ideolojisini seçmen kitlesi karşısında açık bir şekilde ortaya koymak, muhafazakar-dindar çizgiden taviz verilmeyeceğinin altını çizmek, hem de siyasi iktidarın organik olarak desteklediği “muhafazakar kadın hareketinin”  bu söylemler çerçevesinde daha da güçleneceğinin bir ifadesi olarak okunabilir.

Başka meselelerde olduğu gibi bunu da “fıtrat”la açıkladı Erdoğan. Akıllarında nasıl bir kadın tahayyülü olduğunu gösteriyor bu söylem?

Bihter Somersan: Kadın hareketinin son yüz yılda edindiği kazanımlar çerçevesinde eşit yurttaşlık, anayasal ve temel haklar çerçevesinden tamamen uzak düşen bir eşitlik anlayışı bu. Erdoğan ve siyasi iktidar tarafından kurgulanan kadınlara yönelik retorik ve dil, kadın erkek ilişkilerini tamamen dini söylem içerisinde eritmeyi, feminist teoriyi başlangıçlarında fazlasıyla meşgul etmiş olan, “eşitlikte farklılık” gibi tartışmalara da gönderme yaparak kadın hareketinin ve feminist teorinin ortaya koyduğu söylemlerin içini boşaltmayı ve kendi siyasi amaçlarına araç edinmeyi hedefliyor. Bugüne kadar AKP iktidarının ortaya koyduğu en başarılı siyasi pratik, muhalif, eleştirel, özgürlükçü ve eşitlikçi her hareketin ve grubun söylemlerini kendi siyasi projesi dahilinde araçsallaştırabilmesi oldu. Aynı şekilde AKP iktidarı Türkiye kadın hareketinin son kırk yıldır büyük mücadeleler sonucu ortaya koymuş olduğu ve hareketin temel ilkeleri olmuş olan eşitlik, özgürlük, çeşitlilik, farklılık, dayanışma gibi bir çok değeri ve ilkeyi kendisinin kurguladığı muhafazakar-dindar  “kadın” modeli çerçevesinde, kendi “kadın projesine” hizmet eden bir siyasi çerçevede son derece başarılı ve pragmatik bir biçimde kullandı. Bu siyasi pratik doğrultusunda “fıtrata”dayanan bir eşitliğe vurgu yapmak da, kadınlara toplumsal hayatta fıtratları, tabiatları gereği erkekten “aşağı olmayan” ama  “farklı” olan ve “ilahi bir adalet” tarafından belirlenmiş olduğu için, sorgulanması da mümkün kılınmayan bir rol biçmeyi hedefliyor. Tam da bu bizi çok tehlikeli bir kavşağa getirmektedir. Dini söylemin sorgulanması yapısal olarak bir çıkmaz olduğu için, kadın hareketi tam da bu noktada, “fıtrat değil anayasa” diyerek kadın hak mücadelesini tekrar anayasal temek haklar çerçevesine oturtmuştur.

Aynı zamanda "Kadınların öncelikle adalete ihtiyacı var" diyerek eşitliğin karşısına adaleti koyuyor bu anlayış. Neoliberal politikalarla belki de daha çok gündem edilen "Cinsiyet Adaleti" söylemi AKP döneminde çok dillendirildi. Ne kastediliyor eşitliğin önüne geçen böylesi bir adalete vurgu yapılırken?

B.S:  Kadın  hareketi “özel olan politiktir” diyerek zaten adalet kavramını yeniden tanımladı, yüzyıllardır süregelen eşitsizlikleri adaletsizlik çerçevesinde kavramsallaştırdı, aynı zamanda adaletsiz olan tüm ekonomik eşitsizlikleri, hiyerarşik ilişkileri ve politik güç dengesizliklerini ve bunları yeniden üreten tüm kurumları, aygıtları, ilişkileri ve kesişmeleri ifşa etti. Bu adaletsizliği dönüştürmek için yapısal dönüşümlerin her alanda ihtiyacını vurguladı. Bu anlamda zaten adalet ve eşitlik feminist teori ve pratik bağlamında birbiriyle yapısal olarak bağlantılı ve ayrıştırılmayan olgular. Ancak siyasi iktidarın kullandığı bağlamda “adalet”, bu feminist teori ve pratikten tamamen kopuk. Eşitliği adaletin temel ve vazgeçilmez bir önkoşulu olarak görmeyen, adaletin eşitliği kapsamak zorunda olmadığını ima eden ve bu anlamda dini referanslara vurgu yapmaktan kaçınmayan bir yaklaşım bu.

S. L: Ayrıca hukuk ve yasa ile adalet arasına keskin bir sınır çekiliyor. Siyasi iktidar yasaları hukuktan, hukuku da adaletten bağımsız gördüğüne göre, bu adalet ancak ilahi bir adalete vurgu yapıyor.Sadece kadınları değil, bir çok farklı grup ve kesimi doğrudan ilgilendiren bir adalet ve yasa/hukuk ilişkisi var burada. Şöyle bir laf etti Erdoğan örneğin; “Eğer devlet yasalar yapıp milletine bu yasaları dayatırsa oradan hukuk değil, zulüm doğar”
Devlet yasa yapmayacak, yasaların uygulanmasını sağlamayacaksa ne yapacak? Şiddet yasası bunun için mi uygulanmıyor, İstanbul Sözleşmesi bu yüzden mi umursanmıyor? Halk kendi adaletini mi sağlayacak? Tehlikeli laflar bunlar...

Konuşmalarında kadın hareketine ısrarla atıfta bulunan Erdoğan’ın sözleri AKP Hükümeti’nin yaratmak istediği kadın tipine dair nasıl bir fikir veriyor?

B.S: Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı aylar önce dehşet verici bir proje yürüttü. Yalnız yaşayan, aile kurumu içerisinde yaşamamayı seçmiş olan vatandaşlara yönelik, “Tüketen, tükenir!” başlığıyla, kendi “kellelerini” ellerindeki alış veriş poşetlerinde taşıyan insanların resmedildiği, ailenin “güçlendirilmesini” hedefleyen bir kampanya yürüttü. “Yalnız yaşayanlar, sizler %55 daha fazla elektrik, %42 daha fazla paket, vs. tüketiyorsunuz” diyor ilanda. Yani sayenizde kaynaklarımız tükeniyor, siz de tükeniyorsunuz diyor. Bu bir şiddet türüdür, devletin yapısal şiddetine bir örnek. Siyasi iktidar ise kadın hareketini ve feministleri aileye temelden karşı olan, anneliği kendi özgür seçimlerinin karşısında bir engel olarak konumlandıran insanlar yerine koyuyor. EŞİTİZ grubumuzun üyesi Hülya Gülbahar geçtiğimiz gün çıktığı Habertürk Kanalı’ndaki programda şu demeci vermek zorunda kaldı; “Benim feminist arkadaşlarımın çoğunun çocuğu var, hepsi tüm bu mücadeleyi çocuklarıyla beraber yürütüyorlar.”
Bizlerin karşı çıktığı temel şu; kadın olmanın yaşam gerçekliği içerisinde temel bir seçimden ibaret olan “anneliğin”, tüm varoluşumuzun temel amacı, nedeni, kutsal görevi olarak konumlandırılması. Bu bağlamda tüm bakım hizmetlerinin kadına yıkılması, kadının aileye hapsedilmesi ve üretilen sosyal politikalar çerçevesinde, kadınlara esnek çalışma saatleri, üç çocuk doğurursa erken emeklilik, vs. sağlama gibi yasalarla, kadınlar kamusal alandan, salt anne, eş olma ve bakım görevleriyle tanımlandıkları eve hapsedilmeye çalışılmaktadır.


KADEM, İKTİDARIN GÖRMEK İSTEDİĞİ KADIN HAREKETİNİN SEMBOLÜ

Kadın ve Demokrasi Derneği hükümetin oldukça içli dışlı olduğu bir dernek. Sümeyye Erdoğan'ın da yönetim kurulu üyelerinden biri olduğunu biliyoruz. Karşılarında görmek istedikleri kadın örgütlenmesinin somut hali böyle mi?

Özlem Altıok: Evet. KADEM hükümetin istediği gibi bir kadın örgütü. Bir defa “örgüt” denmesine bile içerleyebilirler, böyle bir tarihleri ve pratikleri yok. İkinci olarak, Cumhurbaşkanı’nın kızı kurucuları arasında. Ama burda bitmiyor tabi olay. KADEM'in düzenlediği etkinliklere bakalım. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı neredeyse hepsine katılıyor. “Bize niye gelmiyorlar” diye hayıflandığımızdan değil, yanlış anlaşılmasın. Eğer durum bu kadar vahim olmasa komik bir durum diyeceğiz. Mesele şu; zaten bu hükümetin muhafazakar siyasetine gönülden destek veren, bırakın genel olarak ataerkiyi veya kapitalizmi, mevcut siyasi erke eleştiride bulunma niyeti olmayan bir oluşumdan bahsediyoruz. Buna benzer oluşumların bir adı da var literatürde “Hükümet eliyle kurulmuş sivil toplum örgütü.” Bu da Bihter'in başta yaptığı hegemonya analizine somut bir örnek. Ama insan düşünmeden de edemiyor. Unutkanlığımıza güvendiklerinden olabilir ama bu kadar bariz olmasa sanki daha etkili olacaklar! Kendi siyasi gelenekleri doğrultusunda bir Türk-İslam kültürel hegemonyası şekillendirmek, bunu yaparken de kendi yandaşlarına kâr ve rant yolları açmak istiyorlar. Bu muhafazakar toplum modeli için genel olarak cinselliğin, ve bilhassa kadın bedeninin ve hatta kadın hareketinin “idare” edilmesi önemli. Bir “rıza üretimine” ihtiyaç duyuyor AKP, fakat kadın hareketı buna razı gelmiyor. Niye gelsin ki? Adaletsizliğe, eşitsizliğe niye rıza göstersin mağdur olanlar? Bu ülkede her gün beş kadın öldürülüyor kadın olduğu için veya “makbul” bir kadın olmadığı için. Niye razı gelsin insanlar birebir tecrübe ettikleri adaletsizliğe? Tüm bunlarla onun cevabını vermeye çalışıyorlar işte. Bu dini referanslarla süslenmiş söylemlerin amacı da bu. Çelişkiye bakın ki, “adalet” kavramını kullanarak var olan adaletsizliğin üstünü örtmeye çalışıyorlar. “Adalet burda hukukla veya mücadeleyle falan arayabileceğiniz bir şey değil, biz veririz, biz veremezsek de ahiret verir” resmen bunu demeye getiriyor.


KADIN HAREKETİNİN TARİHİ BU SALDIRILARA KARŞI DURUŞLARLA YAZILDI

Kadın hareketinin bütün bu çerçevedeki saldırılara karşı etkin bir söz üretebildiğini, bir karşı söylem üretebildiğini düşünüyor musunuz?
Özlem Altıok:
Bu bir süreç, mücadelemizin bir parçası. Biz her kesimden kadınlarla omuz omuza mücadeleyi hedefleyen ama bunu yaparken de temel prensiplerden ödün vermeyi istemeyen bir grubuz. Nedir o temel prensipler? Kadınların gördüğü ekonomik, siyasi ve aile kaynaklı şiddeti yapısal bir sosyal problem olarak ele almak ve buna karşı siyaset üretmek zorundayız. Kadına karşı şiddet, kadın emekçilerin yaşadıkları sıkıntılar, ücret eşitsizlikleri, taciz, vs. Temelde ahlaki veya münferit sorunlar değil bunlar. Buradan hareketle ve dayanışmayla karşı söylem üretme mücadelesi hiç kolay değil. Ama eşitlik gibi, o da uğrunda emek vermeye değer bir mücadele.
Bihter Somersan: Farklı siyasi konjonktürlerde kadınlara yönelik üretilen ataerkil saldırılara ve tehditlere karşın, Türkiye kadın hareketi her zaman etkin bir söylem üretebildiğini ortaya koydu. Kadın hareketinin tarihi bu anlamda bu “karşı duruşlardan” oluşur. Özellikle Türkiye’nin son yıllardaki siyasi tarihini doğru okursak, kadın hareketinin toplumdaki muhalif, eleştirel ve özgürlükçü güçlerin içerisinde en etkin seslerden biri olduğunu ve en etkin karşı söylemleri ürettiğini açıkça görürüz. Son yıllarda giderek artan kadınlara ve kadın hareketine yönelik bu saldırılar da, kadın hareketini güçlendiriyor ve ortak bir söz üretme konusunda kadın hareketine yapısal bir temel sağlıyor. Kadın hareketi bu bağlamda söz üretmeye devam etmekte son derece kararlı.

ÖNCEKİ HABER

Madenlerin denetimi taşeronlaşacak

SONRAKİ HABER

Bağış’ın ortağı AKP’li belediye meclis üyesi çıktı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...