27 Kasım 2014 00:49

Keşke bu yazıyı yazmasaydım

Gençlik arkadaşlarımız öldüğünde, ömrümüzün bir yanı eksilir. Yaşadığımızın tanıdığıdır giden. Uzun yaşamanın en kötü yanıysa sevdiğiniz kişileri birer birer yitirirken, tanımadığımız ya da pek hoşlanmadığımız yaşıtlarımızla baş başa kalmaktır.

Paylaş

Sennur SEZER

Gençlik arkadaşlarımız öldüğünde, ömrümüzün bir yanı eksilir. Yaşadığımızın tanıdığıdır giden. Uzun yaşamanın en kötü yanıysa sevdiğiniz kişileri birer birer yitirirken, tanımadığımız ya da pek hoşlanmadığımız yaşıtlarımızla baş başa kalmaktır.
Bin dokuz yüz kırklı yıllarda doğanlar sanatta elli yıla ulaştı. Melisa Gürpınar da kuşağımızın önemli şairlerindendi. TYS’nin ilk kadın genel sekreteriydi. Evlenip çoluk çocuğa karıştığında bir iki soluk çekilmişti dergilerden. Böyle davrananları edebiyat affetmez. Ama Melisa’ya bir ayrıcalık tanıdı anamız edebiyat. Çünkü o edebiyatı hiç reddetmemişti.  Çünkü  onun anlattığı şehir İstanbul’du. Aşık olduğu kişi İstanbul...Neler yazmışım o yaşarken diye baktım:
 “Melisa Gürpınar ne yazsa sözün sonu İstanbul’a ulaşır. Zaten İstanbul ile başlar söze. Değişen yaşam biçimleri, hoyratlaşan insanlarımız İstanbul odağından anlatılır.” Çünkü Melisa Gürpınar (1942), çok eski bir İstanbulludur. Ataları, şehri fethedenlerle gelmişler şehre. Kızıltoprak’a yerleşmişler. Melisa Gürpınar, değişen İstanbul’a katılan tatların kimi zaman tatsızlıkların çizelgesini tutar, kimi zaman şakacı bir dille, İstanbul orta sınıfının portresini de çizer.”
Sorduğu soru yaşamın içindendir:  “Sahi siz geçtiğimiz Kurban Bayramı’nda güzel bir çoban kavurma yediniz mi yanında nar ekşili bir çoban salatasıyla. Biz, içinde çoban sözcüğü geçen bu iki yemeği de bilmezdik, kırsal kesim kültürüyle tanışmadan önce. Ancak ‘Çoban Kızı’ şarkısı vardır ya, onu teyzem beni uyuturken ninni niyetine çalarmış kemanıyla... Herhalde bir çoban kızı kadar da özgür olmayı düşlermiş bu arada.”
Melisa, acımasız bir alaycıdır. Bu alaycılığı kristal bardakların içinde sunar. Affetmediği tek şey “dışarlıklı” kabalığıdır, “taşralı” samimiyetidir.
Melisa, şiir kavramını da böyle şakacı bir biçimde anlatır. Kara bir şakacılıktır bu:
“Kırklı, ellili yıllarda, mazbut aile babaları, devlet dairesindeki bir küçük memuriyetten, her akşam eve belli bir yorgunlukla dönüp ve birkaç kadeh Marmara şarabını içip pijamalarını giydikten sonra yalnızca radyoyla ilgilenirlerdi. Bozuk radyoyla. Onarmak için, o kocaman ampullü radyoların kapağını kaldırıp bir yana koyduktan sonra ağızlarındaki sigaranın külünü bile silkeleyecek bir zaman bile bulamadan, olanca ciddiyetleriyle ellerindeki tornavidayla saatlerce kurcalayıp dururlardı aygıtı. Şiir yazmak da böyle büyüleyici bir uğraştır belki. Hem bir alışkanlığı, hem bir amacı, hem de saçma olanı barındırmaya başlar eylem kendi içinde. (...) Sorumluluk isteyen bir iştir şiir yazmak. En has şairlerin bile şiir yazma eylemlerinde yukarıda anımsadığım o küçük memurun çaresizliğinden, içsel baskılarından, sıkıntı ve bıkkınlığından, kendine bir ortam arayışından, gizli bir sarhoşluk gibi sürekli yaşadığı acılarından, yansımalar vardır. Kendinden cılız bir ses almanın coşkusu ve onu başkalarıyla paylaşabilmenin mutluluğu da hemen yanı başındadır. Şiir, hem bir anda kırıp bozabileceğimiz eski ve hantal bir alettir, hem de içinden eşsiz ezgilerin yükselebileceği, sırça bir kutu.”
Melisa’yı İstanbul’un en eski kabristan şehrinden uğurlayacağız. Bu ölmüşler ülkesi için biraz fazla aydınlık bir camiden. Onun Güzel Acılar  Ülkesi (Mu Yayınları)  kitabının keyfini çıkaramadan çekip gidişinin acısını duyacağım.
Keşke bu yazıyı yazmak zorunda olmasaydım.

ÖNCEKİ HABER

VakıfBank Avrupa’da kayıpsız devam ediyor

SONRAKİ HABER

Melisa Gürpınar toprağa verildi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...