17 Kasım 2014 01:00

Amaç bütün ayrıcalıkların kaldırıldığı bir toplum

Cizire Kantonu’nda incelemelerde bulunan sosyolog Nazan Üstündağ’la bu bölgelerde yaşananları konuştuk. Hemen her alandaki değişimlerin müzakerelerle yapıldığının altını çizen Üstündağ, kadınların yönetimlerde, öz savunma, eğitim ve adalet alanlarında erkeklerden daha fazla yer aldıklarını vurguladı.

Paylaş

Serpil İLGÜN

Dikkatler, IŞİD barbarlığına karşı direnişinde ikinci ayını geride bırakan Kobanê üzerine yoğunlaşmaya devam ediyor. Ancak bu doğal yoğunlaşma, Rojava’da kurulan yeni sistemin nasıl sürdürüldüğü sorusunu geride bırakıyor. Kobanê’de kadını, genci, yaşlısıyla bir halk onca olanaksızlığa rağmen ne için bu destansı direnişi gösteriyor? Suriyeli Kürtlerin Beşar Esad yönetiminin 2012’de askerlerini çekmesinden sonra özerklik ilan ettiği Rojava’da nasıl bir hayat inşa ediliyor? 2014 Ocak ayında ardı ardına kurulan Cizire, Kobani ve Efrin kantonlarında özerklik, toplumsal hayatı nasıl değiştirdi? Yaşanan sıkıntılar neler?
Yanıtlar için, SAMER’in (Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Merkezi) Kürt hareketi üzerine yaptığı kapsamlı bir araştırma çerçevesinde, Cizire kantonunda incelemelerde bulunan Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Nazan Üstündağ’la konuştuk.

Önce SAMER araştırmasının hangi amaçla yapıldığı ile başlayalım?
Araştırmanın çıkışı, Kürt özgürlük hareketinin kendini Ortadoğu’da yeniden tanımlayışıyla ilgili. Kürt hareketinin bununla ilgili bir takım metinleri var, evet. Ama birincisi o metinler Kürt özgürlük hareketinin kavramlarını bilmediğiniz zaman çok açık olmuyor. Onu daha bilinen bir sosyolojik çerçeve içinde anlatmak istedik. İkincisi de, metinlerin dışında gündelik hayatlarda ne olduğunu görmek ve farklı gruplarla tartışmak. Bunun üç ayağı var. Müzakere, insani yardım ve inşa. Kürt hareketinin bu üç metodoloji üzerinden kendini yeniden başka bir muhataplık, başka bir evrensellik üzerinden tanımlanmasıyla özelde ilgileniyoruz. Çünkü Kürt özgürlük hareketi -illegal örgütlenmesini kastediyorum- sadece silahlı bir hareket değil. Evet, bir taraftan militanları olan bir örgüt ama bir taraftan da ideolojik, siyasal alanı olan bir örgüt.
Bu çerçevede Mahmur’a, Kandil’e, Ezidi kamplarına, Behdinan’a (orada HPG ve YJA STAR’la görüştük) ve Cizire Kantonu’na giderek farklı gruplarla sayısız görüşmeler yaptık.

Aslında diğer alanlardaki gözlemlerinizi de merak ediyoruz ancak tümünü yansıtmamız mümkün olmayacağı için, Cizire kantonundan yola çıkarak “özerklik gündelik hayatta nasıl kuruluyor” kısmına odaklanmak istiyoruz. Kadınlarla başlayalım. Kadın cephesinde ilk dikkat çeken değişim neler?
Kadınların üst düzey yönetimlerde erkekler kadar, hatta erkeklerden daha fazla yer almaları. Ayrıca öz savunmada, eğitimde ve adalette çok ciddi bir rol oynuyorlar. Rojava’da meclis yapısından söz ediliyor biliyorsunuz. Aşağıdan yukarıya giden bir yapı. Bunlar daha tam oturmuş olmasa da bütün halk meclislerinin bir de kadın meclisleri var. Kadınların öz savunması, kadın asayişi var. Eğitimde de kadın akademisi var. Kadın akademisi, kadın meclislerinde yer alacak kadınlarla çalışmalar yapıyor. Bir tek Kürt kadınlarla değil, Süryani kadınlarla da yapıyor, Arap kadınlarla da.

AKP hükümetinin Rojava için şöyle bir tezi var; bunu son dönemde Türkiye Kürdistan’ı için de söylemeye başladı. Kürt hareketini kastederek diyor ki, “BAAS’çılık yapıyorlar. Farklı olanları ya sindiriyorlar ya da kaçırtıyorlar.” Böyle midir? Farklı etnik kimlikler meclislerde kendini nasıl var ediyor?
Meclislerden bağımsız olarak anlatayım bunu çünkü meclisler Rojava’nın önemli bir ayağı ama en önemli ayağı değil.

En önemli ayak hangisi?
Bence öz savunma ve adalet ayakları. Beni en çarpan tarafı bunlar. Çok karıştırılan bir şey var, önce onun altını çizeyim; TEV-DEM (Demokratik Toplum Hareketi) ve YPG sadece Kürt oluşumları ya da sadece PYD değil. Bunların içinde zaten farklı partiler ve kimlikler var. Süryani, Hıristiyan yapılanmaları ve Arap yapılanmaları da doğrudan kanton temsiliyetine alınmış durumda.

Dolayısıyla bir baskıdan ya da eritmeden söz edilemez?
Kesinlikle. Mesela kantonun eş başkanı bir Arap. Süryaniler hükümette yer alıyor. Ve Cizir Kantonu bu açıdan önemli; çünkü diğer kantonlardan çok daha fazla çoğunluk taşıyor. Homojen bir nüfus yok. Türkmen de var, Çerkez de var, Araplar da var, Süryaniler de var. İkinci önemli özelliği, mesela diğer kantonlarda daha en baştan PYD’nin bir üstünlüğü, örgütlenmişliği var. Ama Cizire Kantonu’nda PYD dışında birçok siyasi irade var. Hükümetin içinde PYD’li olmayanlar da yer alıyor. Mesela Süryani grupları kendi eğitim devrelerini oluşturuyor. Arap kadınları Mala Jin (kadın evi) denilen ve kadınların sorunlarını çözen sulh ve adalet komitesine başvuruyorlar. Halkları daha çok katmak istediklerini söylüyorlar. Halkları katabilmelerinin yolu da, o halkların önderlerini tanıyarak oluyor.

Açar mısınız?
Yani halkların devrimci şekilde dönüşmesi şeklinde değil, halkların birlikteliğinin daha çok üst yönetimler tarafından ortaklık sağlanarak sağlanması söz konusu. Mesela Arap Şamir aşiretiyle gördüğümüz buydu. Öbür taraftan YPG’nin içinde Süryanilerin de, Arapların da öz savunma güçleri var.

Demokratik özerkliği gündelik hayata geçirmek kolay olmuyordur kuşkusuz. Geçen 10 ayda, en zorluk çekilen şey ne olmuş?
Birçok şey var. Dediğim gibi diğer halkların katılımının, dolayısıyla meclisleşmenin henüz yeterli olmadığını düşünüyorlar. Ambargonun getirdiği zorluklar var. Esad yönetimi, bütün diktatöryal ulus devletler gibi kişileri zayıflatmış, öznelliğe ciddi darbe vurmuş. Bu yüzden de insanların kendilerini yeniden bulmaları, sömürge ilişkilerinden kurtularak kendilerini özgür cemaatler olarak ifade etmeleri kolay bir süreç değil. Fakat burada ilginç ve zevkli olan zaten, bu soruların hiçbirinin cevabını tam olarak verdiklerini düşünmüyorlar. Ortaya çıkan sorunlar çerçevesinde günlük ihtiyaçlara ve uzun dönemli ihtiyaçlara göre örgütlenmelerini değiştiriyorlar, dönüştürüyorlar.

Mala Jin’lerin işlevini biraz daha açar mısınız? Kadınlar nasıl güçlüklerle karşılaşıyor?
Mala Jin’de bayağı zorluk çekiyorlar. Kadınlara uygulanan şiddet, boşanma veya ölüm vakaları Mala Jin’e geliyor ve sorunlar müzakere içinde çözülmeye çalışılıyor. Zaten bütün adalet sistemi buna dönüşmüş durumda.

Dolayısıyla Mala Jin’lerin üstlendiği işleri konuşurken, adalet sistemini de konuşmuş oluyoruz...
Evet. Çünkü iç içe geçen şeyler. Esad’ın mahkemeleri devam ediyor ama bu mahkemelere çok az gidiliyor. Kantonun kurduğu mahkemeler var. Ama kanton mahkemelerine de başvuru gittikçe azalıyor. Yani her 100 davanın yüzde 90’ı yerelde çözülüyor.

Nasıl?
Şöyle; her mahallede sulh komiteleri var. Şehirlerin halk evleri var. Ve kadın evleri var. Mesela kadın meselesiyle ilgili bir şey geldiği zaman sulh komitesinden kadın evine yönlendiriliyor. Kadınlarla ilgili olmayan meseleleri, sulh komitesi çözebiliyorsa çözüyor, çözemiyorsa şehrin halk evine gidebilir. Orda da çözülmüyorsa kantonun sulh komitesine gidiyor. Şayet orda da çözülmüyorsa ancak o zaman mahkemeye gidiyor.

Çözüm nasıl sağlanıyor peki?
Çözüm müzakere içinde üretilen bir şey. Tabii ki bir anayasa var, o anayasanın belli ilkeleri var. Ama çözümün biraz da yaşanılan yerde kabul görmesi lazım. Mesela Mala Jin, kadını tutarak çözmek durumunda. Ama oradaki normları da hiçe sayamaz.

Norm derken, feodal yargıları mı kastediyorsunuz?
Mesela diyelim ki bir boşanma söz konusuysa, o boşanmada şiddet varsa, zaten kabul görür boşanma. Ama diyelim ki kadın eşini aldatıyor. Bunun norm olarak kabul görmesi zor bir şey. Bunu kadının tarafını tutarak ama etrafın kabul edeceği bir şekilde çözmek gerekiyor. Bu her zaman olmuyor. Tehditler çok fazla. Bir kadın geliyor mesela. Kocası ikinci bir eşle evlenmek istiyor. İkinci eşe gidiyorlar, ikinci eş “ben belli bir yaştayım, evlenmek zorundayım ve evleneceğim” diyor. Burada iki farklı kadın görüşü var. Hangi kadınınkini tutacaksınız? Onlar birinci kadını tutuyor ve düğünü iptal ediyorlar. Daha sonra başka bir karar gerekebilir. Bunun iktidarlaşmaması, ezilenin tarafını tutması ama o ezilenin ne şekillerde ezildiğinin çoğul bir çerçeve ile anlaşılmaya kalkışılması… Bunların hiçbiri kolay işler değil.

Daha ağır cezalandırmalar gerektiğinde ne oluyor peki?
Cezaevi var. Ama minimal derecede kullanılmaya çalışılıyor. Çünkü daha çok eğitime alma gibi şeyler vardır Kürt hareketinde. Bir de şöyle; bu hareketin 30 yıllık bir birikimi var ve bu 30 yılda her şeyi de doğru yapmadı. Bir dolu yüzleşilmesi gereken hata yapıldı. Bununla hakikaten yüzleşmiş bir şekilde yeni toplum kurmak ne demektir ben orda gördüm. Bu hataları kabul ediyorlar, bundan acı çekmişler ve tekrarlamak istemiyorlar. O yüzden de bir kinle, intikamla cezalandırma meselelerini minimuma indirmeye çalışıyorlar. 30 yıllık mücadelenin bilgisi, hakikati, hemen tüm kurumda var. Bu çok önemli geliyor bana.


KADINLAR AÇISINDAN EN ETKİLEYİCİ OLAN ÖZ SAVUNMA

Öz savunma, özerklik meselesinin en temel ayaklarından biri. Siz de buna özel bir vurgu yapıyorsunuz. Öz savunma neden bu kadar önemli?
Hakikaten kadınlar açısından en etkileyici olan öz savunma. Kadınlarla ilgili bir mesele olduğunda devreye kadın asayişinin girecek olması, derdinizi sadece kadınlara anlatacak olmanız zaten büyük kazanımlar. Öz savunma her alanda zaten en etkileyici. Çok sayıda insanın silahlı olduğu bir ortamda anti militarist bir durum var.

Bu nasıl oluyor?
Bunu kavramsallaştırmakta güçlük çekiyorum ama bir erkeğin silahı olması, o erkeği diğer erkekler üzerinde iktidar sahibi yapıyor. Ama bir kadının silahı olması, kadını erkekle eşitliyor. Kadınların silahlı olması büyük bir özgürlük duygusu yaratıyor. Anti militarizm şu anda Cizire’de silahın yok olması olarak değil, birçok insanın silahlı olmasıyla yaşanıyor. Ve bu birçok insanın yarısı kadın.
Bunun yanı sıra da asayiş örgütlü. Yani komünün de, mahallenin de, şehrin de, kantonun da öz savunma birlikleri var.

EKONOMİ AKADEMİSİ EKONOMİNİN DEMOKRATİKLEŞMESİYLE UĞRAŞIYOR

Gelelim ekonomiye. Ambargo sürerken tüm bunlar için bütçe nasıl sağlanıyor?
Petrol önemli. Cizir, Kobani ve Afrin’e göre daha büyük bir kanton. Ticareti var. Ayrıca yıllar boyunca Suriye’nin buğday ambarı olmuş. Sömürge ilişkisi içinde gerçekleşse de -çünkü oradaki buğday devlet tarafından alınıyor, devlet buğdayın kime, ne kadara satılacağına karar veriyor- devletten gelen belli bir gelir var. Petrolde de aynı şey var. O nedenle çok fazla göze batmasa da bir sınıflaşma da var. Bir de belli hizmetler veriliyor ama minimum seviye ile belirlenmiş bu hizmetler. O seviyenin üstüne çıkan hizmetler ücretlendiriliyor.

Mesela hangi hizmetler?
Mesela su. Bir ailenin kullanacağı su, bir ailenin kullanacağı ekmek, bir ailenin kullanacağı petrol ne kadardır? Bunlar hizmet içerisinde var fakat minimumun üstüne çıktığında ücretlendiriliyor. Bir de Esad’ın sistemi tamamen çökmüş olmasına rağmen, Esad kendi iktidarını sürdürmek için memurlara para vermeye devam ediyor. Eğitim tamamen değiştiriliyor ama devletin eğitimcilerine hala Esad’dan para geliyor. Yani dönen bir ekonomi var. Ama bu ekonominin çoğullaşması, demokratikleşmesi için de bir ekonomi akademisi var, bu meseleyle uğraşıyor.


HERKES ÖĞRENCİ, HERKES EĞİTİMCİ

Eğitimde yaşanan sorunlar neler? Örneğin, bizdeki anadil sorunu Cizire’de nasıl çözülmüş? Ya da çözülmüş mü?
Dediğim gibi her şeyi müzakere ile yapmaya çalışıyorlar. “Devrim yaptık, bunu kabul edeceksiniz” dayatmasıyla değil. Eğitimle ilgili de bunu yapmışlar. Orada tamamen Arapçaya dayanan bir sistem var, biliyorsunuz. Kaynak açısından da, alt yapı açısından da bütün eğitim sistemini hemen değiştirmek imkânsız. Yani “Esad’ın okullarını kapatalım, bütün öğretmenler şöyle olsun” değil. Esad’ın memurları devam ediyor, ciddi itirazları da var değişimlere. Ama ısrarla müzakere ediyorlar. Her gün gidiyorlar. Bu şekilde Kürtçe ve Süryanice eğitim alınması sağlanmış. En son matematik derslerinin hem Kürtçe, hem Arapça verilmesi noktasına gelinmişti. Bir de tabi içerikleri değişiyor bazı derslerin. Mesela bizde de olan ulusal güvenlik dersi yerine, insan hakları dersi koymak gibi.

Eğitim ayağında bir de akademiler var değil mi?
Evet, bu anlattığım formel eğitim. Bir de enformel eğitim var. Bunlar, siyasi akademiler.

Yaygınlığı nedir?
Yayılıyor. Halk akademileri birçok yerde var. Bunun dışında bir de üniversite çalışması var. Mezopotamya üniversitesi. Tarih, sosyoloji, Kürt dili edebiyatı ve hukuk bölümleri var. Burada da onların eksiklik gördüğü şeyleri ben fazlalık olarak görüyorum! Kitapların olmamasından, çok donanımlı öğretim üyelerinin olmamasından şikâyet ediyorlar ama bence bu avantajlı olmuş. Çünkü gündelik hayat bilgisini değerli kılmayı sağlamış bu. Ve amaç bütün ayrıcalıkların kaldırıldığı bir toplum olduğu için… Yani nedir, hukuk bütün halkın, savunma bütün halkın. Bir avukat olmayacak, bir savcı olmayacak, bir asker olmayacak, herkes her şeyi yapabilecek. Nihayetinde düşlenen toplum bu olduğu için eğitimde de böyle bir radikal dönüş var. Bir taraftan herkes eğitimci, bir taraftan da herkes öğrenci. Yani üniversite dediğimiz şey altı aylık. Meclislerde aktif görev almanızı sağlayacak eğitimler veriliyor.

Peki, doktorluk, mühendislik, avukatlık gibi profesyonel mesleki eğitimler nereden alınıyor?
Sağlık alanına bakmadık, keşke baksaydık. Ama sonuçta mesele sağlığı da, mühendisliği de, hukuku da halklaştırmak olduğu için bir avukat olmasını istemiyorlar zaten. Esad’ın üniversiteleri devam ediyor ama kantonun amacı böyle bir eğitim değil. Şu an için altı aylık verilen, genişletilmiş, bütün halkın ürettiği bir eğitim sistemi ki her bir dava kendi tekilliğinde ve müzakere yoluyla çözülebilsin. Stabil hukuk sistemiyle, profesyonelleşmiş insanların halkın adalet anlayışına el koyduğu bir ayrıcalıklı toplumsallık gelişmesin…

Çocuklar ve gençlerin kültürel, sosyal ihtiyaçları için neler yapılıyor?
Kadın evleri, halk evleri gibi çocuk evleri kuruluyor. Hem çocukların bakımını topsulaştırma, hem de çocukların kendileri hakkında kararlar verecekleri çocuk meclisleri kurmak gibi planlar vardı.

KÜRT HAREKETİ, DEVLETİ FETİŞLEŞTİREREK SİYASETİ DARALTIYOR

Çözüm sürecinde bir süredir yaşanan krizin aşıldığına, en azından görüşmelerin süreceğine ilişkin açıklamalar yapıldı. Çeşitli değerlendirmeler var ama sizce süreç bu krizi neden yaşadı?
Dünyanın her yerinde oluyor bu. Ama Türkiye birinci aşamayı çok uzattı. Bu kesin. Müzakere edeceklerin kim olduğu ve müzakere başlıklarının ne olduğuna dair bir karar verme süreci birinci basamak olarak kabul edilebilir. Türkiye ikinci basamağa geçmemekte ısrarlı. İkinci basamak için bir yasa çıkartıldı ve o yasayla birlikte bütün bunların işleneceği düşünüldü. Birincisi, devlet çok homojen bir yapı değil. Devletin içinde çok farklı güçler var ve bunların hangileri bu müzakerenin nereye kadar gitmesini istiyorlar, bu müzakerenin kimlerle olmasını istiyorlar? Bu zaten karmaşık bir şey. Öte taraftan Kobani meselesi çerçevesinde gömülen çelişkiler tekrar ortaya çıktı.

Ne gibi çelişkiler?
Bir kere şeffaf olmaması en büyük sorun. Çünkü halka verilen mesaj sürekli gerilim mesajı. Hareket de gerilim mesajı veriyor, hükümet de. Ve halka geçirilen tek duygu öfke ve çıkmaz. Böyle bir durumda halkların ayaklanması çok doğal. Halkla, sürecin götürücüleri arasında hiçbir mekanizma yok. Bu bence zaten Kürt hareketi için de çok büyük bir soruna işaret ediyor.
Kürt hareketi, Türkiye devletini korkunç derecede fetişleştiren ve önemlileştiren bir söylem içinde. “Türkiye devleti şöyle çözüm yapmıyor, böyle yapmıyor.” Oysa ki Türkiye halkları diye bir şey var. Türkiye halklarına de seslenebilir mesela.

Öte yandan Kürt hareketinin devleti muhatap alması, eleştirilerini ona yöneltmesi doğal değil mi?
Şunu demek istiyorum, sadece Türkiye devletinin yapıp yapmadıkları üzerinden siyaseti değerlendirmek, bence siyasi bir şey değil. Bu siyaseti daraltan, devleti büyüten bir şey. Ve devleti tek aktör haline getiren bir şey. Türkiye devleti bizim hayatımızdaki en önemli şey değil. En önemli şey haline de getirilmemeli. Kürtler için de getirilmemeli, sosyalistler için de getirilmemeli.
Kürt hareketinin son dönemde en azından Kandil’den gelen mesajların hemen yüzde 90’ı “on beş gün içinde savaş çıkabilir, 15 Ekim’de savaş çıkabilir…” buydu. Kendi kendini tekrar eden ve kendi kendini daraltan bir siyasi söylem… Bu siyasi söylemde de baş aktör Türkiye devleti olarak kuruluyor. Oysa Newroz açıklamasında Öcalan tam da Türkiye devletini minimalize eden bir konuşma yapmıştı. Bunun siyasetinin hala yeterince oluşturulamadığını düşünüyorum.

Bir yandan da, “vandallar, teröristler diyen, PKK ve PYD’yi IŞİD’le eşitleyen, bir tür süreç vesayeti kuran hükümetle müzakere olabilir mi” tartışması sürüyor. Siz ne dersiniz bu tartışmaya?
Bu çok tartışılıyor ama bu soruları çok sevmiyorum. Çünkü bunun “bu dilden vazgeçilmeli” gibi bir ilk yanıtı var. Ama bir yandan da bunu söylemek siyasetsizlik. Sorun şu, bu dil konuşulurken ben hükümeti veya Türkiye halklarını veya Ortadoğu halklarını nereye, nasıl, ne şekilde götürebilirim? Türkiye devletini hangi siyasetlerle istediğim yere getirebilirim? Tartışılması gereken soru budur.

Yaşananların seçimle ilgisi yeniden kuruluyor. Kürt hareketi “Seçimi beklemeyeceğiz, Hükümet seçimden önce somut adımlar atmalı” diyor…
Kürt hareketini eleştirdiğim nokta tam da burası. Bunun bir siyasetsizlik doğurduğunu düşünüyorum. Çünkü Türkiye devletinin birden bire samimi ve iyi niyetli bir aktör olması mı bekleniyordu? Türkiye devleti, bütün bir geçmişini geride bırakarak ve sanki bütün ulus devletlerden farklılaşarak demokratik bir aktör mü olacaktı? Türkiye devleti tabii ki bütün kötülükleri yapacak. Biz karşımızdaki öznenin bizim elimize değişik geldiğini hayal edemeyiz. O özneyi değiştirmek ve zorlamak, o özneyi bölmek, halkla ilişkiye girerek onu marjinalize etmek gibi bir dolu farklı taktikle bu iş yürür. Ama işte burada çok büyük bir darlık var.

SÖMÜRGEYE KARŞI MÜCADELE ULUS DEVLET İNŞASIYLA SONUÇLANMAMALI

Kobani’deki direniş, Duhok toplantısı, peşmergenin Kobani’ye girmesi… Yaşanan gelişmeler, “Kürtler bağımsızlığa doğru mu gidiyor?” tartışmasına yol açtı. Cizire’den edindiğiniz izlenimler ışığında bu soruya sizin yanıtınız ne?
Bence Türkiye burada önemli bir aktör. Müzakerenin iki sene önce başladığından farklı bir noktada olduğunu düşünüyorum. Rojava’nın da, Kobani’den sonra farklılaşmış olacağını tahmin ediyorum. Çünkü sonuçta bir şekilde Kürt birliği noktasında Kobani kurtarıldı. Burada çoğulculuk, müzakere, ulus kimliği olmayan birliktelikler hülyasına çeşit çeşit darbeler vuruluyor. Uluslararası ilişkiler ve bölge Kürtleri, kendilerini bir ulus devlet olarak ifade etmeye mecbur bırakıyor. Özgürlük hareketinin inşa ettiği siyasi tahayyül bununla hiç ilgisi olmayan bir tahayyül, ama reel düzlemde Kürtler buna doğru itiliyor. Ondan dolayı bu başarı, işte “Kürtler bağımsızlığını ilan edecekler, dört parça Kürdistan birleşecek” şeklinde bir başarı değil, bölgenin zorlamasıyla mecburiyet olarak olabilir.

Başarı konusu belki ayrıca tartışılabilir ama sonuçta bunun gerçekleşiyor olması iyi bir şey değil midir?
Bence o zaman tarihi açamıyoruz demektir. Tarihin sonu illa ki ulus devletleşerek olmamalı diye bir iddia var değil mi? Özgürlük hareketinin kavramlarından doğru baktığımızda bir ulus devlet inşasıyla sonuçlanmamalı sömürgeye karşı mücadele. Çünkü sömürgeye karşı mücadele eden bütün halkların önüne Avrupa ve uluslararası ilişkiler, tek temsiliyet olarak ulus devleti dayattı. Ve o ulus devletin altında cinsiyet ve sınıf eşitsizlikleri yeniden üretildi. Hareket yüz yıllık bir deneyim üzerinden buna karşı koyan, çoğulcu bir toplum düşledi. Ve Kürtlerin dört parçaya ayrılmış olmasını bir eksiklik değil, bir güç olarak tanımladı. Her yerde verilecek demokratik mücadeleler bütün Ortadoğu’yu değiştirebilir, dedi. Şimdi bu demokratik mücadelenin önüne engel koyduğunuz, Kürtlerin ölümüne seyirci kaldığınız ölçüde, o zaman seçenekleştiriyorsunuz. Bu da kaçınılmaz bir son değil, yine uluslararası güçlerin dayattığı bir son oluyor. Bu da benim en isteyeceğim sonuç değil.

 

ÖNCEKİ HABER

HDK geleceğini tartıştı

SONRAKİ HABER

Türkiye-Kazakistan 3-1

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...