26 Ekim 2014 13:32

‘Oysa hayattayız hepimiz’

Paylaş

Mehmet Said AYDIN

Büyük bir kaza, bir âfet, beklenmedik olağanüstü bir gelişme, bir ölüm bir taziye haberi, bir savaş nerede olursa bizi daha çok ilgilendirir? Şüphesiz ki yakınımızda. Yakınımızda: Yani yaşadığımız bir yerlerde, yaşama ihtimalimiz olan bir coğrafyada, tanış olduğumuz bir kara parçasında, sevdiklerimizin içinde yaşadığı mekânlarda. Aşağı mahalledeki yangından çok, bizim sokağımızdaki yangını izleriz; çünkü bir gün o yangın gelip bizim oturduğumuz eve, özenle dizdiğimiz kitaplara, her birinin ayrı hatırası olan eşyalarımıza, kafamıza geçirdiğimiz bereye, zalim katil ve hırsızlara karşı yüzümüze sardığımız şallara bulaşabilir. O yüzden, insan yakınını özler, yakınına üzülür, yakındakine dertlenir. Daha çok; bu “enternasyonal” dertlerimize, tahayyüllerimize, istek ve heveslerimize ve dahi inançlarımıza halel getirmez üstelik. İnsanızdır.

İnsan olmayanlar da var bu havalarda. İnsanlık övülesi bir şey mi, ondan hiç emin değilim. Doğum yapan bir kediyi görüp yüzünü çeviren, bayramda beş yıldızlı otele bin atlıyla otobanlarda koştururken karşıdan karşıya geçmeye çalışan köpeği ezip ayağını bir an olsun frene götürüp durup bakmayı zül addeden, martıları ancak dilenciliğe alıştırıp bindiği vapurun terasından onlara ya fotoğraf çekilecek eşyalar yahut naylon hislenmelerin aracı yapan, komşusunun bahçesinde bir anda peyda olan kaplumbağanın oraya nasıl geldiğini asla merak etmeden Instagram’layan (şehre ‘düşmüş’ bir kaplumbağa yolunu şaşırmış bir canlıdır ve onu geldiği yere götürmek çok zor olmasa gerektir), yakalardaki pahalı çiçekler ve Cohen şarkısı eşliğinde edilen danslarla başlayıp seksist Orta Anadolu türkücükleriyle kapanan o çok sıkıcı düğünlerinin üzerine krema niyetine patlattıkları havai fişeklerle kuşları öldüren bir canlı türünün son tahlilde övgü sıfatı olup olmadığından emin değilim. Varoluş tarihi birbirini öldürmek, sevmediğini ispiyonlamak, hainliği bir haltmış gibi pazarlamak, durduğu yerden bütün evrene organize kötülük yapmak olan bir canlı türünden bahsettiğimiz ve bu türe hepimizin bütün sevdikleriyle dahil olduğu bilgisiyle yazıyorum bunları. Öteki türlüsü alıklık olur ve ben mahut zamanlarda alıklık yapmakla kendime meşhurum. Geçiyoruz.

TARİH BUNLARI YAZACAK ELBET

İnsanızdır ve insan olmayanlar da var bu havalarda. Canımızı yakan, vaveyla ettiğimiz, vaveyla etmeyenlere dehşetle baktığımız, bu dehşetin akabinde daha da öfkelendiğimiz zamanlarda, “tarih” denen kokusuz renksiz şeye sığınıyoruz. Diyoruz, “tarih bunları yazacak elbet.” Diyoruz, “tarihin mahkemesinde siz vicdanlarda yargılanacaksınız.” Ekliyoruz, “tarihimiz aslında bir ihanet ve yarı yolda bırakılmaların tarihidir.” Doğrudur, bize tarih diye dayatılan birçok şeyin aslında ne denli “muktedirin tarihi” olduğunu bir kere daha tespit etmek, bu yazıya da insanlığa da fayda sağlamayacak. Ama buna inanıyoruz, avcıların yazdığı tarihin hilafına aslanların yazdığı bir tarih de çıkacak. Gene şunu da eklemek lazım; aslanlar da kendinden menkul, hatasız bir tür değil, olmayacak. Günü gelecek büyük hatalar yapacaklar, günü gelecek akıl almaz şeylerin içinde bulacaklar kendilerini, günü gelecek “ben bunun hesabını tarihin karşısında nasıl vereyim?” diye önce kendilerine soracaklar. Ama şunu tırnak içinde, vurgulu, altı çizili ve kalın düşünecek o aslanlar: “Ben asla avcı tarafında yer almadım, ben asla zalim olmadım, ben asla masumların kanına sebep olmadım.”

Bir kitabın sadece sonuna bakarak bile, safımızın neresi olduğunu belirleyebiliriz gibi alıklıklar yapıyorum kimileyin. Çoğu zaman kerteriz kelimesini düşünüyorum; bu çok acayip, çok tuhaf, çok ölümlü, çok tozlu topraklı, bu çok “otursam oturamıyorum”lu, bu çok mahcubiyetli günlerden geçerken elim anca kelimelere gidiyor. Gidiyor da ne oluyor, işte o zaman da netame kelimesi devreye giriyor. Kerterizimi aldığım insanlar, metinler, düşünceler ile netameli durumlar, olaylar, haberler cenk ediyor. Tarihimiz, biraz da cenk edenlerin tarihidir. Cenk edenlerin ardından hayıflanmaların son tahlilde bir kerteriz olmadığını düşünüyorum. Netameli olmayan kısım bu, zaten. İnsanızdır, halen. İnsan, gidenine üzülüyor. O kitabın sonu:
“Bu benim için dünyanın en güzel, ama en kederli manzarası. Aslında, bir önceki sayfada gördüğünüz manzaranın aynısı, ama size iyice göstermek için bir kez daha çizdim. Burası Küçük Prens’in yeryüzünde belirdiği ve sonra da kaybolduğu yer.
Bir gün yolunuz Afrika’ya, çöle düşerse hatırlayabilmek için resme iyice bakın. Eğer, geçerken buraya da uğramışsanız, acele etmeyin lütfen. Yıldızın altında biraz bekleyin. Eğer bir çocuk size doğru gelirse, gülüyorsa, altın sarısı saçları varsa, hele soru sorduğunuzda yanıt vermiyorsa, o olduğunu hemen anlayacaksınız. O zaman, n’olur, böyle kederler içinde bırakmayın beni, geri döndüğünü yazın...”

NEJAT

Ben Nejat’ı tanımıştım, şehitlerin içinde hususi olarak Nejat’ı ayırmak, hassaten ondan söz etmek, en çok ona üzülmek için demiyorum bunu; bana temas eden biri olduğundan, bu âfeti daha net hissettiğim, sokağımdaki yangının bana evimin yangınını anımsatması kerterizinden ötürü Nejat’ın adını anıyorum. Hazırladığı playlist’teki şarkıların bana anımsattıkları ve mektubunun kerterizini anlıyorum. Anlamıyorsam da, hissediyorum diyelim. Ben olsam, onun mektubundaki gibi Neverland’e giden bir Peter Pan referansını akletmezdim ama, Küçük Prens’in sonunu anımsardım.

İnsan olmayanlar da var bu hayatta ve bir tarih varsa, bu tarihin dipnotu olacaklar insan olmayanlar o havalarda.

Tüm şehitlerimize ve onların billur kalplerine inanmak kerteriziyle... Bir sığırcığın göç mevsimine kalpten, dilden inanarak. Şimdilik, Bizans’tan.

* mehmetsaida@gmail.com,
@bahcelikusur

ÖNCEKİ HABER

HDP hükümetin partilerine yönelik açıklamalarına cevap verdi

SONRAKİ HABER

Analar, hâlâ çocuklarını aramaktalar

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...