28 Eylül 2014 08:13

Gayya Kuyusunda su ararken...

Barış gününde “sınır” denen ve çizgisini devletlerin çektiği ve önemsediği aslında varolmadığını bildiğimiz tel örgülerin arkasından hem Türkiye tarafında hem Suriye tarafında el ele tutuştular. Barıştan yana net bir tavır, net bir duruş sergilediler. Vicdanlarını rutine teslim etmediklerini gösterdiler.

Gayya Kuyusunda su ararken...
Paylaş

“gözlerimi kaldırıyor ve ufka bakıyorum. Ateşi ve alevleri görüyorum;harap olmuş tarlaları, talan edilmiş şehirleri görüyorum. Canavarlar! Dehşet verici bir gürültü duyuyorum. Nasıl bir kargaşa bu! Ne çok haykırış var! Yaklaşıyorum; bir katliam sahnesiyle karşılaşıyorum: Katledilmiş on binler, üst üste yığılmış cesetler; atların nalları altında can çekişenler ölümün imgesini ve ızdırabını çağrıştırıyor. İşte sizin barışçıl kurumlarınızın meyveleri! Yüreğim derinliklerinden merhamet ve hiddet yükseliyor. Evet, kalpsiz filozof! Gel ve bize, bir muhabere meydanı üstüne yazdığın kitabını oku bari şimdi”
Jean-Jacques Rousseau

Ebru Nihan CELKAN*

19 Ocak 2007 tarihinde insanların gözü önünde İstanbul’un ortasına yaşanan Hrant Dink suikastını temel alarak tarih boyunca yaşanan gazeteci suikastlarını tartışan “Tetikçi” oyununu ilk sahnelemek isteyen grup politik angajmanı olan, heyecanlı ve değerlerine çok bağlı bir grup genç erkekti. Onlarla yaptığım ilk ve son görüşmede aramızda geçen diyalog bana politikalar üstü bir vicdan algısına ihtiyacımız olduğunu ve eylemlerinin merkezine insanı koymayan hiçbir düşüncenin bizi barışa ulaştıramayacağını göstermişti. Oyunu yapmak isteyen gruptan tek bir isteğim vardı. Oyunun gazetecilere düzenlenen suikastların kaynağını düşünmek üzerine bir metin olduğunu ve yaşanan cinayetlerde herkesin sorumluluğu olduğuna inandığımı söyledikten sonra oyunun yorumunu politik bir temele indirgemek yerine, insan olmaya dair sorumluluklar üzerinden biçimlendirmelerini rica etmiştim. Aldığım cevap kısa ve netti: “Bizim bu suikastlerde hiçbir sorumluluğumuz yok.” Oysa ben hem bir insan olarak hem bir oyun yazarı olarak dünyanın neresinde olursa olsun yaşanan acılarda sorumluluğumuzun sorgulanması gerektiğini düşünüyorum.

SORUMLULUK NEREDE BAŞLAR?

Ağustos 2014. Şengal (Sincar) Dağına sürülen bir halk tarihinde 74. kez katliama maruz kalıyor. Tarihin sayfalarında bizden uzak olduğunu düşündüğümüz pogrom – soykırım – etnik temizlik – tehcir gözümüzün önünde nasıl ortaya çıktığı neye kime hizmet ettiği hakkında net bir tespitin bulunmadığı barbar bir topluluk tarafından açıkça uygulanıyor. Modern dünyanın akılcı yaklaşımı bu barbarlığı bir şekilde anlaşılabilir kılmaya çalışadursun, gerçekte olanı adım adım bir defa gözünüzde canlandırdığınızda yaşanan vahşete “insan” olanın tahammül etmesinin mümkün olmadığını daha net görebilirsiniz.
50 derece sıcaklık, çöl havası ve güneşten korunmak için battaniyelerin altına giren canların dayanamayarak susuzluktan hayatını kaybetmesi. Böylesine bir vahşetin yaşandığı dünyada insanlık, medeniyet ve uygarlık üzerine tekrar düşünmeli ve aslında insanlığın bu noktalarda aldığını düşündüğümüz yolun bir yanılsama olduğunu fark etmeliyiz. Êzidilerin böylesi vahşi bir şekilde katledilmesinin suçu kime aittir? Vahşetin sebepleri öylesine farklı parçalara bölünmüş ve öylesine farklı taraflara dağıtılmış durumdaki karşımızda tek bir sorumlu bulamıyoruz. Hatta bazı siyasiler sorumluluk hissetmek bir yana yaşananları araçsallaştırdıkları bir rasyoneliteyle açıklamaya çalışıyor. Ortada bir insanlık suçu var ve bu vahşeti büyük bir soğukkanlılıkla, entelektüel birikimini ve retoriğin bütün hilelerini kullanarak ekonomik çıkarların, ülke çıkarlarının, milli çıkarların korunması sözleriyle meşrulaştıranlar bu insanlık suçuna ortak olmuş oluyorlar.
Yaşananları görmezden geldiğimiz, bir şekilde hayatın doğal akışına uygunmuş gibi içselleştirdiğimiz noktada insan olma sorumluluğumuzdan uzaklaşmış oluyoruz. Soykırım normalleştirilecek bir durum değildir. Farklı dinden, farklı mezhepten olduğu için insanların kafalarının kesilerek öldürülmesi içselleştirilecek bir olay değildir.  

İNSAN BOZDU İNSANLIK YENİDEN İNŞA EDECEK

Bugün emirler, buyruklar, kurallar ve zamanın değerleri karşısında insan olarak, vatandaş olarak sorumluluğumuzun, vahşi pragmatizmle araçsallaştırılmış insan kıyımının karşısında evrensel değerleri merkeze alarak doğruları söylemek ve yalanı göstermek için harekete geçmek olduğunu düşünüyorum. Yaşamanın yani var olmanın yani nefes almanın sadece kendine karşı değil diğerine, ötekine, ben olmayana dair de bir sorumluluk olduğunu düşünen insanlar 1 Eylül Dünya Barış gününde “sınır” denen ve çizgisini devletlerin çektiği ve önemsediği aslında varolmadığını bildiğimiz tel örgülerin arkasından hem Türkiye tarafında hem Suriye tarafında el ele tutuştular. Barıştan yana net bir tavır, net bir duruş sergilediler. Vicdanlarını rutine teslim etmediklerini gösterdiler.
Benzeri birlikteliklerin günden güne derinleşen çatışmaların yaşandığı, kadim halkların yok edilmeye çalışıldığı, ortak kültürel mirasın yağmalandığı, ittifakların – müttefiklerin sürekli değiştiği, zarar görenlerin ise çoğunluğunun yaşlılar, kadınlar ve çocuklar olduğu Gayya Kuyusuna dönmüş coğrafyamızı yeniden inşa edebileceğimize dair umudu arttırmak ve başka hayaller kurmanın mümkün olduğunu anımsamak açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum. Vahşete taraftar olmamak vahşetin karşısında konumlanmak anlamına gelmiyor, açık ve net biçimde yaşanan bu insanlık dramının karşısında durduğumuzu göstermemiz, sebebi olmadığımız bir savaşı sebebi olacağımız bir barışa çevirmemizi sağlayabilir.

* Oyun yazarı

ÖNCEKİ HABER

Devletin tepesinde marazi üslup sorunları

SONRAKİ HABER

Kantonlar’dan ölümüne korkan Daltonlar

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...