18 Eylül 2014 06:00

IŞİD sopasıyla mezhepçi dayatma

'Türkiye’de okullarda zorunlu din dersi elzemdir' diyen Davutoğlu, sadece Başbakan değil aynı zamanda bir ‘akademisyen’ edasıyla konuşurken; bu konuşmada en az 7 temel ‘hata’ yaptı. Baştan söylemek gerekirse ‘akademisyen’ Davutoğlu, siyaset sosyolojisi dersinden kalmıştır. Arif Koşar'ın haber-analizi...

IŞİD sopasıyla mezhepçi dayatma
Paylaş

Arif KOŞAR
İstanbul 

Yeni eğitim-öğretim döneminin açılışı vesilesiyle Başbakan Ahmet Davutoğlu, Milli Eğitim Bakanlığını ziyaret etti. Okulların gündeminde; TEOG ile binlerce öğrencinin istemediği halde imam hatip okullarına yerleştirilmesi; farklı din ve inançlardan gençlerin zorunlu din dersi almak zorunda bırakılması gibi sorunlar olunca gazetecilerin soruları da bu yönde oldu.

Kendisine “Zorunlu din derslerinin kaldırılması” gerektiği yönündeki AİHM kararı hatırlatılan Davutoğlu’nun cevabı “Türkiye’de bunu dini baskı amacı gibi yansıtma çabalarını kabul etmemiz mümkün değil. Hele hele Türkiye’nin çevresindeki gelişmelere baktığınızda bu Türkiye için elzemdir. Ateistler tarafından kabul edilen bir gerçek olan, inanç sistemi olarak da yaşamıştır. Burada din kültürü ve ahlak dersine Türkiye’de duyulan ihtiyaç, başka ülkelere göre farklı olabilir. Türkiye’de ve Ortadoğu’da, Balkanlarda hiçbir sosyal olayı din olgusu dışında anlamak mümkün değil, gelişmeleri görüyorsunuz. Çevremizdeki ülkelerde doğru bir din kültürü, dinleri karşılıklı anlayışa dayanan şekilde öğretilmiş olsaydı bazı olaylar yaşanmazdı. Mesele burada müfredattır. Ben böyle bir baskı unsuru görmedim. Varsa konuşulabilir, tartışılabilir.” oldu.

DAVUTOĞLU, SİYASET SOSYOLOJİSİ DERSİNDEN KALDI!

Davutoğlu’nun sadece Başbakan değil aynı zamanda bir ‘akademisyen’ edasıyla konuşurken; kendisinin bugün akademisyen olan öğrencileri; bu konuşmada en az 7 temel ‘hata’, hem de lisans birinci sınıf öğrencilerinin bile yapmayacağı hatalar bulabilir. Baştan söylemek gerekirse ‘akademisyen’ Davutoğlu siyaset sosyolojisi dersinden kalmıştır:

1. Davutoğlu, AİHM açıklamasını değerlendirirken sanki Türkiye’de İslamiyet, Hıristiyanlık ve Yahudilik başta olmak üzere, Hinduizm, Budizm, Zerdüştlük gibi dinleri, bu dinlerin ortaya çıkış koşullarını, çeşitli mezheplerin doğuşu ve sosyolojik ayrılıklarını tarafsız bir şekilde ortaya koyan bir ‘din kültürü’ ya da ‘dinler tarihi’ dersi varmış gibi konuşmaktadır. 

2. Okullarda görülen Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi; genel olarak İslam, mezhepleri ve sosyolojisi bile değil İslam’ın Sünni/Hanefi mezhebinin inançsal yönlerinin ‘eğitim’idir. Bu nedenle Davutoğlu’nun “baskı yoktur” açıklamasının aksine sadece dini değil aynı zamanda mezhepçi bir dayatmadır. Tam da bu nedenle Aleviler, milyonlar halinde zorunlu din dersi uygulamasına itiraz etmiş, yüzlerce dava açmıştır. AİHM kararı, bu davalardan sadece bir kısmıdır. 

3. Davutoğlu “Mesele burada müfredattır. Ben böyle bir baskı unsuru görmedim.” demektedir. Doğru tespit; mesele müfredattadır. Din Kültürü dersi, yazarından içeriğine kadar tamamen Sünni/Hanefi itikadi/inançsal ağırlıkla hazırlandığı gibi; Hz. Peygamber ve Kuran-ı Kerim dersleri de tamamen mezhebi temellidir. Davutoğlu, bunları seçmeli ders olduğu için gündeme getirmiyor. Ancak; okullarda tek seçmeli ders bunlar olunca; öğrenciler zorunlu olarak bu derslerden birisini seçmek durumunda kalıyor. Özetle, 12 Eylül darbesiyle birlikte, cuntanın başı Kenan Evren, “milli birliği ve bütünlüğü” sağlamak için Türk-İslam sentezci ideolojiyle zorunlu din dersi uygulamasını getirirken; AKP ile zorunlu din dersi sayısı 3’e çıktı. 

4. Eğitimin bütünü açısından bakıldığında tablo çok daha vahimdir. İmam hatip okullarının sayısı kat be kat artarken sadece 10 yıl içinde bu okullara giden öğrenci sayısı 71 binden 700 binin üstüne çıktı. İmam hatiplere bir de baştan sona mezhebi bir temelde yapılan dini dayatmalar eklenince, eğitim sisteminin toplamında ciddi bir hak ihlali söz konusu. Açılan davalar ve yapılan itirazlar da bunun sonucu...

5. Türkiye’de İslamcılık ve İslamcılığın bugün hükümette karşılığını bulan onun temel eğilimleri; yıllarca “halkın dinine karşı devletin dininin dayatılmasını” eleştirdi. İktidarların Kemalizm anlayışındaki “Halka dini de biz öğretiriz” yaklaşımına karşı, ‘milletin, sivil toplumun, ümmetin’ dinini vurguladılar. Kemalistleri yukarıdan ‘laiklik’ dinini dayatmakla suçladılar. Şimdi; AKP, tam da o çok eleştirdiği ‘Kemalist’ iktidarların yaptığı gibi Diyanet İşleri Başkanlığı başta olmak üzere her türlü aracı ve zorunlu din derslerini kullanarak ‘devlet’ dinini dayatıyor.

6. Davutoğlu, laikliğin eğer varsa son kalıntılarını da ortadan kaldırmak üzere IŞİD korkuluğu kullanıyor... IŞİD’le ‘yasak aşkı’ gereği açıktan ismini vermese de Ortadoğu’daki radikal dinci terör örgütlerini işaret ederek, “Dini telakki ailede öğrenilir. Ama doğru ve sağlam bir dini bilgi eğitimle verilmezse, işte çevremizdeki radikalleşmenin kaynağını teşkil eden düzensiz dini bilgiyi denetleme imkanı kalmaz.” diyor. Böylece devletin; İslam’ı halka ‘öğretmek’, yaymak, “dindar ve kindar” bir kuşak yetiştirmek gibi bir sorumluluğu olması gerektiği sonucunu çıkartıyor. 

7.“Ben nasıl Marksist değilsem ama Marksizmi bilmem, bir ateistin dahi din kültürü bilgisi sahibi olması zarurettir.” diyerek Davutoğlu, gençlik yıllarından üniversitedeki yaşamına kadar başına bela olmuş Marksizm’i anmadan da geçemiyor. Tabi; kendisinin Marksizmi bildiğini ima ederek... Ancak karıştırıyor: Marksizm’i ‘duyması’ ortaokulda ya da lisedeki kitaplardan değildir. Yani ateistler bile dini konuları sosyoloji gereği bilmeli diyor; ancak burada tartışma konusu olanın “din sosyolojisi” değil Sünni inançsal dayatma olduğunu göz ardı ediyor.

Son olarak Davutoğlu’nun bu ‘hataları’ bilimsel kantarda belki onun sınıfta kalmasına neden olacaktır. Ancak; bunların gerçekten ‘hata’ değil hükümetin temel politikaları olduğu düşünüldüğünde ülke halkları için sonuçları sınıfta kalmaktan çok daha ağır olacaktır.


SEVERİZ AMA İZİN VERMEYİZ!’

Kürt illerinde yerel inisiyatiflerle açılan ve Kürtçe ana dilinde eğitim veren,  valiliğin de mühürlediği okullara ilişkin soruya Başbakan Davutoğlu, “Bizim herhangi bir Türkiye’de konuşulan dile ön yargılı yaklaşmadığımızı herkes bilir. Bundan çok değil 10 sene önce Kürtçe yayın yapan ulusal kanal, seçmeli ders olan okullar, öğretmen yetiştiren üniversite bölümleri olacak denseydi kimse inanmazdı. Nasıl Kürtçe saygınsa, hepimiz bunu biliyorsak, bütün kurumlar da bilmelidir ki Türkiye bir hukuk devletidir ve kamu düzeni esastır. Okul açmanın da bir prosedürü var. Ama herhangi bir benim çözümün tek çözümdür diyerek, dayatmayı yapamaz.” cevabını verdi. Oysa ana dilinde eğitim hakkı dünyaca kabul görmüş bir temel insan hakkıdır. Devletin bunu sağlama yükümlülüğü vardır. Sağlamadığı sürece Kürt sorunu çözülemeyecektir. Hükümet; Bulgaristan ve Yunanistan’da Türkler için savunduğu şeyi; sıra Kürtlere gelince vermek istememektedir. Öyleyse; gölge etmeyin bari!

ÖNCEKİ HABER

BOSSA’da seçim zamanı

SONRAKİ HABER

Sivas Valisi, katliamcıları bağrına bastı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa