17 Ağustos 2014 10:00

Bir Müslüm dinleyemeyeceksek neden terk ediliyoruz?

Sorulara verilen yanıtları okudukça uzun zamandan beri kimseyle böyle esaslı bir tartışmaya girmemiş, hesaplı sorular sorup hazırlıksız cevaplar almamış olduğumun farkına vardım. Esaslı bir sohbet yapmışız, bitince anladım. Hatta kitabın okurlarından biri şöyle yazmış “Çok tavsiye ediyorum. Kral muhabbet ettik gibi hissettiren bi kitap. Her türlü alıp okunur.”

Bir Müslüm dinleyemeyeceksek neden terk ediliyoruz?
Paylaş

Ezgi GÖRGÜ

Sorulara verilen yanıtları okudukça uzun zamandan beri kimseyle böyle esaslı bir tartışmaya girmemiş, hesaplı sorular sorup hazırlıksız cevaplar almamış olduğumun farkına vardım. Esaslı bir sohbet yapmışız, bitince anladım. Hatta kitabın okurlarından biri şöyle yazmış “Çok tavsiye ediyorum. Kral muhabbet ettik gibi hissettiren bi kitap. Her türlü alıp okunur.”  Kitap İletişim Yayınları’ndan geçen ay çıktı, Levent Cantek’in editörlüğünde Ankara’dan gelen kitap, şehrin karmaşası içindeki bir boksörü anlatıyor, karmaşa sadece şehirde değil onun kafasında da, belki de bu aralar hepimizin öyle. Pek aşina mıyız boksörleri anlatan kitaplara bilemem ama böyle bir boksör yok kitaplarda. İşte bu sebeplerle yazar Giray Kemer’le ‘olaylar’ hakkında olan sohbetimizi evrensel pazar’ın renkli orta sahasına bıraktık. Bu arada Ankara’ ya gitmeden Ankara özlemi yaşatan kitaplar listesine de eklenebilir.

Bu kitap hangi koşullar toplamının ürünü; nereden çıktı bu kitap?
2009-2010 gibi İstanbul’dan Ankara’ya döndüm. Hem bunalmıştım, en yakınlarımdan uzaklaşır olmuştum, hem okul bitmeyecek gibiydi... Kaçtım yani bir nevi.
Ve hep bir şekilde İstanbul’u tamamen kafamda bitirmeye çalışıyordum. Ama sanırım pek beceremiyordum. O dönem Ankara’da İstanbul’daki gibi yaşamaya çalışıp bocalıyor, mutsuz oluyor, İstanbul’a gidince huzursuz oluyor, sürekli Araf’ta kalıyordum. Bu kitapla birlikte İstanbul tamamen bitti. O dönemle ilgili kendimi yazmak zorunda hissettiğim şeyleri de böylece geride bıraktım sanırım.

Ankara İstanbul arasında eş-metres mevzusu meşhurdur. Ben artık tamamen sadık, tek eşli bir Ankara’cıyım.

Ayrıca istediğini yazmak için bir şekilde adının “yazar” olması gerekiyor. Ondan sonrası daha geniş bir özgürlük alanı. (En azından ben öyle umuyorum) ve tüm bu süreç “ilk kitap” olmadan olmuyor.

Kitapta hikayeler yer yer kesiliyor, kişiler değişiyor ancak kitabın ana karakteri olan boksör ilk hikayeden beri aynı kişiye takılı kalmış durumda, onca değişime rağmen. Neden devam etmiyor, birbirini tanıyan ama tanışmaya neden devam etmiyorlar?
Sonrasından pek ümitli olmadığı için geçmişe tutunmuş, orayla avunan insanlar olabiliriz. Bizim jenerasyonda bu biraz daha erken başladı. 68’li,78’li abilerimizin kafasına erken ulaştık sanırım.  

Birini tamamen tanıdığını iddia etmenin çok iddialı olduğunu düşünürüm hep. O yüzden daimi bir tanışma durumu söz konusu olabiliyor. Her konuda yeniden, her çatışmada yeniden, her bakış açısıyla, her farklı pozisyonda…

YÜKSEK KÜLTÜRLÜ ELİT ELLER UZAK OLSUN

Kendi hayatımdan bulduğumuz şeyler var hikayelerde. Artık edebiyat yüksek kültürlü, elit ellerde değil, öyle değil mi sence de?
Umarım öyledir. Çünkü yazmak biraz seçmektir, uydurmaktan ziyade. Ve Carver’ın dediği gibi yazıyı hazırlayan koşullar çoğunlukla edebiyat dışı şeylerdir. En azından kendi adıma edebiyatın çok edebi olmayan halini daha çok seviyorum diyebilirim. Yüksek kültürlü elit eller bizden uzak olsun.

Kitapta günlük erkeklik hallerinden ipuçları veren sahneler de mevcut, sarhoş iki erkeğin futbol konuşması kadar romantik bir şey yok mudur sahiden?
İlla ki vardır. Ama o durum bilmeyenin anlayamayacağı şahane bir şey. 10 sene önceki bir maçı yüzlerce kez aynı kelimelerle aynı insanlara, aynı heyecanla anlatmak, o anı, o anda paylaşılanı bu denli kutsamak romantizm değil de nedir?

Bir de her şeyden bağımsız metafora çok uygun bir alan futbol. İlişkilerde, meslek hayatında, karşılaşılan her yeni olayda üzerine oturup geyik yapmaya çok elverişli. Bir gün bir arkadaşımın sağ bekler üzerinden çok başarılı bir sınıf analizi yaptığını hatırlıyorum mesela.

Erkeklerin hayatında futbol neden önemli? Yerine başka bir spor dalı koysak aynı sonuç çıkmaz mı? Misal Eric Cantona neden sevilir?
İşte yerine boksu koymaya çalıştım. Olmamış mı? Futbol başka. Erkeklerin tamamını bilmiyorum. Ama benim için çok önemli. Eric Cantona çok sevilir çünkü mükemmel bir futbolcudur ama dahası vardır. Duruşu vardır. Sadece çok iyi olmak yetmez.Yoksa binlerce iyi futbolcu var; Pele, Platini, C. Ronaldo falan da mükemmel futbolcular mesela. Ama asla Sokrates, Best, Metin Kurt, Maradona, Cantona gibi sevilmeyecekler. Sahaya konulan yetenek, yüksek karakterle birleştiğinde bambaşka bir şey karşımıza çıkıyor. İyi sporcu olmakla büyük sporcu olmak arasındaki fark bu. Muhammed Ali’yi en büyük yapan da buydu.

BEN SENİ ÇOK SEVİYORUM YANİ İNSAN OLARAK...

Toplumun yüzde 50’sine göre İstanbul’daki Emek Sineması’nı değil de Demirören, Ankara’daki Akün Sahnesi’ni değil de 365’i sormak bugün adres sormanın tercih edilen tarifi oldu. Buna da ‘Yeni Türkiye’ diyor kimisi. Bu mudur yenileşme?

Yenileşme elbette bu değildir. Buysa da güzel değildir. Kentsel dönüşüm diye fakir fukarayı evinden barkından etmek, Taksim’e beton dökmek, İstiklal’i asfaltlamak, Atakule’yi yıkmak, en basit tabirle ayıp. Zaten bu “Yeni Türkiye” denen şeyin “Eski Türkiye”den intikam almak dışında bir vasfı, amacı yok. Elle tutulur güzel bir yanı da yok. Hele kendinizi hem eski hem yeni Türkiye’nin tek ortak nefret noktasında tanımlıyorsanız hiç yok.

Bu minvalde ortaya çıkan Yeni Türkiye edebiyatı var, bugün iktidarın ve iktidar savunucularının yapmaya çalıştığı ancak başarılı olup olmadığı tartışmalı bir konu. Hollywood sinemasından farklı bağımsız sinema gibi, misal Ken Loach filmlerindeki gibi anlatılan bizim hikayemiz mi artık? Bizim hikayemiz gümbür gümbür geliyor mu artık?
Gümbür gümbür değilse de usul usul aksın. Ama hiç kurumasın. Oralarda bir yerlerde dursun. “Bizim hikayemiz”i Yusuf Atılgan, Sabahattin Ali, Vüs’at O. Bener, Sait Faik, Vedat Türkali eskiden de yazıyordu. Hep bir şekilde varolmuş, evet hep azınlıkta olmuş bir “biz” var. Umalım hep olsun.

“Ama arkadaş kalabiliriz. Birlikte güzel vakit geçiriyoruz. Ben seni çok seviyorum. Yani insan olarak...” Böyle bir tümce geçiyor, kitapta sorduğun soruyu ben de sana sorayım;”İnsan olarak...” Bir insan, bir insanı başka ne olarak sevebilirdi ki?
Bunu kadınlara sormak lazım. Bilmiyorum. Ancak şunu rica edebilirim. Kadınlar birini terk edeceği ya da reddedeceği zaman saçma sapan yalanlar söylemekten vazgeçsinler. Zira komik oluyor. İnsan ister istemez gülümsüyor falan, anın büyüsü kaçıyor. Arabeskin törenselliği bozuluyor. Şöyle ağız tadıyla sağlam bir Müslüm, Gencebay falan dinleyemeyeceksek neden terk ediliyoruz?

OLAYLAR NEDEN ÖYLE BAŞLADI?

Kitaba adını veren öyküye gelirsek; neden olaylar boksörün pazı sarmasını yemesiyle başladı?
Çünkü İslam Çupi zamanında Olaylar, Sağ Bekin Lahana Sarmasını Yemesiyle Başladı’yı yazdı. Futbolu çok seven bir boksör hikayesi yazıyordum. Olay meyhanede geçiyordu ve meyhanenin en güzel mezesi pazı sarmasıydı. O öykünün adı o olmalıydı. (Uzun isimli kitap yazayım da ilgi çeksin diye bir derdim olmadı. Öyle olsa başka şeyler yazardım)

PS GÜNLÜKLERİ

PS Günlüklerini anlatır mısın? Nedir sizin kılavuzunuz?
“Arkadaşın Arkadaşı” öyküsündeki 3 kişinin evindeki defterdir o aslında. Hani bizim boksörün karıştırdığı. Öyküler arasında geçişler var sık sık. O da öyle. Benim düşüncemse o defterle ilgili; bazen aynı evin içinde bile konuşamaz insanlar birbiriyle, başka şeylere, başka kaçışlara ihtiyaç duyar. Önceleri sadece playstation skorları tutmak için tutulan defterler bir yerden sonra kendine bile itiraf edemediğin, sonrasında okumaya cesaret edemediğin ağırlıkta metinlerle dolabilir. Kılavuzumuz Müslüm Gürses’in Aldana Aldana şarkısında dediği gibi: “İyi günde her şey iyi oluyor. Kötü günde her şey kötü oluyor…”

Böyle bir boksör var mı?
Sanmıyorum.

ÖNCEKİ HABER

Topuk hizası değil topuklu ayakkabı

SONRAKİ HABER

‘Derman gitti ve yara kaldı’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa