27 Temmuz 2014 07:45

Kuş ölür sen uçuşu hatırla...*

İzmir’de faaliyet gösteren Bilimsel Tiyatro Atölyesi (BTA) geçen sezon İranlı bir kadın şair olan Füruğ’un hayatını sahneye taşıdı. Füruğ’un oyuncularından Orkun Kocabıyıkoğlu Evrensel Pazar okurları için, Füruğ’un yazarı ve yönetmeni Hayrettin Filiz ile konuştu.

Kuş ölür sen uçuşu hatırla...*
Paylaş

İzmir’de faaliyet gösteren Bilimsel Tiyatro Atölyesi (BTA) geçen sezon İranlı bir kadın şair olan Füruğ’un hayatını sahneye taşıdı. Füruğ’un oyuncularından Orkun Kocabıyıkoğlu Evrensel Pazar okurları için, Füruğ’un yazarı ve yönetmeni Hayrettin Filiz ile konuştu.

Hocam öncelikle Füruğ’u tanıtarak başlayalım. Kimdir Füruğ?
Füruğ İranlı kadın bir şair. 1935-1967 yılları arasında yaşamış İran’ın çalkantılı dönemine tanıklık etmiş, hiçbir politik direnişi olmayan-yaşamının son sekiz yılı hariç- sadece kadın olmayı önemseyen bir kadın. Bir yandan burjuvaziye peşkeş çekilen ülkeyi temsil eden şah, bir taraftan yükselen bir molla hareketi... Genç Humeyni döneminin içinde buna tanıklık etmiş, İran’da kadın olmaya çabalamış. Bizim Füruğ’dan beklentimiz; baskı altında kadın olması, mücadelesini veremeyen kadınlara bir model oluşturması ve düzenli okur-yazar oranı çok düşük olan ülkemizde bilinen bir yazar olmayan Füruğ’u tanıtmak.

Oyunun yazım aşamasından bahseder misiniz?
Bir yıldır neredeyse elim gözüm kulağım olan Işık Yalkın Karyeniç ile, İran edebiyatı üzerine konuşurken, “Füruğ okudun mu hiç?​” dedim. “Birkaç şiirini bilirim ama, ayrıntı bilmem” deyince, “Hadi yapalım” dedim. Niyetimiz bir dosyaydı sadece. İç hizmet dosyasıydı.

FÜRUĞ İZLEYENLERE YENİ BİR UFUK AÇTI

İç hizmet dosyası derken?
Yani sadece Bilimsel Tiyatro Atölyesi (BTA). Biz bilimin sivri, tartışmasız, pozitif verilerle kanıtlanmış atölyelerine inanırız. Bilimsel Tiyatro Atölyesi’nin bilimsel bölümü de bunun için bilimseldir zaten. Tiyatro estetiğidir, atölyesi de denemesidir. Hizmet eden bir duruşu vardır Füruğ’un. Dünya tarihi içinde edebiyat sosyolojisi, onun günümüzdeki ve 50 yıl sonraki yeni belgelerinden, yeni bilgilerinden elde ettiğimiz en kapsamlı çalışma. Oyunun sonunda yaptığımız anketlerle izleyicilerden aldığımız geri dönüşlerin -200’ün üzerinde anket elde ettik- yarısına yakını Füruğ üzerinden hayatında yeni bir ufuk açıldığını, onu merak ettiğini, onun ötesini kurcalamak istediğini söyledi. Bundan memnunuz çünkü, insanların resmi ideolojinin dayatmasına ortak olduğu, buna hayır diyenlere para desteği yaparak, buna hibe dediği, kredi dediği şeylerle onların repertuarlarını satın aldığını izliyoruz. Böyle olduğu için de biz gişe kaygısını öteleyerek, Füruğ gibi son derece zor, tüketilmesi de zor bir oyunu çok genç bir ekiple ve büyük bir aşkla 11 kez sahneledik iki aylık bir süreçte. Füruğ bu niyetle başlamış bir oyundu. Çünkü BTA nın bir tiyatro topluluğundan öte bir kültür hareketi olması gerektiğini iddia ediyoruz ve 15 senelik tarihinde bunu kanıtlamak için çok fazla sayıda oyun yaptık. Çok fazla atölye denedik. Biz bir kültür hareketinin devamını, devamlılığını sağlamak için buluşuyoruz.

FÜRUĞ DİRENEN BİR KADININ HİKAYESİDİR

Füruğ, aşk dediğimiz konuya farklı bir algı kazandırmıyor mu? Bizim kanıksadığımız, tüketmeye dayalı aşk algısını değiştirerek 50’lerdeki o İran kültüründe, baskıcı rejimin karşısında duran bir kadından ve yaşamına direk adapte ettiği bir aşk olgusundan bahsediyor oyun.
Evet, şiir aşkı. Füruğ şair olduğu için şiir aşkı. Bende sahne aşkı, bir ressamda fırça aşkı. Görseller değişiyor ama özündeki tutku değişmez. Füruğ zaten metnin bir yerinde diyor ” Tutku ve denemekten başka ne var ki hayatta?​” Bana kalırsa aşk dediğin şey birebir ilişkide bir kadınla bir erkeğin ilişkisi olduğu gibi bir inanmışla bir yaratıcıya inanan birinin ilişkisi de olabilir, bir anneyle çocuğun arasında da olabilir, iki hemcins dost arasında a olabilir. Yani tutkulu olan şeyler aşktır ve bu tutku en çok sanatta kendini tezahür eder. Öyleyse sanatı tutkusuz yapmak, kanıksamak ya da hazırlıksız gelmek sanatın kaybı olmaz. Sahnenin kaybı olmaz. O günkü seyirci biraz düşük bir oyun izler ama bunu yapan kişi topyekün kayıptadır. Füruğ bir direnç hikayesi bana kalırsa. Direnen bir kadının hikayesidir. Yanlış yapmadığı halde sürekli bir baskı altında, sürekli kadın olmanın ikincil olmakla eşleştirildiği bir zihniyette-ki Türkiye çok başka mı sanki-ben sadece kadınım diyor. Sadece kadınım deyip gözyaşı döken Füruğ- İbrahim Gülistan’la İran Komünist Parti’li (Tudeh’li)- bir adamla tanışır ve bakış açısı değişir. Füruğ’a İbrahim Gülistan’ın yaptığı en büyük iyilik ona sorumluluk vermesidir. Ona bir film çekmek üzere senaryo yazma kapısı aralamasıdır. Bir şans bulduğu anda Füruğ, dünyanın en iyi kısa film belgesel ödülü alıyor. O arada kalmışlık ve Füruğ’un aşk tanımına başka bir ses üflemesinin altında da ihtiyacın doğurduğu bir direnç vardır.

‘FÜRUĞ YAPTIYSA, SEN DE YAPABİLİRSİN’

Günümüzdeki tüm ilişkiler güçlü olanın diğeri üzerinde iktidar kurma çabası üzerinden şekilleniyor. Ancak Füruğ iktidarı reddeden, doğrudan paylaşımı yücelten, bunu da aşkla yapan bir oyun. Biz Füruğ’da kendimizi temize çekip hayata baktığımızda aslında ilişkilerin nasıl olması gerektiğine dair yorumlar yapabiliyoruz.
Bu BTA’nın çizgisine yakın bir anlayıştır çünkü BTA yasalarla şekillenmiş bir eşitliği savunmaz. Yani biz bu mücadeleyi anlatırken hayatın içinde kadın olmanın, erkek olmanın sınırsızlığını, ya da erkek olmanın sadece bacak arasına sıkıştırılmış bir organla açıklanamayacağını, keza kadın olmanın da sadece işte erkeğinkinden daha büyük memeler taşımasıyla ilintili olmadığını düşünüyoruz. Onun bir de aklı vardır ve değiştirme kudreti vardır. Bu değiştirme kudretini gözardı edip sadece onun memelerine takılırsak bu haksızlık olur. BTA üretimle ilintili bir şeydir. Üreten insanların şekli, boyu, taktığı takılar bizi bağlamaz. Sadece bu büyük harekette üretim yaptığı oranda BTA’da yerini yurdunu bulur ve bir yerden sonra onların cinsel kimlikleri geriye itilir. Kadın bir bilinç oluşumudur, fiziksel olarak erkekten farklıdır. Ama kadını ve erkeği hemhal yapan bir şey var: Düşünüş. Füruğ gibi 32 yıla, koskoca bir ülkenin tüm kurumlarıyla kavga vermiş bir kadın hayat oturtabiliyorsa, sen de yapabilirsin. Tek derdimiz budur. Özellikle alt kuşak ve kadın seyircinin bize ilgi duymasının, oyunumuzu popüler bulmasının nedeni bu olabilir.

‘KÖY ENSTİTÜLERİ SONSUZ REHBERİMİZDİR’

Köy enstitülerine de bir parantez açalım burada. Köy enstitülerini her sene anıyoruz BTA olarak. Köy enstitüleri uygulamada öğrenme üzerine dayalı bir modeldi. Bu modeli BTA üzerinden tanımlama gibi bir durumunuz var mı?
Biz köy enstitülerinin 1940-46 yılları arasında uyguladığı şeyleri bugün uygulayamıyoruz. Ona özenmek ne haddimize, sadece düşleriz. Sabahattin Aliler’in ders verdiği, Aşık Veyseller’in, Muhammer Sullar’ın ders verdiği, Mahir Canovalar’ın oyunculuk dersi verdiği bir yerde, o çocuk kendi tiyatrosunu yapar ve Türkiye tarihinde yapılmış en akustiği uygun sahneyse eğer ve bunu yamalı pantolonuyla ayakkabısız oraya gelen çocuk bir yıl sonra o yaptığı sahnede keman çalarak cumhurbaşkanına servis yapıyorsa, bir durup düşünmek lazım. Çocuğa sorumluluk vererek ona iş vererek iş içinde onu eğitirsek bana kalırsa evinde yatak toplamayan bir çocuk BTA’da tuvalet ovmazdı başka türlü. Velileri hayret içinde bırakan bir zihniyettir bu. Bizim sadece elimizde iyi bir oyuncak var, tiyatro gibi. İşte biz kendi içimizde bu kültürü doğru örgütleyebilirsek büyümemiz kaçınılmazdır. Ben çocuklarıma yöntemi öğretmeyi başarı sayıyorum. Enstitü bu anlamda bizim sonsuz rehberimizdir.

‘BTA KENDİNİ TİYATRO İÇİNDE KONUMLANDIRIR’

BTA’nın Türk Tiyatrosu’ndaki yeri nerededir sizce?
Şu an bunu yanıtlamak mümkün değil. BTA daha sürecini bitirmiş bir oluşum değil. İnşallah da hiçbir zaman bitirmez. BTA kişilerin işlettiği bir yer değil, bir zihniyetin, bir inanışın buluşması olmalıdır. Biz hareket eden bir şeyden söz ediyoruz. O yüzden değişen toplum sosyolojisine göre şekil alan, toplumsal refleksleri doğru okuyan, bunun içinde bilime yaslanan bir anlayışa atölye diyoruz. Bir ajit-prop oynamak bana çok doğru gelmiyor şuan. Bilim diyor ki ajit-prop savaş arifesinin yapısıdır ve sokağı kullanır. Yani slogan atar. Oysa ki biz hala Türkiye seyircisi olarak estetiği tamamlamamış, konik sahneyi tüketememiş bir seyirci kitlesinden bilet ücreti alıyoruz. 10 lira 5 lira 20 lira, neyse işte... O bilet parası yerine, yarım kilo kıyma alarak, 2 gün mangal yapmayı düşünen, bunun hesabını yapan insanlara tiyatro yapıyoruz. Diyorsun ki Türkiye’de BTA kendini nerede konumlandırır? Cevap: tiyatro içinde. Devletle başlayan her şeyi bi kere reddediyoruz. Devletin sanatı diye bir şey olmaz. Böyle bir zihniyetin içinde kalkıpta devletin savunduğu tiyatro bir otonom yapıya saygı içermiyor ki. BTA bu inatla burun üstü çakılıp ağzı yüzü yamulur, hücresi bile kalmayabilir. Ama bir soru...Ya kalırsa? Kalırsa da o zaman devrim olur. BTA bu anlamda sosyolojinin ihtiyaca bağlı olarak, ihtiyacın doğurduğu sanata inanır. O yüzden repertuarı fantastik ya da uçucu olamaz.

BTA NEYİ AMAÇLIYOR

Bilimsel Tiyatro Atölyesi 22 Mayıs 2000 tarihinde kendisini ilan etmiş profesyonel bir tiyatro topluluğudur. Asıl uzmanlık alanı, deneysel çocuk tiyatrosudur. Çocuk tiyatrosunda denenmemiş yöntemler, işlenmemiş konular ve eğitime öncelik sunan dil çalışmalarıyla, bir laboratuvar hizmeti vermeyi amaçlayan BTA; çocuk tiyatrosunun bir eğitim destekçisi, bir kültür hazırlayıcısı olduğu ilkesine inanır. Bir kültür hareketi olmayı hedefleyen BTA, ulusal tiyatromuzun baskılara yenik düştüğü günümüz koşullarında; ısrarcı ve idealist tutumuyla, özellikle çocuklar için ya da çocuklarla yapılan tiyatronun kurtuluş için tek çıkar yol olduğuna inanmaktadır. Yayınladığı manifestodan da anlaşıldığı gibi radikal bir duruş gösteren BTA; “ihtiyacın doğurduğu sanat”ın bir parçası olmayı ve ülke tiyatrosuna hizmet etmeyi erdem sayar.

*Füruğ Ferruhzad’ın şiirinden

ÖNCEKİ HABER

Kırmızı gül giderayak sende

SONRAKİ HABER

Hamas’ın ateşkes teklifi etrafındaki sağır edici sessizlik

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...