27 Temmuz 2014 07:46

Evli kadınının tarihi: bitmeyen bir abluka inşaatı

Norveçli yazar Ibsen’in “Bir Bebek Evi” oyununda, Torvald’ın eşi Nora’ya “Sen her şeyden önce eş ve annesin” demesiyle başlayan bir hikayemiz var. Farenin insan kulağını üfleyerek kemirmesi gibi Nora’yı tatlı tatlı evliliğe yedirmişiz. Gönüllü veya gönülsüz, binlercemizi kurban vermişiz.

Evli kadınının tarihi: bitmeyen bir abluka inşaatı
Paylaş

Selen DOĞAN

Norveçli yazar Ibsen’in “Bir Bebek Evi” oyununda, Torvald’ın eşi Nora’ya “Sen her şeyden önce eş ve annesin” demesiyle başlayan bir hikayemiz var. Farenin insan kulağını üfleyerek kemirmesi gibi Nora’yı tatlı tatlı evliliğe yedirmişiz. Gönüllü veya gönülsüz, binlercemizi kurban vermişiz.
Evli kadının tarihinin, bitmeyen bir abluka inşaatı olduğunu biliyoruz. Natamam bir esaret. Dön dolaş yine yazıklandığımız bir labirent. Kiminin feragat kiminin heba ettiği, pek de adil olmayan, çokça menfi bir ‘kurum’un içinde ne aradığımızı bilen yok. Kadın hareketinin 90’lara yürekli bir giriş olan sloganındaki gibi ‘emeğimizi, kimliğimizi, bedenimizi’ korumak için alternatif ‘aile olma’ biçimleri arıyoruz. Oysa oklar düğün derneğe yönelmiş. Demiş ki toplum; makbul ve muteber yurttaş, evli olandır! Medeni halini egemen olana uyduran, bu toplumda rahat eder! Kusura bakmayın, ezbere de kutsala da kafa tutuyoruz. Niye mi?
Biz kadınlar, yaşama eşitsiz bir yerden başladığımızı, bunun bir kader gibi ömürce süreceğini, bu sürekliliğin müjdecisi olan çeyizden anlıyoruz. Bir hedefimiz var, ona yürüyoruz. İlla evleneceğiz, başka türlüsü zavallılık; en çok buna inandırılıyoruz. Biri gelip bizi seçecek, biz seçen olmayacağız. Oğul anneleri yüzyıllardır sırtlarında taşıdıkları rolün gereğini düşünecek ve ‘kız aramaya’ başlayacak. Evlilik bir ‘kurum’ olduğu için iki kişi bir biçimde baş göz edilecek; kurumsallaşmanın tamamlanması için onaylanmış seks ve onun meyvesi bebeler lazım. Bu iş bu kadar teknik! Organik olarak tanıştırılmış kadın ve erkek birbirlerinin en iyi ve en kötü yanlarını görmeye ortam bulamadan birer yüzükle bağlanacaklar. Sonrasını biliyoruz.

EVLİLİK POLİTİK BİR MESELEDİR

Gelin-kaynana çatışmasının kadınların doğasında olduğunu söyleyenlere, bunun habitatımızın sentetik uydurmalarından biri olduğu yanıtını veriyoruz. Öğretilmiş bir çatışma hali bu, diyoruz. Ortadaki erkeği paylaşamama meselesinin erkek egemen hayat bilgisi dersinde belletildiğini bilmelerini istiyoruz. Ancak dayanışarak eril engelleri aşabilecekken niye birbirine girsin ki iki kadın? Niyesini soramadan aklımıza kazıdıklarımızla evlilik dahil her tür ilişkiyi cehenneme çeviren bir kültüre doğmuş olmamız ne fena!
Şükür ki aklı adalete ve eşitliğe çalışanlar olarak evliliğin fena halde politik bir mesele olduğunu da biliyoruz. Bunu bilmek mücadele gücü veriyor. Özel alan politiktir demişti büyükannelerimiz, onlara halen inanıyoruz. Örnekse; ev işi kimin işi diye soruyoruz. Özgürlüklerin cinsiyetini sorguluyoruz. Sorumlulukları tartıyor ve bu işte bir gariplik var diyoruz. Baskılanmanın, kapatılmanın, sessizleştirilmenin, haksızlaştırılmanın tarihinde kim daha çok özne, merak ediyoruz. Adaletin ev içlerine sızması en büyük dileğimiz. Ancak o zaman evlilikten bir dayanışma ortamı olarak söz edebileceğiz.
Evlilik bazen kendi komiğini içinden fışkırtan, bazen trajedide son nokta olan bir sahne gösterisi gibi. Heyulası kendinden menkul bir mesai… Bazen eşsiz bir dayanışma, bazen tatsız bir çekişme… Müşterek hayat zor, evet, ama becerebilirsen güzel de olabilir; dayatmasız, mahalle baskısız, önyargısız… Evlilik bir itaat oyunu değildir. Bir yanlış öğrenmeler tarihidir. Önceki nesilden devralınan mirasla yürütüldüğünde tadı kaçar. Kadın ve erkekler birbirini kiralamışlar gibi yaşayamaz bir evde. Biri diğerine günde beş vakit ayar veremez. Biri emeğinin üzerinde tepinilmesine izin veremez. Birinin konforu diğerinin eziyeti olamaz. Fasit döngüleri ters yüz edebilenler için bütün bunlar uzak ihtimal. Evliliğin kutsal, boşanmanın rezilce olduğu fikrinden uzaklaşmanın ise özgürleştirici bir sonucu var. Biz iyisi mi hayatta hep ezber bozan olalım. Başlayan her evliliğin, harici müdahalelerle yaşanmaz hale getirilip elbirliğiyle bitirildiği bir çağda, elimizi ve gözümüzü ve sözümüzü kişilerin üzerinden çekelim. Evlenmenin bir hak olduğunu, eğer istenirse kullanılabileceğini akılda tutalım.

DÜĞÜN

Düğün günü için dillendirilen ‘en mutlu günümüz’ klişesi toplumsal cinsiyet eşitliğine muhalefet ediyor. Evliliğin ‘her genç kızın rüyası’ olduğu öğretisi tenimizden içeri geçip illüzyonlu bir katman yaratıyor. Düğünün ekonomisi tuhaf sektörler doğuruyor. Bayağılık ana akımlaşırken, bu kadar pırıltının cazibesi duvarlara hapsedilmiş kadınlara iyi geliyor. Belki de yalnızlıktan korkutuldukları için ve evliliğin buna çare olacağına ikna edildiklerinden, hedefe kilitleniyorlar.
Düğün pek çok kadın için hiç de eğlenceli değil. Çünkü bu tantananın meşru cinselliğin ilanı olduğunu biliyor. Çokça bastırıldığı için, düğün gecesi neler yaşayacağına dair korkuların gölgesinde göbek ve kahkaha atmak da zor. Zaten yine cinsiyet rolleri gereği, gelin dediğin kahkaha da atmaz; bu kadar hafif olmaz. Uslu uslu porselen bebek rolünü oynar. “Bir Bebek Evi”nin Nora’sı gibi… Edilgenliğine hapseder kendini ve böylece onaylanır.

ÖNCEKİ HABER

Yoga ve Türkiye’nin halleri

SONRAKİ HABER

Kırmızı gül giderayak sende

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...