07 Temmuz 2014 20:37

Uzakta değil yanı başında!

Daha birkaç yıl öncesine kadar baskıcı-otoriter rejimlere başkaldırının aynı zamanda kendi hak ve özgürlüklerinin kazanılması anlamına geldiğini bilen kadınların bugün karşı karşıya bırakıldığı durum, hayatta kalma mücadelesinin ta kendisi.

Uzakta değil yanı başında!
Paylaş

Sevda KARACA
Bir sene önce, Haziran direnişinin gün dönümünde Diyarbakır’da bir konferans gerçekleştiriyordu Ortadoğu’nun ve Kuzey Afrika’nın kadınları. Demokratik Özgür Kadın Hareketi’nin çağrısıyla düzenlenen 1. Ortadoğu Kadın Konferansı, tam da bölgede taşların yerinden oynadığı ve savaşın toz dumanı arasından yeni bir sürecin işaretlerinin göründüğü bir dönemde gerçekleştirildi.
Halk ayaklanmalarının, sömürgecilerin mirası olan otoriter rejimlere başkaldırının nişanesi olduğu bu dönem aynı zamanda, yeni rejimlerin ve sınırları yeniden belirlemenin ötesine geçen, bir yeni “bölge tahayyülünün” geçerlilik kazanacağı dönemdi.
Kadınlar bu yeni dönemi iyi okudular. Ufukta belirsizliğini koruyan “Bundan sonra ne olacak?​” sorusunun cevabını, halkların ihtiyaçları ve elbette kadınların hak ve özgürlük mücadelesinin taleplerini karşılayacak biçimde vermeye çalıştılar.

ÜZERİNDEN ATLANAN TARTIŞMA
Kadınlar, baskıcı ve otoriter rejimlerin en kaba ve hoyrat yönetme yöntemlerini bedenlerinde ve kimliklerinde bir kamçı gibi hissedenler olarak, bu baskıcı rejimlere karşı mücadelenin en dinamik gücü olarak sokakta yerlerini almıştı. Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da özgürlük taleplerinin, sömürgecilerin suları bulandıran bölge politikalarının malzemesi haline getirilmesinin ne demek olduğunu iyi bilen tarihsel öznelerdi onlar. “Kadınları özgürleştirme” söylemi altında gerici savaş ağalarına teslim edilen ülkelerinde kölenin kölesi haline getirilmenin, yeni rejimlerin ilk iş olarak kadınların kazanılmış haklarına göz dikmelerinin ne demek olduğunu yaşayarak öğrenmişlerdi.
Dolayısıyla konferansta Afganistan, Tunus, Cezayir, Fas, Mısır, Libya, Suriye ve Irak’ta yaşanan dönüşümün, geçmişin sınırlı kazanımlarını aratmayacak bir hatta ilerlemesi için, kadınlara çok önemli roller düştüğünü dile getirdiler. Dinin hayatı tümüyle kuşatan ve “yeni” bir rejim inşasına dayanak olan etkisinin, yalnızca kadınlar açısından değil bir bütün olarak toplumsal özgürlükler açısından ne anlama geleceği de tartışmaya açıldı. Bu etkiyi en yakıcı biçimde hisseden çeşitli ülkelerden kadınların, “laikliğin ve tam demokrasinin kazanılmasının kadın hak ve özgürlükleri için çok önemli olduğunu bilerek bir mücadele hattı çizilmesi gerektiği” vurgusunun üzerinden ne yazık ki atlandı.
Bunda Türkiye, Tunus, Suriye gibi ülkelerde laikliğin, rejimin baskıcı yönetme biçimlerinin bir aracı olarak algılanmasının da payı vardı. Gerçekten de milliyetçi, otoriter, tekçi uygulamalarla içi boşaltılan ve bu politikaların dayanak noktalarından biri haline getirilen “laiklik”, sınıfsal mücadelesinin bir kazanımı ve demokrasinin ayrılmaz bir parçası olmasından çok uzak bir eksende tartışıldı. Aslında, tartışılamadı demek daha doğru olur.

ÇOK BOYUTLU BİR GERİYE DÖNÜŞ
Ortadoğulu kadınların bu buluşmasının önemi, son bir yıllık süreçte bölgede olup bitenlerin kadınlara ne getirip ne götürdüğü masaya yatırıldığında çok daha iyi anlaşılır.
Kadınların yüz yıldır sürdürdüğü mücadelelerle elde ettiklerinin tartışmaya açılması işin bir yönü. Örneğin kadınların beden ve doğurganlık haklarına yönelik politikalarla ilgili, BM kurulları gibi uluslararası alanlarda “yeni” aktörlerin de katılımıyla yapılan toplantılarda tartışmanın “caiz ya da haram olup olmaması” üzerinden yürümesi gibi... Kadınların eğitim ve çalışma hakkının kullanılmasının, Nijerya’daki Boko Haram örgütünün yaptığı gibi terörist yöntemlerle önüne geçilmesi gibi... Kadınlara yönelik cinsel saldırı suçlarında bırakalım uluslararası sözleşmeleri, ulusal yasalarla belirlenen cezaların bile uygulanmaması, hatta neredeyse kadınların cezalandırılması gibi çok boyutlu bir “geriye dönüş” söz konusu.
Bir diğer yönü ise bölge ülkelerinde güç kazanan aşırı dinci terörist örgütlenmelerin, tüm bir coğrafyada kadınların kazanımlarını hedef tahtasına koyması. Bugün ele geçirdiği yerlerde ilk işi kadınların her türlü yaşamsal faaliyetini kısıtlamak, kadın olmayı neredeyse bir suç haline getirmek olan IŞİD’in Ortadoğu’nun orta yerine kanlı bir kama olarak sokulmasının toplam bir sürecin sonucu olduğunu biliyoruz.
Sonuçta, daha birkaç yıl öncesine kadar baskıcı-otoriter rejimlere başkaldırının aynı zamanda kendi hak ve özgürlüklerinin kazanılması anlamına geldiğini bilen kadınların bugün karşı karşıya bırakıldığı durum, hayatta kalma mücadelesinin ta kendisi…

HAYAT MEMAT MESELESİ
Bu coğrafyada esen rüzgarın yükselteceği toz dumandan herkes nasıl etkileniyorsa, bizim ülkemiz de etkileniyor, daha da etkilenecek. Reyhanlı’da patlayan bombalar, MİT tırlarıyla taşınanların üzerinin örtülmesi, sınır hattında insanların gündelik hayatının savaşın olağanüstü hal uygulamalarıyla etkilenmesi, sığınmacı kadınların ve çocukların giderek kötüleşen durumu, çeşitli illerden gençlerin şehrin en merkezi yerlerinde eğitimden geçirilerek IŞİD saflarına gönderildiğinin ortaya çıkması ve AKP iktidarının tüm bu olup biten sürecin inşasında oynadığı rol işin bir yanı. Tüm bir siyaset sahnesinin dini ve mezhepsel söylemle şekillenmesinin “normalleşmesi” ve kimliklerin, inançların, yaşam biçimlerinin hedef alınması ile  gerçek çatışmaların üstünün örtülmesi ise bir başka sonuç.
Bunu kimi zaman Alevi kadınların kendilerini ve çocuklarını çok büyük bir tehdit altında hissetmesinde görüyoruz, kimi zaman cumhurbaşkanlığı tartışmasında kim “Ortadoğu’nun hâkim değerlerine daha haiz ve daha dindar” olduğu yarışında… Kimi zaman emek, yaşam alanı, barınma ya da çevre mücadelesinin kimlik ve mezhep ayrımına dayalı olarak “bölünmesinin” kolaylaşmasında ortaya çıkıyor bu durum, kimi zaman iktidarın güçlenmesine yol açan kutuplaştırma siyasetinin derinleşmesinde…
Sonuçta, Ortadoğulu kızkardeşlerimizin bir hayat memat meselesi olarak karşı karşıya kaldığı bütün bu süreç, acıları ve sancılarıyla birlikte ortaya koyduklarıyla bizim için çok öğretici.
Bugün bunları tartışmak, gerici kuşatma ile baş edebilmek için sadece kendimize değil, dünyaya bakmanın ne kadar önemli olduğunu gösterirken, çağdaşlık örtüsü altında gizlenmiş cinsiyetçi baskılara karşı mücadele etmenin olanaklarını da artıracaktır.

ÖNCEKİ HABER

Türkiye\'nin laiklik serüveninde son yolculuğu

SONRAKİ HABER

Şenlikli bir dayanışma

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...