06 Temmuz 2014 06:00

Gazeteciler sansür yok(muş) gibi yaptı

İstanbul Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi ve gazetemiz yazarı Doç. Dr. Esra Arsan ile Dr. Savaş Çoban’la birlikte hazırladığı 'Medya ve İktidar' kitabını konuştuk.

Gazeteciler sansür yok(muş) gibi yaptı
Paylaş

Çağrı SARI
İstanbul

Türkiye’de medyanın iktidar ile ilişkisi hep konuşulur, medya patronları ile iktidar temsilcileri arasındaki bağ fısıldanır da; AKP döneminde hele ki son zamanlarda bu ilişki iyiden iyiye görünür oldu. Alo Fatih tapeleri, 8 gazetenin aynı manşetle çıkması, ‘Kim için girdim bu işe ya’ diye ağlayan medya patronları, haber merkezinde rahatça dolaşan bakanlar...
Peki bu hep böyle miydi? Bir gazete toplum üzerinde neden bu kadar etki sahibi olabiliyor? Gezi, medya açısından bir kırılma noktası mıydı. Okuyucu temiz bilgiye nasıl ulaşacak?

İstanbul Bilgi Üniversitesinde öğretim görevlisi olan aynı zamanda gazetemizin de yazarı Doç. Dr Esra Arsan, Dr Savaş Çoban ile  Türkiye’de medya ve iktidar ilişkisini örnekler üzerinden anlatan Medya ve İktidar- Hegemonya, Statüko, Direniş- kitabını hazırladı. Evrensel Basım Yayın'dan çıkan kitap iktidar ve medya ilişkilerini geniş bir yelpazeyle dile getiriyor. Biz de Esra Arsan ile medyanın son halini masaya yatırdık.

Medya ve İktidar kitabınızda özellikle AKP’nin 12 yıllık sürecindeki medya alanındaki baskıları örneklendirmişsiniz. Nedir bu dönemi önceki yıllardan farklı kılan.
Türkiye’de cumhuriyetin ilk yıllarından beri basına karşı baskıcı iktidarlar var, Esra Ercan Bilgiç makalesinde bunu çok güzel özetliyor. Fakat, yine de, eleştiri ve ifade özgürlüğünün çok daha serbest kullanılabildiği dönemler de oldu. Mesela 1961 Anayasası 1982 Anayasası’na göre çok daha özgürlükçü ve ‘80 darbesine kadar insanlar düşüncelerini basın yoluyla bugünkünden çok daha özgürce yayabiliyorlar. Darbe dönemlerini saymıyorum. Askeri vesayetin her aşamasında gazeteciler hapse atılıyor, öldürülüyor, gazetecilik alanı kapana sıkışıyor. Yasaklı sözcükler ve yayın yasakları oluyor. Ama askeri vesayet dönemlerini sivil tek parti iktidarıyla hele de AKP gibi demokrat olma iddiasında olan bir parti iktidarıyla kıyaslamak doğru olmaz. Lakin, ne yazık ki AKP döneminde basın ve ifade özgürlüğü aynı olağan üstü hal dönemleri gibi, darbe dönemleri gibi bir sıkışmışlık arz ediyor. Kanımca, AKP dönemi iktidar-basın ilişkilerini ‘60’lardan ‘80 ve 90’lardan farklı kılan, bütün o darbe, postmodern darbe dönemlerindeki kötü uygulamaları, adeta ders çalışır gibi çalışıp, gazetecileri sindirmek için uygulamış olmaları. AKP’giller geçmişin bütün olumsuz pratiklerini yeniden ve çok daha muhafazakar biçimde üretme konusunda büyük başarı gösterdiler.  

Başbakanın özellikle köşe yazarlarını hedef almasının nedeni nedir?

Çok ciddi medya gözetim merkezi var Başbakanlıkta. Gazeteleri tarıyorlar. Özellikle köşelerde yazılan meseleler üzerinden bir döküm gidiyor Başbakana. Kim olumlu yazı yazmış, kim olumsuz, kim nötr... Başbakan Türkiye’deki basının siyasal konumlanışını haber içeriklerine, manşetlere bakarak anlamaktan ziyade, köşe yazarları üzerinden değerlendiriyor.   Sosyal medyayı da takip ediyorlar gerçi. Orada da büyük bir gözetim mekanizması var.  Sadece gazetecilerin sosyal medya girdileri değil, sıradan insanların yorumları da takip ediliyor. Devlet okulundaki öğretmenden, devlet operasındaki müzisyene kadar herkesin Twitter, Facebook girdileri bazen denetimciler tarafından önlerine konuveriyor. Korkunç bir kontrol saplantısı var AKP ileri gelenlerinin. AKP’yi bundan önceki iktidarlardan farklı kılan bir özellik de bu. Olumsuz en ufak bir görüş bile “düşman” ilan edilme sebebi.

Kontrol altına alma çabası korkunun göstergesi mi?
Korku dönemi geçti AKP’nin. Artık hegemonyasını kurdu. Seçimlerle pekiştirdi; muhaliflere yönelik şiddet için de rızayı üretti. Artık sadece korkuyu kamusal alanda yeniden üretmek, böylelikle insanları eleştirel düşünmekten caydırmak üzerine yoğunlaşıyorlar. Eleştiren  kişiyi ya da kurumun güvenilirliğini yok etmek, eleştireni yalancı ve vatan haini ilan etmek, belgeli-bulgulu yolsuzluk haberi yapan gazeteciyi işten attırmak filan gibi despotik işler.  

Koskoca bir başbakan neden sıradan insanla uğraşır ki?
Uğraşıyor. Memurla uğraşıyor, işçiyle uğraşıyor, öğrenciyle uğraşıyor. Sadece denetim ve gözetim toplumu yaratarak insan özgürlüklerini kısıtlamıyor; aynı zamanda sokaktaki AKP’giller de muhalif olana saldırma, onu dövme, öldürme iznini vererek, cezasızlık garanti ederek, Gezi’de olduğu gibi linç eylemlerini meşrulaştırıyor. Bunu Soma’da gördük. Bir işçiyi kendisinin dövdüğü yetmedi, bir başka işçiyi kameraların önünde tekmeleyen danışmanını da görevden almadı.

‘AKP’DEN NEMALANAN ENTELEKTÜEL KİTLE VAR’

AKP’nin 12 yıllık sürecini bölelim. 2005 ve 2007 sonrası olarak ayırdığımızda  medya açısından nasıl değerlendireceksiniz?

AKP, 2007 yılına kadar ilk başlarda acemi tabii iktidarda. Neoliberal politikaları takip edecek, özgürlükçü davranacak. Bunun nedeni de aslında Batı sermayesini Türkiye’de özgürce konuşlandıracak zemini hazırlamak. Hukuk reformu, ekonomik reformlar, demokratik açılımlar... Bütün bunlar yabancı sermayenin aslında Türkiye’de daha rahat dolanması için tüm üçüncü dünyada uygulanan şeyler. George Soros’un meşhur açık toplum kafası buna dayanıyor. Ülkede insan hakları ihlalleri, darbeler, siyasi istikrarsızlık olmasın ki dev şirketler oraya korkmadan yatırım yapsın. Tabii eskiden solcu olup sonra neoliberal politikaları ve sivil toplum kafasını benimsemiş entelektüel kitle çok kolay adapte oldu sürece. Batıcılık, modernleşme gözdeyken Kemalist olmuşlar, topluma ağır Kemalizm propagandası yapmışlar.   ‘80 sonrasında tarih bitti, iki kutuplu dünya son buldu, komünizm çöktü diyerek yükselen değer neoliberalizme sığınmışlar. Bu sefer de topluma Kemal kötü, yıllarca iyi andık, ama değilmiş demeye başladılar. Çok değil, 20 yıl arayla dönüyorlar maşallah. Toplum tabii onlar kadar hızlı dönemiyor ne yapsın. Şimdi bu dön baba entelektüeller AKP’ye çok büyük destek verdiler. Aslında solun rasyonel kanadı da ve Kürt politikası da Tayyip Erdoğan’a başlangıçta destek verdi. Çünkü yıllarca inançlı diye mağdur olmuş, 28 Şubat’ı yaşamış, ötekileştirilmiş kesimin iktidara gelmesi, solun da sınıfsal olarak benimseyeceği bir şey. O zaman siyasal islami sermaye grupları bugünkü kadar güçlü değil. Daha çok Kemalist, Batıcı sermaye grupları devletten nemalanıyor, kamu ihalelerini alıyor. Ama AKP kendi burjuvazisini de yarattı tabii. 2007 sonrasında bir yandan antidemokratik uygulamalar artarken, bir yandan da AKP’giller ticaret, sanat ve inşaat alanında ekonomik güçlerini katladı. Siyasal İslami medya sermayesi oluşturuldu. Kimin hangi medya grubunu yöneteceği iktidar partisi tarafından belirlenir oldu. Bu dönemde AKP-Gülen Cemaati iş birliğiyle muhalif gruplar kriminalize edildi ya da çeşitli hilelerle ekonomik-siyasal alandan sürüldüler. Liberaller de 2007 sonrasındaki gelişmelerden rahatsız olmakla beraber çoğunlukla AKP’ye destek çıktılar, kirli oyunları görmezden geldiler. Ülkede yaşanan ve demokratikleşme olarak tanıttıkları şeyin askeri vesayet dönemlerinin ustaca oluşturulmuş bir replikası olduğunu inkar ettiler. Çünkü bu isimler AKP iktidarı döneminde büyük maaşlarla şöhretlerine devam etti, şöhret olamayanlar oldu; AKP karşıtı entelektüellerin hiçbir zaman sahip olamayacağı makamlara getirildiler. Bunları en son Mustafa Hoş Abluka adlı kitabında ve Mustafa Dağıstanlı da
5 Ne 1 Kim kitabında anlattı. Abluka’da 24 adlı kanalda  bir takım yazarların, eskiden solcu, sonradan liberal olanların belli gelir seviyesini tuttursunlar diye nasıl planlar  yapıldığı yazıldı. İşte ona televizyonda program yaptıralım, ama verdiğimiz parayı az bulursa Radikal’de köşe yazdırırız filan diyorlarmış... Tamamen duygusal bir ilişki var yani liberallerle AKP arasında, Cem Yılmaz deyimiyle.

Bu kadar hak ihlali yaşanırken körü körüne nasıl destek veriyor iktidara bu entelektüeller ya da gazeteciler?

Basın elitleri yıllarca o kadar etkili olmuş ki insanlar üzerinde, onlar bir şey söyleyince inanma eğilimi gösteriyorlar. Bu entelektüeller toplumda AKP’ye dönük rıza için ‘mış’ gibi yaparak mesela, sansür yokmuş gibi yaparak basının özgür olduğuna inanılmasını sağladılar. Bunu dünyada en çok gazetecinin hapse atıldığı ülke olmamıza rağmen yaptılar bir de. En güzel örneği Yavuz Baydar’dır. Ombudsman, basın etiği savunucusu, medya eleştirmeni sıfatlarıyla gazetecilerin hapse atılabileceğini savundu. İngiliz basınından çarpıtılmış örnekler vererek gazetecileri bir tek biz hapse atmıyoruz, gelişmiş dünya da atıyor demeye getirdi. Cemaatle AKP’nin arası bozulana kadar basın özgürlüğünün önünde tek engel patronlardır diyordu. Bizzat yaptığımız ve basında ağır sansürü kanıtlayan araştırmalarımızı yalanlayıp ‘sansür olsa Cumhuriyet, Sözcü nasıl çıkıyor’ dedi. Bunlar kayıtlarda var. Sonra bir anda ‘Basında iktidarın baskısı, sansür var’ demeye başladı. Ne zaman? Cemaatle AKP ters düşüp de kendisi AKP yanlısı Sabah’tan ayrılmak zorunda kalınca. Ama asıl feci olan şey, Yavuz Baydar ‘sansür var’ derken de ‘yok’ derken de insanların onu dinlemesi, ona inanma eğilimi göstermesi.

E n'apacağız  peki? Söylediklerinizden umutsuz bir tablo çıkmıyor mu?
Ben umutsuzum. Ben medyanın değişmesi için önce toplumun iktidar ve basın algısının değişmesi gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’de çoğunluk hem askeri hem de sivil   diktatörlüğe ‘evet’ diyor. Devlet, rekabetçi vesayet rejimleri arasında sıkışmış cılız demokrasi taleplerini döverek susturuyor. Askeri dönemde de, sivil tek partili iktidarında da muhaliflere, solculara, Kürtlere, Alevilere, kadınlara, işçilere, emekçilere uygulanan aynı kötü muameleye devam ediyor. Medya ise zavallı. Neden medya olduğunun farkında bile değil. Ağlıyor ya patronlar resmen. Medya artık suçlanması gereken taraf değil. Bizleriz suçlanacak. Biz ne kadar doğru bilgi talep ediyoruz? Roboskî, Reyhanlı, Van depremi, Soma katliamı konusunda basından gerçeği talep ediyor muyuz? Yoksa aman rahatımız kaçmasın şimdi, göstermeyin kötü şeyleri mi diyoruz?  Erdoğan miting yaptı mesela, para verdiler insanlara getirdiler falan her neyse; ama kalabalıktı ve Başbakan Berkin Elvan’ın annesini yuhalattı o mitingde. Şimdi bu acılı anneyi yuhalayan kitle ile nasıl demokratik bir medya sistemi kurulur? Çünkü onlar iktidarın devam etmesine rıza gösterenler aynı zamanda. Toplumun çoğunluğunun demokratik, özgür bir basın talebi olmazsa, ben umutsuzluğa devam ederim.

Fakat kendine dokunduğunda ses çıkaran da bir kitle var. Gezi mesela. İlk defa eyleme çıkanlar vardı. Etkisi de sürüyor. Mesela Amasya’daki insanların mücadelesi Gezi kazanımı değil mi?

Evet. Umut verici gelişmeler de var ama genelleme yapabilmek için hassas dönemlerde bakmak lazım. Seçimler mesela, buradan umut verici sonuçlar çıkmıyor. Evet, sokaklardan yansıyan özgürlük, demokrasi, hak, adalet talepleri var. Ama öbür yandan bu talebi dile getirenlerin gazlanması, dövülmesini, öldürülmesini, sakat bırakılmasını normal gören bir çoğunluk da var...  

En büyük pay okurda mı?  Mesela Gezi eylemlerinde NTV önündeki protestolar, kısa süreli de olsa NTV’nin o dönem toparlanmasına neden olmadı mı?
Evet istifalar yaşandı NTV’de protestolardan kaynaklı. Güzel bir örnek o. Devamı gelseydi NTV toparlanacaktı belki de.


‘DİRENİŞ GAZETECİLİĞİ DOĞDU’

Sosyal medya yurttaş haberciliğini doğurdu mu?
Doğurdu. Ama ona yurttaş haberciliği demeyelim; direniş haberciliği diyelim. Yurttaş gazeteciliği gidip ‘Sivas’ta köy yolları yapılıyor, ama Alevi köylerinin yoları unutuldu’yu da haber yapmaktır. Fotoğraf çekmek, belgelemek, halkla konuşmak. Ama Türkiye’de yurttaş gazeteciliği- haberciliği denen şey eylemlerde polis halka karşı şiddeti göstermeye başladığında fotoğraf, video çekmek tweet atmak. Elbette bu da çok önemli. Bir çok bilgi edindik, gazlanan dövülen insanlardan haberdar olduk. Ama bu bir direniş gazeteciliği, direniş belgeselciliği daha çok. Bu haliyle yurttaş gazeteciliği polis şiddetine muhtaç. Polis vatandaşa şiddet uygulamadıkça ortada yoklar. “Yahu, ilkede tarım bitti, gidelim araştıralım yazalım” diye bir derdi yok. Asıl yurttaş haberciliği bu. Çünkü büyük medya bunu da saklıyor bizden.


‘HAK ETTİĞİ ÖNEM VERİLMİYOR’

"Alternatif medya" için ne düşünüyorsunuz?
Alternatif medya insanıyım. Önemsiyorum, orada yazıyorum, oradan bilgi ediniyorum. Çalışanları da çok adanmış, cefakar insanlar. Hiçbir lükse sahip olmadan bu işi yapıyorsunuz. Alternatif medyanın ülkede rasyonel hukuk sistemi, adalet, eşitlik ve demokrasi taleplerine önemli katkısı olduğunu düşünüyorum; ama toplum alternatif medyaya hak ettiği önemi vermiyor ne yazık ki.


‘ÇAPRAZ OKUMA YAPIN’

Siz medya akademisyenisiniz. Biz doğru bilgiyi nasıl elde edeceğiz. İnternet’e nasıl bakacağız. Nasıl gazete okuyacağız?
Tek kaynağa bağlı kalmamak, çapraz okuma yapmak önemli. Hürriyet okuru musunuz? Zaman’ı da okuyun... Güvenilir haber kaynakları var. Hangi web sitelerinden doğru haber geliyor araştırmak gerek. Tabii bu bir niyet meselesi, eleştirel medya okur yazarlığı gerektiren bir şey. Doğru bilgiye ulaşmak istiyor musunuz, istemiyor musunuz; o da önemli. ‘Ya ben bu toplumda neler olduğunu öğrenmek istiyorum’ diyorsanız o kafa sizi alır zaten doğru bilgiye götürür. Eksi sözlükten BirGün’e, Youtube’dan Evrensel’e kadar çok yol var.


KISA KISA GAZETELER VE İFADE ETTİKLERİ

Birkaç gazete ismi versek kısa kısa sizin için ne ifade ettiğini söyler misiniz?
Hürriyet: Türkiye Türklerindir diyenlerin gazetesi
Sözcü: Fotoroman gazetesi
Zaman:   Hoca efendinin sesi
Aydınlık: Karanlık ilişkilerin gazetesi
BirGün: Solcu arkadaşların gazetesi
Posta: Çıfıt çarşısı gazetesi
Akit: Tecavüzcü Coşkun gazetesi

ÖNCEKİ HABER

Hastaların nefes alanına darbe

SONRAKİ HABER

Okyanus’u kim öldürdü?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...