28 Nisan 2014 07:24

Taksim’e çıkacak bir cumhurbaşkanına ihtiyacımız var

CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin’le seçim sonuçlarından cumhurbaşkanlığı tartışmalarına, parti içindeki ulusalcı kanadın yönetimi hedef alan eleştirilerinden çözüm sürecine, CHP’nin ülkenin temel meselelerine yaklaşımını konuştuk.

Taksim’e çıkacak bir cumhurbaşkanına ihtiyacımız var
Paylaş

Serpil İLGÜN

Seçim sonrasında cumhurbaşkanlığı tartışmaları üzerinden bir süredir rutin akan siyaset gündemi, önce 24 Nisan Ermeni Soykırımı’nın 99. yıldönümünde Başbakan’dan gelen taziye mesajı, ardından Anayasa Mahkemesi’nin (AYM)  52. kuruluş yıldönümünde Başkan Haşim Kılıç’ın yaptığı konuşmayla hareketlendi. Kılıç, iktidar cephesinden sert sözlerle eleştirilirken, yaptığı konuşmayla cumhurbaşkanı adaylığını sağlamlaştırdığı, hatta CHP’nin adayı olacağına ilişkin yorumlar yapıldı.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin, bu iddiaların karşılığının olmadığını söylüyor ve “her güzel konuşma yapan CHP’nin adayı olacak diye bir kaide yok” diyor.
Gürsel Tekin’le seçim sonuçlarından cumhurbaşkanlığı tartışmalarına, parti içindeki ulusalcı kanadın yönetimi hedef alan eleştirilerinden çözüm sürecine, CHP’nin ülkenin temel meselelerine yaklaşımını konuştuk.


30 Mart seçimlerinin hemen ardından yaptığınız açıklamada, “CHP olarak neyi eksik yaptığımız tartışacağız” demiştiniz. Nedir yanıtınız? CHP neyi eksik yaptı?
Nerede eksik yaptık, ne yapmalıydık, bütün bunlar uzun uzun tartışılıyor, sorgulanıyor. Eksikleri, hataları kimlerin varsa bunların bedelleri ödenecektir, bu başka bir şey. Ama CHP kimliği ya da sol kimliği olan insanların havuz medyası üstünden CHP’yi tartışmasını kabul etmem mümkün değil.

CHP eleştirilerinin havuz medyasından ibaret olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Biraz öyle. Öbür cenahta da bir kısmı iyi niyetle ama bir kısmının çok da iyi niyetli olduğunu düşünmüyorum. Bu meseleyi de fırsat bilip, “CHP içinde nasıl bir gedik açabiliriz”in uğraşı içindeler. Şunu herkesin çok net bilmesi gerekiyor. Elbette CHP, CHP yöneticileri sorgulanacaktır, özeleştiri mekanizmaları sonuna kadar işleyecektir. Ama unutmamalıyız ki Türkiye’de bir tek CHP kaldı. Düşünebiliyor musunuz, bir ülkede organize yolsuzluk yaşanmış, Bakanlar Kurulunun üçte biri çok açık ve net devleti soymakla meşgul olmuş, çeteleşmiş, organize işlerin içine girmiş ve bir toplumsal hareket yok.

Toplumsal bir hareket olmamasında CHP’nin payı ne kadardır sizce?
Efendim hepsinin payı var. Bu CHP için de, CHP dışındaki bütün siyasi partiler için de geçerli. 12 Eylül’ün temel görevi, örgütlü toplumu ortadan kaldırmaktı. Sağ sol çatışmasını durdurmak değildi. 3,5 milyon sendikalı işçi vardı. Sendikalar vardı, sivil toplum örgütleri vardı. Sendikalar, sivil toplum örgütleri, üniversiteler şimdi ilan veriyor; 700-800 TL ücretle taşeron işçi olarak çalışan, her yıl 2 bin işçinin iş cinayetiyle hayatını kaybetmesine ilan vermezken, bu ülkeyi soyan adamlara “dik dur” diyor. Bütün bu meseleleri masaya yatırmadan “sonuç niye böyle oldu” dersek, hem toplumu hem kendimizi ciddi bir hayal kırıklığına uğratmış oluruz. Sol partilerin gelişebilmesi için örgütlü toplumun oluşması lazım. Böylesi örgütsüz bir toplum olabilir mi?

Partinize yönelik “CHP hep şikâyet ediyor” eleştirisi yapılıyor biliyorsunuz. Siz de şikâyet etmiş olmuyor musunuz?
Evet, biraz da şikâyetçiyim, itiraz ediyorum. Niçin itiraz ediyorum? Partiler dediğiniz kamu alanlarıdır. Partiler dediğiniz Gürsel Tekin’in, Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Ahmet’in, Mehmet’in şirketi değil. Bizi acımasızca eleştirenler, birçok insan bilirim sandık başına gidip oy vermemişlerdir. Elbette eleştiri, özeleştiri mekanizmasını sonuna kadar işletelim. Özeleştiri olarak temel sıkıntıların baş sorumlusu CHP’dir, onu söyleyeyim. 12 Eylül’den sonra daha çok iç mekanizmada birbiriyle meşgul olmayıp, örgütlü toplum konusunda mücadele etmiş olunsaydı, şimdi Türkiye başka bir noktada olurdu. Bu çok ciddi bir sıkıntı. Bir siyasal mühendislik yani sürekli kurultaylar, o gitsin, bu gelsin mücadelesi oldu. Bizim dışımızda da maalesef solda herhangi bir duruş sergilenemedi. Biz artık denenmişi denemeyeceğiz.

Bu ne demek?
Yani biz nerde eksik yapıyoruz? Bir, örgütlerimizi bölgedeki bütün sivil hareketlerle entegre edecek örgüt haline getirmeliyiz. Sendikalar, sivil toplum örgütleri, odalar, barolar... İki; ötelediğimiz, belki yok saydığımız, iç mekanizmadan zaman bulamadığımız ama sosyal demokrat sol partilerin asli damarları olan yoksullar, işçiler, köylülerle maalesef ilişkilerimizin kopuşu bizim için çok hazin verici bir sonuç doğurmuştur. Yani dünyanın her yerinde sol, sosyal demokrat partilerin tabanı emek ağırlıklıdır. Şimdi emek yok. Biz bunu mutlaka inşa etmeliyiz. Köylüsünden, işçisinden, farklılıklara kadar, yani daha düne kadar bütün Kürt bölgelerinde CHP birinci partiyken, bugün sonuncu parti duruma gelmişse, elbette kendimizde bir eksik arayacağız. “Efendim, bu Kürtler niye bize oy vermiyor” diye isyan edecek değiliz. “Biz nerede hata yaptık” diyeceğiz ve hatalarımızı telafi edeceğiz.


KURALSIZLIĞIN OLDUĞU YERDE BAŞARI OLMAZ

Parti içindeki kimi ulusalcı arkadaşlarınız seçim sonucunu ‘hezimet’ olarak değerlendirdiler, başarısızlığı Cemaatle işbirliğine bağladılar ve kurultay talep ettiler. Sizin yorumunuz ne?
Elbette eleştirecekler, en doğal haklarıdır. Ama bakın, CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu bugüne kadar tanımış olduğum ender siyasetçilerden biridir. Bu kadar hoşgörülü bir insanı siz seçim sonuçlarını bekleyerek mi eleştireceksiniz? Sayın Kılıçdaroğlu kadar hepimiz çalışsaydık bugün başka bir noktada olurduk. Önce ne yaptığımıza bakacağız. İki; eleştiri mekanizmaları kamuoyu önünde olmaz, aile içindeki sorunlar aile içinde kalır. “Hayır kardeşim, aile dışına da taşıyacağım, bütün mahalle duysun, AKP’nin ekmeğine yağ sürelim” diyorsanız başka bir şey.

Ama CHP içindeki tartışmalar sadece seçim sonuçlarıyla ilgili bir durum değil biliyorsunuz…
Genel başkanımızın biraz iyi niyetinden. Biraz cesur davranacaksınız, biraz da kusuruma bakmasınlar, disiplin uygulayacaksınız. Böyle bir şey yok. Kuralsızlığın olduğu yerde başarı olmaz.

Söz konusu isimlerin ‘sonuçlar hezimet’ değerlendirmelerinde Cemaat faktörü başı çekiyor. ‘Cemaatin ipiyle kuyuya inilirse bu olur’, “Cemaatin kanallarına çıkmak eksi puan getirdi”…
Niye kanallara çıkmayalım, böyle bir şey olabilir mi? Eğer kendimi ifade etmek istiyorsam hangi kanal çağırırsa gider çıkarım. Bu arkadaşların o zaman dünyadan haberi yok, kimseye fotoğraf falan verdiğimiz yok.

Ama Gülen Cemaati’yle yakınlaşma da açıktan reddedilmedi?
Efendim hiçbir şeyi reddedemeyiz. Yakınlaşma yok zaten. Ama birileri bize oy veriyorsa, “Siz bize niye oy veriyorsunuz” diyecek durumda değilsiniz.

Arkadaşlarınız ‘Cemaatle yakınlığı reddetmemek bize oy kaybettirdi, taban bunu kabul etmedi’ diyor…

Bülent Arınç çıkıp dese “CHP’ye oy vereceğim”, “Vay nasıl verirsin” mi diyeceğim? “Teşekkür ederim, gel Bülent Bey” derim.

Yani Cemaatle işbirliği yok diyorsunuz?
CHP’nin bir organik bağı asla kimseyle yok. Bir başka pencereden bakalım, cemaatti, oydu şuydu, ortadaki somut olaylar, yolsuzluklar, bilgiler bunları yok mu sayacak CHP? Cemaat çıkardığı için CHP bunları işlemeyecek mi? Böyle bir eleştiri olabilir mi? Bu yolsuzlukları daha çok eleştireceğiz önümüzdeki günlerde.


İLKELERİMİZİ KABUL EDİYORSA MHP DE GELEBİLİR

Partinize yöneltilen bir diğer eleştiri, CHP’nin duruşunun, ideolojisinin bu seçimde iyice belirsizleştiği yönünde. Bir yanda MHP’li adaylar, bir yanda Cemaat yakınlaşması, “CHP sağda mı, solda mı, muhafazakarlaşıyor mu, bir karar vermesi gerek” deniyor. Ne diyorsunuz?
Hayır, hiç belirsizlik yok. O belirsizlik tartışması niye oldu bilmiyorum. CHP’nin ilkeleri, politikaları, programı vardır. Her gelen bunları kabul ederek gelir. MHP de gelebilir, başka alanlardan da gelebilir. Kaldı ki siz büyümek zorundasınız. “Efendim ayrıştıralım” derseniz kitle partisi olamazsınız. Sosyal demokrat partiler aynı zamanda kitle partileridir, herkesi de içinde barındırmalı, her farklı düşünceye de tahammül etmeli.

Ama Gürsel Bey takdir edersiniz ki, başka bir sol-sosyal demokrat yapıyla bir araya gelme tartışılmıyor, diğer uçtaki ideolojiden bahsediliyor...
Ama bizim soldaki hiç kimseye kapımız kapalı olmadı. Tam tersine herkese çağrıda bulunduk.

O halde yeri gelmişken soralım; HDP ile ittifak konusunda Sayın Kılıçdaroğlu “biz bunu tabanımıza anlatamayız” dedi. MHP ya da Cemaat anlatılabiliyorken, HDP neden anlatılamıyor?
Ama bakın o öyle değildi. Yani Sırrı Bey gelip bizden aday olsaydı, bu başka bir tartışma olurdu. Biz MHP ile ya da bir siyasi parti ile işbirliği yapmış değiliz. Bir başka siyasal partiden biri bize aday olmak istiyor ya da bizimle beraber olmak istiyor. O çok farklı. O toplantıda ben de vardım, elbette ben de bütün sol unsurların bir arada olmasını çok arzu ediyorum, yıllardır bunun mücadelesini veren bir insanım. Ama seçime kırk gün kala ne onlar anlatabilirdi ne biz. Belki 6 ay önce inşa edilmesi gereken bir iş 40 güne sığdırılabilir mi? Sayın Genel Başkanımız bu çerçevede ‘biz anlatamayız’ dedi. Sonuç itibariyle iki siyasi partinin işbirliği, kurultay gerektiren bir iştir. Keşke 8 ay önce bu tartışmalar olsaydı, bugün başka noktada olurduk.

Önümüzde iki seçim daha var, son cümlenizden ‘CHP bunu yeniden gündemine alır’ı çıkartabilir miyiz?

Kesinlikle. Bunların hepsinin tartışılması gerekir. Yani yasakçı, ceberut iktidarın daha fazla büyümemesi için mutlaka işbirliği içinde olmamız lazım. Birbirimizle çok meşgulüz ama özgürlüklerimiz konusundaki sıkıntıların ne kadar büyüdüğünü hepimizin görmesi lazım. İktidar öyle tehlikeli bir boyuta geldi ki, çok ağır bedeller ödeyen solcular, önümüzdeki dönemde daha ağır bedeller ödeyebilir bu MİT yasası ile ilgili. Yarın bir MİT mensubu bir sendika başkanını rahatlıkla öldürebilir, hesap da vermez. İstediği kumpası kurabilir. Herkes bunu bırakmış CHP! CHP gereğini yapacak merak etmeyin, ama ne olursunuz siz de bir isyan edin. Bakın, ne dedi Başbakan? “Taksim de yasak, Kadıköy de yasak.” 1 Mayıs günü bütün sendikalar, sağda solda, kendisini hangi düşüncede görüyorlarsa, eğer Taksim’e gelmeyeceklerse onların ne namusu var, ne şerefi var. Böyle bir şey olabilir mi?


GÜL’ÜN ÖNÜNE HANGİ BELGELER KONDU?

Cumhurbaşkanı Gül’ün, ‘Gelecekle ilgili siyaset planım yok’ sözlerini, ‘Gül emekli edilmek isteniyor’ diye yorumladınız. Gül’ü emekli etmek isteyen Başbakan mı?
Onu derken arka planında bir şey söylüyorum. Sayın Gül’ün önüne hangi belgeler konuldu? Asıl sorulması gereken bu.

Açar mısınız?
Bir ülkenin cumhurbaşkanı tehdit edilir boyuta gelmişse, vatandaş olarak biz ne yapacağız bilmiyorum.

Daha somutlaştırabilir misiniz? Kimden tehdit, neyle tehdit? Kaset vs.’ den söz ediliyor, hatta Başbakan da bu imada bulunmuştu…
Duyumlarımız var ama ne kadar doğru ne kadar değil bilmiyorum. Asıl sorgulanması gereken Başbakanın kamuoyuna yansıtmış olduğu “Cumhurbaşkanı da dinlendi” açıklaması. Ama kim dinledi, neyi dinlemiş, onu kamuoyuyla paylaşmadı. Bunun önümüzdeki günlerde çok tartışılması gereken bir konu olduğunu düşünüyorum. Sayın Cumhurbaşkanı’nın kendisiyle ilgili mutlaka bir açıklama yapması gerektiğine inanıyorum. Yani sizi dinleyen kim, neyinizi dinlediler, önünüze gelen tape nedir?

Daha fazlasını söylemiyorsunuz ama duyumdan öte kesin bilgiyle konuşuyor gibisiniz...
Bilemiyorum, onlar açıklasınlar, bakarız sonra.

Sayın Kılıçdaroğlu ‘CHP kendi adayını çıkaracak’ dedi. Hatta yaptığı tariften, CHP’nin bir kadın aday çıkaracağı yorumları da yapıldı. Öte yandan, ‘AKP cumhurbaşkanlığı kampanyasına çoktan başlarken, CHP hâlâ aday bile belirlemiş değil’ eleştirileri de yöneltiliyor...
Evet, o haklı bir eleştiridir. Maalesef 9 ay önce başlayıp, en sona kalmak büyük bir talihsizliktir. Başta ben olmak üzere bu konuda birçok arkadaşımızın sorumluluğu vardır.

Peki, adayınız belirginleşti mi? Altan Öymen’den Emine Ülker Tarhan’a, Deniz Baykal’dan Haşim Kılıç’a pek çok isim geçiyor çünkü... Ve adayınız muhalefetin ortak adayı mı olacak?
Mesele sadece CHP’nin meselesi olsa, CHP kendi içinde onlarca aday çıkarabilecek durumda. Gerçekten demokrasi ve özgürlüklere sahip çıkacak bir cumhurbaşkanı arıyoruz ve o cumhurbaşkanını bulacağız. Zati muhterem “Taksim’e çıkamazsınız” dediğinde, “ben gelirim” diyecek bir cumhurbaşkanına ihtiyacımız var. İster sağcı olsun, ister solcu... Kim olursa olsun.

Bu cümlenizden MHP ile işbirliği olacağı sonucunu çıkarabilir miyiz?

Öyle bir işbirliği söz konusu olamaz. Toplumsal bir işbirliği arıyoruz. Bu BDP için de geçerlidir, MHP için de geçerlidir, sosyalist partiler için de geçerlidir. Sonuç itibariyle nefes aldıracak bir cumhurbaşkanına ihtiyacımız var.


HAŞİM KILIÇ GÖREVİNİN GEREĞİNİ YAPMIŞTIR, FAZLASINI DEĞİL

Başbakan’ın tam da 24 Nisan’dan bir gün önce Ermeni halkına taziye mesajı yayınlamasına yorumunuz ne?
Sekiz gencecik çocuğumuz hayatını kaybetmesine başsağlığı nezaketi bile göstermeyen bir Başbakanın bu davranışının sadece politik bir manevra olduğu, bir ciddiyetinin olmadığı inancındayım. Başbakanın dışarıdaki itibarını tazelemek için yapmış olduğu bir manevradır. Çok ciddiye almıyorum.

İkinci sıcak gelişme de AYM Başkanı Haşim Kılınç’ın konuşması. Konuşmayı siz nasıl değerlendirdiniz?
Yargının derdest edildiği, hukuk tanımazlığın had safhada olduğu, benim yargım senin yargın diye ayrıştırıldığı bir ortamda AYM Başkanı’nın yapmış olduğu açıklama, hukuk insanlarına, demokrasi ve özgürlük beklentisi olanlara moral vermiştir. Gecikmiş bir konuşma olmasına rağmen hukuk adına kendisini kutluyorum.

Bu konuşmadan sonra Kılıç’ın CHP’nin cumhurbaşkanı adayı olacağına yönelik yorumlar ağırlık kazanmaya başladı. Ne dersiniz?
Böyle bir şey yok. Haşim Kılıç görevinin gereğini yapmıştır, fazlasını değil. Her güzel konuşma yapan CHP’nin adayı olacak diye bir kaide yok.


SORUN BİZDE, VATANDAŞTA DEĞİL, POLİTİKALARIMIZI ANLATAMADIK

Seçim tartışmalarında CHP için temel sorulardan biri şu; Seçim kampanyasını ağırlıkla hırsızlık, rüşvet, yolsuzluk iddiaları üzerine kurmasına rağmen CHP neden beklediği oyu alamadı?
Birkaç değerlendirmeye tabii tutmamız gerekir bunu. Birincisi şunu çok net biliyorum, toplumun yüzde 90’nı hırsızlığın farkında.

Ama?
Aması şu; yoksul toplumların çok fazla yapabilecekleri yoksa bazen çaresiz kalıp mevcut iktidara oy verebilirler.

Çaresiz derken, açar mısınız?
Şöyle; diyelim Ardahan’ın Göle ilçesinde oturan bir kadının bir tek tutunacağı şey, her ay aldığı 200 TL’dir. Hiçbir geliri yok. AKP’nin sosyal politika deyip de 200 TL’ye mahkûm ettiği insanları bir an düşünün, onun 200 TL’si bakanların çaldığı 200 milyardan daha kıymetlidir. Bu az bir sayı değildir, kaymakamlıkların fonu, valiliklerin fonu, devletin fonu ortalama 1.5-2 milyon insan bu sosyal politikalardan faydalanıyor. Doğal olarak birinci önceliği devletin nasıl soyulduğu değildir. İkincisi, vatandaşta devlet kavramı oluşmuş değil. Maalesef devlet bize dayak atar, devlet bize küfür eder, devlet hesap sorar, devlet adam öldürür... Vatandaş devleti kendi devleti gibi görmediği için o devletin soyulmasının da kendisiyle ilişkili olduğu kanısında değil. Üçüncüsü, seçimleri biz genel seçim olarak algıladık ama milletin yerel beklentisi daha çok olduğu için yerelle ilgilendi. Vatandaşın tapu beklentisi var, imar sorunu var, 2B sorunu var, bütün belediye hizmetleri var. Vatandaşın doğumundan ölümüne kadar belediye ile işi var. Doğal olarak belediye faktörü öne çıktı.

CHP’nin yoksullardan giderek daha az oy alıyor olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz peki?
Yine bu sosyal politikalar... Geçmiş yıllarda CHP ya da solun en rahat iletişimde olduğu alanlar maalesef iktidar partisinin, iktidar partisinin ötesinde iktidarın sivil hareketler olarak kabul ettiği cemaatlerin örgütlendiği alanlar haline geldi. Bu kadar çaresizlik içerisinden Anadolu’nun dört bir yanından kopmuş gelmiş insanlar tutunmaya çalışıyordu. Belediyenin sosyal yardımı var, devletin 150 TL yardımı var, kömür, pirinç, okul açılınca çocuklara defter, kalem kitap, daha iyisi bugüne kadar sunulabilmiş değildir.

Yani AKP bunu sürdürdüğü sürece yenilemeyecek mi?
Hayır, bundan bu anlam çıkmaz. Vatandaş devletin sosyal politikalarından elbette en iyi şekilde faydalanabilmeli ama en iyi şekilde faydalanamadığı gibi ancak günü kurtarıyor. Ama burada tehlikeli bir durum var. Buralar radikal İslami örgütlerin en çok örgütlendiği alanlardır ve en tehlikelisi odur. Yoksa vatandaşlar rahatlıkla dönebilir ve her siyasi partiye de oy verebilir.

CHP’nin, ‘AKP giderse sosyal yardımın kesileceği’ ya da genel olarak ‘istikrarın bozulacağı’ propagandasına karşı halkın korkularını giderecek bir söylem üretememesi eleştirilerine ne yanıt veriyorsunuz?

Aslında söylemimiz var ama galiba biz söylemlerimizi anlatamamışız. Sorun bizde, vatandaşta değil. Yani aile sigortası kavramını biz yurttaşlara anlatabilseydik, ikna edebilseydik bu vatandaşların tamamının oyunu alırdık. AKP ne yapıyor, devletin kesesinden 200 TL veriyor ama onu geçici veriyor, kalıcı hale getirmiyor. Biz diyoruz ki, memur, işçi gibi her yoksul vatandaş, iş bulamamış vatandaş devletten maaşını alacak. Bu bir lütuf değildir, sosyal devlette olması gereken bir görevdir. Ama galiba biz bunu anlatamadık, anlatabilseydik durum değişirdi.


KILIÇDAROĞLU ELİNDEN GELENİ YAPIYOR AMA TARLA KURU

CHP yeniden kurultaya gidecek mi? Giderse bu ne zaman olur?
Büyük olasılıkla, çünkü tüzük kurultayı dâhil olmak üzere bir ihtiyaç. Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra, yani eylül, ekim gibi Sayın Genel Başkanımız düşünebilir.

CHP konuşulunca şu sorunun yanıtını herkes merak ediyor; CHP içindeki ulusalcılar-yenilikçiler çatışması nereye kadar devam edecek?

Hiçbir yere kadar devam etmez.

Kurultay çözecek mi?
Efendim yüz tane kurultay da yapsak sonuç alamayız. Elbette kurultay yapılır ama böyle kritik cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi, parti içinde lüzumsuz bir çatışmayla zaman kaybetmek ancak AKP’nin ekmeğine yağ sürmektir.

O halde bunun için nasıl bir ‘tedbir’ olacak önümüzdeki günlerde?
Halledilir. Kimse merak etmesin!

Kurultay liderlik tartışmalarını da giderecek mi?
Asla, çünkü liderlik sorunu yok.

Liderlik diyoruz çünkü malumunuz, ‘partide liderlik sorunu yaşandığı’ yorumları seçim sonrasında yine yükseldi. Hatta Deniz Baykal’ın ara ara çıkıp açıklamalar yapması, ‘Baykal yeniden partinin başına geçmek istiyor’ diye de değerlendiriliyor…
Partide politik sorunlar olabilir ama bir tek sorun yok, liderlik sorunu. Sayın Kılıçdaroğlu gerçekten çok büyük çaba sarf ediyor. Gecesini gündüzüne katıyor, seçimden seçime çalışan da değil. Yani yapılması gereken ne varsa yapıyor. Tarla kuru. Bu doğada da öyledir. Bir tarlanın ürünü gübredir, sudur. Gübre ile su yoksa tarlada verim az olur. Örgütlü toplum neyse sol partilerin işi zordur. Örgütlü toplum haline getireceğiz ve bu örgütlü toplum hepimizi denetleyecek. Yani sendikaların işi var CHP ilgileniyor, çevre sorunu var CHP ilgileniyor, hukuksuzluk var barolar duruyor bizi eleştiriyor. Yapmayın Allah aşkına, CHP olmazsa ne halt edeceksiniz? Gelin CHP’yi hep beraber koruyalım.

Türkiye’nin ana muhalefet partisi olarak CHP’den beklentiler olması, eleştirilmesi normal değil mi?
Anladım da, önce CHP’nin, yani partilerin işi değil bunlar. 1 Mayıs olayı önce sendikaların işi, CHP’nin ne işi var? En son CHP’nin dâhil olması gerekir. Bekledik acaba sendikalar ne diyecek? KESK, DİSK hariç bir tanesinde ses yok. Ne yapacağız o zaman mecburen CHP konuşuyor. Şimdi MİT yasası, CHP’nin işi mi?

Bir yönüyle evet...
Başka bir şey söylüyorum, sadece CHP’nin mi? Nerede barolar, nerede hukuk fakülteleri? İsyan etmesi lazım. 81 ilin barosunun dava açması lazım. Muhaberat devletinin ötesine geçiliyor. Demokrasiden, insanlıktan nasibini almamış bir Başbakana verilen yetkileri düşünebiliyor musunuz? Telefon tapelerini görüyorsunuz, “şunu alın, şuna ceza verin” diyen bir adamın bu yasayla neler yapacağını kamuoyunun takdirine sunmak istiyorum.


ÇÖZÜM SÜRECİ SÖYLEMLE OLMAZ

Partinize yönelik temel eleştirilerden biri de, CHP’nin Kürt sorunu dolayısıyla çözüm süreciyle olan ilişkisine yönelik. “CHP çözüm sürecine yaklaşımını bir türlü tanımlayamadı” deniyor. Ne diyeceksiniz?
Sayın Kılıçdaroğlu ile beraber barış süreciyle ilgili, demokrasi ve özgürlüklerle ilgili çok ciddi değişimler oldu. Yani daha Başbakan buna karar vermeden Genel Başkanımız, Başbakana gitti, “Barış süreciyle ilgili katkı sunmak istiyoruz” dedi. Başbakan sonra kabul etmedi. Biliyorsunuz yine bugün ağzı olan konuşuyor. “Vay bu akil adamlar projesiyle CHP ne demek istiyor” diye 40 gün eleştiri konusu oldu. Sonra kendileri uyguladılar ama bizim projemiz öyle değildi tabii. Onu da dejenere ettiler. Bu ülkede eğer gerçekten özgürlük ve demokrasi istiyorsak, Kürt meselesini çözmemiz lazım. Kürt meselesini çözmeden Türkiye’de ne demokrasiyi çözebiliriz ne özgürlüklere kavuşabiliriz. Bunun basit örneklerinden bir tanesi; 2005 yılında Türkiye’de büyük şehirlerde çok ciddi trafik sorunları yaşanıyor. Bu trafik sorunlarından dolayı yeni bir çalışma önerildi ve herkesçe kabul gördü. Örneğin büyük şehirlerde trafik polisinin belediyelere devredilmesi. Ama komisyona gelince “dur” dediler. Niye? E, Osman Baydemir de kullanacak. Mesele Osman Baydemir olunca demokrasiden vazgeçtik. Böyle bir şey olur mu? Yani şehirdeki trafik meseleleri bile Kürt meselesine bağlı hale geldi.

CHP “Kürt sorunu çözülsün” diyor ama mesele bu söylemin altını nasıl doldurduğu. Örneğin Kılıçdaroğlu’nun “ana dilde eğitimi pedagoglara soracağız” demesi…
Mutlaka bütün bu çalışmalar yapılacaktır, yapılmalıdır. Bunu herkesin bilmesi gerekir, bu sadece Kürt için geçerli bir kavram değildir; insanın ana dili ana sütü kadar helaldir. Bunu tartışmak bile insani bir şey değildir. Yani ana dilini konuştu diye bölecekse, bu paranoyak şeyden bizim vazgeçmemiz lazım.

Bu söylediklerinizden de CHP’nin biraz önce sözünü ettiğimiz duruşunu, sözünü netleştirememesine çıkmıyor muyuz?
Olabilir, tabii ki makul kaygılar olabilir, tartışmalar olabilir. Ama şunu da bilmemiz gerekiyor ki dünya çok değişiyor. Ben de Alman üniversitelerinin raporları var. Diyor ki, “buradaki Kürt çocukları mutlaka ana dilde eğitim görmeli, aksi takdirde başarılı olamaz.” Üç tane üniversite kendisinde vazife etmiş. Bizim üniversitelerimiz böyle bir rapor hazırlasa, vatan haini ilan edilir. Biz bunları hep söylüyoruz. Ben bunları 2008-09’da söyleyen insanım. Hiçbir arkadaşım da beni garipsemedi. Bunu AKP’de söyleyemezsiniz. Ama bakın CHP’de söylüyorum.

Evet ama bu politika, program haline gelmiyor…
İtiraz etmiyorum. Ama yavaş yavaş gelecek.

Seçim kampanyasında çözüm süreciyle ilgili bir şey söylememesinin de partinizin aldığı sonuçlarda etkisi olduğu söyleniyor…

Hayır söyledik. Sayın Genel Başkanımız Kürt meselesi konusunda çok net söyledi. Hatta sayın Genel Başkanımızın barış süreci başlarken, “Barış konusunda ne diyorsunuz?​” sorusuna, “Biz barışı öylesine içimizde hissediyoruz ki, çocuklarımızın adı barıştır, özgürdür” dedi. Barışın önünde bizim durmamız mümkün değil. Bizim itirazımız şuydu, halen o itirazlarımız devam ediyor ve o itirazlarımızda ne kadar haklı olduğumuz da kamuoyunun önünde şu anda duruyor ve BDP’liler de itiraz ediyor. Bu süreç öyle söylemle olmaz, hiçbir şey yasallaşmamış. Bugüne kadar bir buçuk yıl geçti neredeyse. Ne oldu, ne gelişme var? Sadece söylemde kaldı. Beğenilir beğenilmez, eksik fazla, CHP olarak 18 maddelik demokrasi için teklifler yayınladık. Bana göre çok anlamlıdır bu kanun teklifleri, hiçbir tanesi parlamentoya indirilmedi. Bir Başbakan “yüzde 10 barajını bile indirmem” diyorsa, o adamdan barış beklenebilir mi?

CHP, çözüm süreciyle ilgili AKP’ye en büyük eleştirilerini muhataplık konusunda yapıyor. Peki, CHP bunu nasıl yapacak? Öcalan’ı, PKK’yı muhatap almadan nasıl çözeceksiniz sorunu?
Bakın yöntemlerin hepsi konuşulur, tartışılır. Eğer maksadınız barışsa, bin tane yolu bulunur. Bu mesele bir devlet politikası haline dönüşmezse, barışı sağlamak zordur. Süreci kim götürüyor? Devletin kurumları götürüyor şu anda. Devletin bu konudaki politikasını bilmediğimiz için şu anda ne yorum yapsak, yanlış yapmış oluruz.

Sürecin istihbarat örgütü üzerinden yürütülmesine ne diyorsunuz?
MİT yasası bir ferman yasasıdır, bunun barışla şuyla buyla sulandırarak götürülmesi kabul edilmez. Buna en çok BDP’nin tavır koyması gerekiyor. Çok ağır bedel ödemiş o coğrafyada. MİT yasasını barış süreci konusuna bağlamak çok vahim konu olur.


BELEDİYELERDE MALİ ÖZERKLİK MUTLAKA OLMALI

Demokratik özerkliğe nasıl bakıyorsunuz?
Biraz önce de ifade ettim. Yerel belediyelerin mali özerklikleri tartışılmadı, konuşulmadı. Çünkü niye? Ya Osman Baydemir engel gösteriliyor, ya Gültan Hanım gösteriliyor. Mutlak ve mutlak dünyada olduğu gibi, mesela Avrupa’daki belediyelere baktığımızda bütün belediyelerin mali özerklikleri var. Halen bizim mali özerkliklerimiz yok. Siz belediye başkanısınız ama ağzınız Ankara’ya bakıyor. Böyle bir şey olabilir mi? Bunun yeniden tartışılması gerekiyor. Tartışmaktan korkmayacağız. Belediyelerde mali özerklik mutlaka olmalı.

Demokratik özerkliğin tartışılma biçimine ne diyorsunuz, ayrılma isteğine de yorumlanıyor...
Ben bu coğrafyada Kürtlerin ayrılmadan yana olduğunu zannetmiyorum. Mümkün değil. Bin tane kamuoyu yoklaması yapın, bininde de Kürtler daha demokratik bir ortamda, daha özgür yaşamak istiyor. Sadece Kürtler değil, hepimiz yaşamak istiyoruz. Ama her şey tartışılabilir, bu son derece makul görülmeli.

FOTOĞRAFLAR: Erdost Yıldırım

ÖNCEKİ HABER

CHP Sancaktepe İlçe Başkanı\'na silahlı saldırı

SONRAKİ HABER

Clippers oyuncularından sessiz protesto

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa