23 Nisan 2014 06:00

Ben de bir zamanlar taşeron işçisiydim

aşeron işçilerin kaybedecek hiçbir şeyleri yoktur. 12 saat çalıştırılmaları, asgari ücret köleliği ve diğer budanan sosyal hakları tam anlamıyla bir eziyete dönüşmesi ile geçim derdi, ailesi ve diğer etkenlerde eklenince, kurtuluşu emekçilerin birliğinden ve mücadelesinden geçtiğini hep birlikte pratik yaşamlarında öğreniyorlar.

Ben de bir zamanlar taşeron işçisiydim
Paylaş

Hüseyin Habip TAŞKIN/İZMİR

Taşeron işçilerin kaybedecek hiçbir şeyleri yoktur. 12 saat çalıştırılmaları, asgari ücret köleliği ve diğer budanan sosyal hakları tam anlamıyla bir eziyete dönüşmesi ile geçim derdi, ailesi ve diğer etkenlerde eklenince, kurtuluşu emekçilerin birliğinden ve mücadelesinden geçtiğini hep birlikte pratik yaşamlarında öğreniyorlar. Taşeronlaşmayla birlikte ucuz iş gücü patronların iştahını kabartırken, sömürü saltanatı böyle gidecek diye düşünürken, ülke genelindeki taşeron işçiler sömürüye, talana, haksızlıklara karşı işyerlerinde örgütlenerek, sendikalaşma yönüne giderek patronların rahatlarını bozdular. Devletin patronlara kıyakları olsa da, ezilenlerin canına yaşamları tak edince kurtuluşa giden yolda, örgütlü mücadelede gücücünün farkına varabiliyorlar.

ARTIK KORKAN İŞÇİ YOK
Taşeron işçileri insan gibi yaşamak istiyor. Bu isyan ateşinin başladığı yerlerden İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde çalışan taşeron temizlik işçileri, yol ücretlerinin ödenmemesi üzerine başlattıkları eylemlerine devam ediyor. İskenderun TEDAŞ’ta işten çıkarılan üç işçinin eylemi sonunda alacakların ödenmesi sözü verildi. Kütahya’da özelleştirilen Çelikler Seyitömeer Elektrik Üretim AŞ’de atılan işçiler isyan edince işten atma kararı rafa kaldırıldı. Çiğli’de Luna Elektronik fabrikasındaki işçiler Birleşik Metal-İş Sendikasına üye oldular. İşten atmalar üzerine direniş başladı. Dünyanın en büyük çuval fabrikası olduğu belirtilen Greif’te çalışan 600 işçi toplu iş sözleşmesinde anlaşma olmayınca, üretimi durdurarak işyerini işgal etti. Artık sermayenin karşısında susan, korkan, el pençe duran işçiler yok, aksine gasbedilen haklarını almak için işyerlerinde örgütlenerek, kararlı bir tavırla sendikalaşarak mücadelenin boyutlarını ileriye taşıyan emekçi işçiler geleceklerine sahip çıkıyor.

Sizlerle bir anımı paylaşacağım:

1998 yılında İzmir’de 9 Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde mutfak bölümünde taşeron işçisi olarak işe başladım. Taşeron firma ‘DEVAK’ Dokuz Eylül Vakfı adından anlaşılacağı gibi bu firma hastaneye bağlıydı. Okumuş üst düzey doktorların kurmuş olduğu taşeron firmasıydı.

Bir zamanlar 9 Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi temizlik işçisi bulabilmek için İzmir gazetesi olan Yeni Asır’a ilan verdiğini ve elektrik direkleriyle duraklarda ‘işçi aranıyor’ diye yazılı kağıdın olduğunu şeflerden ve orada çalışan işçi arkadaşlardan öğrendim.

Ben kişisel olarak iş görüşmesine gittiğimde ilk görüştüğüm şeften onay almıştım. Geçen zaman içinde düşündüğümde, temizlik işçisine ihtiyaç olduğunu anlamıştım. Eski mutfakta sadece söyledikleri gibi temizlik yapıyordum. Yerleri paspas etmek de bana aitti. Yemek için hazırlanan yiyeceklerin işe yaramayan kısımlarını çöp torbasına doldurup çöplerin bırakıldığı ortak alana bırakıyordum. Yeni mutfak bittiğinde ben diyetisyen mutfağında kaldım. Personel mutfağı aynı yerde bir arkamızdaydı.

İŞ GİDEREK AĞIRLAŞTI
Koskocaman mutfağın temizliği bana aitti. Bana ustalar ‘memur aşçılar’ sabah kahvaltısını hazırlamamı istediler. Ardından memur ustabaşımız haftanın bir günü ve bayram tatillerinde çalıştığım günlerde ve senelik izine ayrılan, bulaşık yıkayan işçi arkadaşımın yerine bulaşıkları benim yıkayacağımı söyledi.

Devletin bize uygun gördüğü aylık 1998 yılında asgari ücret olan 96 TL idi. Çalışma koşullarımız ağırdı. Sömürüyü burada açıktan yaşarken diğer emekçi arkadaşlarım da yaşıyordu. Zaman içinde öğlen yemeğine hazır olacak şekilde soğuk hava deposundan yoğurtları, meyveleri çıkartıyordum. Temizliği bana aitti. Çok geçmeden etlerin bulunduğu soğuk hava deposunun temizliği bana devredildi.

En son yüklenen görev öğlen yemeğinde 12-13 arası doktorlara, hemşirelere, hastanede çalışan görevlilere ‘Taşeron işçisi hariç’ yemek arabalarını yetiştirmem için görevlendirildim. Burnumdan solurken burjuvaziye isyan ediyordum. Aklımda sendikal örgütlenme vardı. Hastane genelinde çok işi az işçiye yaptırıp kazanç elde etmeyi düşünen okumuş üst düzey doktorlara nefretim artıyordu. Bu nefret sadece bana ait değildi, tüm çalışan emekçilere aitti.

Bu nefret; müdür, müdür yardımcılarına ve bazı şeflere kadar uzanıyordu. Her ayın on beşine yakın on ya da on beş kişi işten çıkartılıyordu. Bu çıkartılmalar bazen şeflerin keyfi davranışlarına da yansıyordu. Hastane içinde biz taşeron işçiler arasında ister istemez sorun olmaya başladı. Her sene bizlere giriş çıkış kağıtları imzalatıyorlardı. Bu kağıtlar tahmini on beş sayfaydı ve okutturmuyorlardı. Okuyan olduğu zaman ağız dalaşı idare uşaklarıyla taşeron işçiler arasında oluyordu. Burada aldığımız hakların budandığını görüyoruz. Belki de bizim alacak haklarımızı cebe atanlar oluyordu?

Ben sadece olayı kısaca özetledim. Ülke genelinde birçok taşeron işçisi ile ortak yanlarımız vardır. Taşeron işçisi ayağa kalkıyor. Kalkmak zorunda ve kalkamadığı zaman haramilerin lokması olmaya devam edecektir.

ÖNCEKİ HABER

Soruşturma komisyonu haftaya kaldı

SONRAKİ HABER

Anne ile kızın battaniyeye sarılı cesedi bulundu

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa