20 Nisan 2014 06:00

İstanbul’un türküsünü yaptık

“İşte bu yüzden Hemhal; Meydana gelip konan ve ruhu revan olan bütün kuşlar için çalınıp, söylenmiştir… Uzun bir aradan sonra yeniden sesime konan kelebeklerle, güzele kanat çırpan hayallerimin ürünüdür… Yerküreye, incitmeden basıp yürümeyi öğreten herkese...”

İstanbul’un türküsünü yaptık
Paylaş

Ayşen GÜVEN

“İşte bu yüzden Hemhal; Meydana gelip konan ve ruhu revan olan bütün kuşlar için çalınıp, söylenmiştir… Uzun bir aradan sonra yeniden sesime konan kelebeklerle, güzele kanat çırpan hayallerimin ürünüdür… Yerküreye, incitmeden basıp yürümeyi öğreten herkese...”

Bu satırlar karşılıyor sizi Adile Yadırgı’nın “Hemhal” albümünde. Uzun bir aradan sonra yeniden albümüyle dinleyenlerinin karşısına çıkan Yadırgı, albüme verdiyse de müziğe hiç ara vermemiş. “İstanbul”un Haziran günlerinden, “Mardin Dağları”na bir memleket kokusu albüm. Caz gitarlar, rock davullarla geleneksel halk müziği parçaları Adile’nin deyişiyle “hiç bozulmuyor, gayet de güzel oluyor.” Pir Sultan Abdal’dan Neriman Altındağ Tüfekçi’ye, Denizlili Hayri Dev Amca’ya kadar birçok ustanın iziyle birlikte çok güçlü müzisyenlerin dokunuşu var albümde. Türkülerimizin kaynaklarının, kayıtlarının ne kadar vahim halde olduğunu anlatan Yadırgı, birlikte olmaya velhasıl hemhal olmaya çağırıyor. Bir şarkıcı albümünden ziyade müzisyen albümü yaptığını söyleyen Adile Yadırgı albümü “usul usul terennüm etmenin” en doğru adresi. Hem vokalin hem de müzisyenlerin ustalığını konuşturduğu albümün konserleri size bu sohbet kadar iyi gelecek. Benden söylemesi 7 Mayıs Kadıköy Sahne’de “Hemhal” olmanın güzelliğini yaşamak mümkün. Elbette bu hali her daim taşımak dileği ile...

“Hemhal”e gelene kadar 9 yıl albüm yapmadın. Bu ara sadece albüm çalışmalarına mı verildi yoksa müziğe mi?
Aslında o 9 sene içinde müziğe hiç ara vermedim. Mesela Orient Expressions diye bir grupla çalıştım. Etnik, elektronik, caz soundlu bir grup. Hayatımda ilk defa elektronik alt yapılarla türkü söyledim. Benim için müthiş bir deneyim oldu onlarla yaptığım çalışmalar. Londra’dan, İspanya’yanın pek çok şehrinden, çok ciddi festivallere, dünyanın önemli etnik müzik sahnelerine çıktık. “Kerkük Divanı”nını o soundla okumam çok ilgi çekti. Sonrasında çokça birlikte çalışma, albüm yapma teklifleri de geldi. Norveç’ten, İspanya’dan, Fransa’dan önemli isimler birlikte çalışmayı önerdi. Bizim onlarla karşılaşmamız aynı Türk filmlerindeki gibi oldu doğrusu. (Gülüyor). Sonra bu sihirli buluşmaların devamını getiremedik. Belki ileride yine kesişir yollar, bilemiyorum. İşte o ara böyle dolu dolu bir araydı. Çok güzel konserlerle geçti.

Sinema için de tiyatro için de müzik için de böyle uzun “ara” hallerinden dönüşte “bir şeye mi küstünüz” diye sorulur. Ben hiç kimseye sormamıştım, sana sormuş olayım...
Önceki albüm bir kriz ortamında çıkmıştı ve ondan da biraz mutsuzdum. Duyduğum bir sürü ses artık yoktu. Beklemek gerektiğine inandığım bir dönem oldu. Malum İstanbul çok kalabalık bir şehir. Benim biraz tek başıma kalmaya ihtiyacım vardı. Ne yapacağımı çok iyi biliyordum ama nasıl yapacağımı bulmalıydım. Sonra bir yandan öğretmenlik yapmaya karar verdim. Hayatımda böyle böyle ertelenmişlikler de vardı. Onların da artık bir serüvene dönüşmesi gerekti ve albümün zamanı geldi.

Geleneksel müzik yapıyorsanız, örneğin; türkü söylüyorsanız batı müziğiyle bir şarkı yapsanız olay olur. Klasik müzik, caz müziği halk müziğine çok mu uzak? Sen caz söylerken nasıl hissettin?  
Ben çok keyif aldım. Zaten gruptaki bir arkadaşım benim konservatuardan arkadaşımdı. O doğal bir bağ kurmamı sağladı. Cem Yıldız olunca ben zaten nasıl bir iş olabileceğini kestirmiştim. Hiç uzak da değil bence. Zaten opera okumayı da çok istemiştim. Sonuçta sadece türkü söylüyor olsanız da sadece türkü dinleyerek müzik yapamazsınız. Kendi müziğinizi bulabilmeniz için farklı soundlardan, müziklerden, çalışmalardan haberiniz olması lazım. Bir müzisyen dünyanın bir ucunda bir kayıt alıp diğer ucundaki başka bir müzisyenle anında paylaşabiliyorsa senin de daha hızlı takip etmen ve sınırlarını zorlaman lazım. Dünya müziğine hiçbir zaman yabancı değildim. Mesela Fado’nun tüm kadın vokallerini dinliyorum. Hep de söylüyorum “Portekiz’de doğsam kesin fado söylerdim” diye.

Sadece bir caz albümü düşünür müsün?
Cazın vokal tekniğini hiç bilmiyorum. Ama öğrenmek için bir dönem girişimim oldu. Türk Halk müziğinden Caz’a girmeye pek cesaret de edemedim. Fakat cazcılarla, Orient Expressions’la yaptığımız gibi, belki düet, belki ortak bir çalışma, albüm niye olmasın? Sonuçta bizim müziğimizde sadece geleneksel tınılar yok. Caz gitarlar da var rock davullar da var... “Aman türkü bozulacak mı” diye düşünmüyor. Böyle hiç bozulmuyor, gayet de güzel oluyor. Hatta daha fazla yaygınlaştığına inanıyorum.

Geleneksel halk müziği dinleyicisine “itici” gelebilir mi gibi bir kaygın oluyor mu?
İlk albümde onu biraz duydum. İnsanlar en çok “Kerkük Divanı” ve “Ayletme” ile tanımıştı. Mesela Kerkük divanını yaparken alt yapılarda çok yoğun bir müzik kullandık. Bize de insanlar fazla müzikten ziyade ses duymaya alışıklar ve sevilmeyebilir gibi geldi. Ama sonuçta ben sadece şarkı yorumlamıyorum. Müzisyen kimliğimin öne çıkması için buna katkı sunan müzisyenlerin kimliği de parçalarımıza yansımalıydı. Folklorik oluşum sürecine dair bir sanatçısın. Baştan bugüne kadar gelen bir türküyü o ilk söyleyen gibi okuman mümkün değil. Benim, o türküyü, bugüne gelirken yolda rastladığım tüm müziklerle yoğurmam gerekliydi, öyle hissediyorum. Biraz riski vardı tabii. “Sadece bağlama olsa daha iyi olmaz mıydı” diyenler de çok oldu. Ben hep bir şarkıcı albümü değil de bir müzisyen albümü yapmak istedim. Hep öyle çalıştım. Onların da ustalıklarını sergileyebildiği çalışmalar yapalım istedim.

O müzisyenler kimler?
Benim gibi çalışan sağlam müzisyenler, kendi müziklerini yazıp çizen, kendi albümlerini yapan bütün işlerini kendileri tek başına halleden insanlar var çevremde. Dostlarım arkadaşlarım, bir şekilde ortak işler yaptım onlarla. İlk albümde zaten öyle de gerçi bunda Cenk’in (Erdoğan) yönetmenliğini yaptığı daha başka bir şey yakaladık. Cenk’in düzenlemeleriyle, geleneksel seslerle modern armoniler yakaladık. Diğer ustalıklarını ortaya koyan müzisyenler; Göksel Baktagir, Cengiz Onural. Bu arada Nokta’nın başına da kendim bir şey yazdım. Söz ve müziği bana ait olan Nokta İntro da var. Ve birlikte çalıştığımız herkese yeniden teşekkürler...

Peki “Hemhal” bir türkü albümü mü?
Tamam türkü söylüyorum. Zaten eğitimim de halk müziği üzerine. Ama albüm çok da türkü albümü değil aslında. “Nokta” var “İstanbul” var “Mardin Dağları” da türkü değil. Ama o kıvamda okudum.

Türkü değil dedin Mardin Dağları için. Çok öyleymiş gibi geliyor insana. Sen bu eseri nasıl tanımlıyorsun?
Özgün bir eser diyebiliriz. Ama ilk duyduğunuzda sözler o yöreden birine ait olduğu için, direkt gelenekselleştiriyor. Sözler bu konuda çok belirleyici. “Mardin Dağları’nda bir kuş olsaydım” diye başlıyor zaten. Levent Güneş de öyle bir müzik yapmış ki, bir dizi projesi için... Solo olarak bu parçayı Erkan Oğur ve ben okumuş olduk sanırım. Bir de Levent dizi için yaptığında okumuştu. Türkü olabilmesi için uzun bir zaman geçmesi gerekiyor. O açıdan teknik olarak türkü değil zaten. Ama o hissi veren bir parça.


DERSİM TÜRKÜSÜ DEMİŞLER TEKİRDAĞ TÜRKÜSÜ ÇIKIYOR

Farklı farklı yörelerden okuyorsun. Türkülerin hikayelerinin peşine düşüyor musun? Mesela derleme çalışmaların var mı?
Şu an çok öyle derleme çalışmam yok. Ama büyük ihtiyaç bunlar. Bazı türkülerin kayıtları bile yok. TRT kayıtlarına hiç geçmemiş. “Ayletme”yi nasıl buldum mesela; bir kayıt geldi bana Bulgaristan’dan. Söylemek istedim, kaynağını aradım TRT kayıtlarında yok. Hikayesini de gelen arkadaş taşıyamadı bana ne olduğunu bilmiyor. Kendi başına peşine düşsen olmuyor. Tam buldum diyorsun aynı türkünün aynı sözlerle farklı varyasyonları çıkıyor. Örneğin; “Akşam Oldu Yakamadım Gazımı”  Rumeli türküsü olarak kayıtlara geçmiş. Aynı sözlerle başlayan benim okuduğumda başka bir hikaye var.Yani çok ciddi bir karışıklık var, kayıtlarda da bir problem olduğunu düşünüyorum. Dersim türküsü diye kaydedilmiş, alakası olmayan Tekirdağ türküsü çıkıyor. O kadar tuhaf ki, herkes kafasına göre yazmış, kaynak kişisi yok. O yüzden derleme yapmak türkü söyleyen biri için çok önemli. Şimdi böyle havadan söylüyorum ama en kısa zamanda böyle bir çalışmaya da başlamak niyetindeyim. 

Sizler kaynak kişisini zar zor bulurken, senden sonraki nesil ne yapacak?
Aynen. O yüzden derlemeler çok önemli. Hayri Dev amca var mesela Denizli bölgesinde Çameli yöresinden biri. Üç telli sazıyla dünyada birçok  konservatuara gidip seminerler vermiş bir usta. Bizden önce yabancıların keşfettiği değer verdiği UNESCO tarafından da yaşayan insan hazinesi ödülene de layık görülmüş biri. “Gülleri Koklamaya Geldim” o amcanın bir türküsü. Kendisini doğuştan çoban ilan etmiş ama evrensel bir müzik adamı.  Fransız müzikologların falan peşinde olduğu biri. Benim zaten türküyü söyleyen biri olarak bunlardan haberdar olmam gerekirdi ama dinleyenlerin de haberdar olmasını istedim. Onun türküsünü de özellikle seçtim.


BAĞLAMA KÜS BANA

Senin söz ya da beste çalışmaların var mı?
Çok söz yazmak diyemem. Lisedeyken şiir yazıyordum, hala da ara ara yazıyorum aslında. Oluyor mu bilmiyorum ama şiirle uğraşmayı seviyorum.

Onlar bestelenmez mi?
Diğer albümde birkaç tane vardı aslında. Besteci yanım çok yok galiba. Aslında şarkıcı olacaksa ozanlık olacaksa söz ve müziği de size ait olacak. Ben kendime adıma biraz bunu zorluyorum. 

Öyleyse enstrümanla aran nasıl?
Biraz bağlama çalıyorum. Ama çok uzun süredir bağlama küs bana evde duruyor.


FİLM GİBİ BİR ‘İSTANBUL’ ŞARKISI

Sen de söyledin “İstanbul” da başka tatta bir şarkı. Biraz Ezginin Günlüğü havası var. Müziği, sözleri... Adına çokça şarkı yazılmış bu şehir için sen de söyledin. Senin İstanbul’un nasıl ?
Ben 95’ten beri İstanbul’dayım. Biraz yoruldum bu kentten doğrusu. Albüme ara verme sürecimden bahsederken de söyledim. İstanbul’la ilgili bir dert vardı bende yani. Tamam Mardin’in türküsünü okumuştum. Doğu’da Antep’in vardı. Oraları zaten çok severim, çok okurum oralardan. Ama İstanbul’un da bir türküsü olmalıydı. Yani biraz İstanbul’un türküsü gibi oldu da. İstanbul hani hep şöyle güzel aşkların, o Yeşilçam filmlerindeki büyülü aşkların hikayelerinin olduğu bir şehir aynı zamanda. Ve biraz öyle bir filmin tadında olsun şarkısı istedim.

“İstanbul’la ilgili derdini” biraz konuşalım mı? Yerel seçimlerden sıcak sıcak çıktık hani, en çok gündem olan kentti...
Tabii, Gezi’den sonra da bütün gözler biraz bu kentteydi. Benim albüm kayıtlarım da Gezi sürecine rastladı. Bir taraftan Gezi eylemlerine katılıp bir taraftan koşa koşa stüdyoya gittim. Çok genç yaşta insanlar öldü, Berkin... İstanbul şarkısında biraz onların üzüntüsü de var. “İstanbul yansın...” filan derken biraz geçmişin biraz bugünün hüznünü taşıyor. Her şeyin bir anda değişmesi mümkün değil. Bir anda patlamış gibi görünse de Gezi süreci de birdenbire gelişmedi. Orada bir mücadele sonucu bir sürü insanın o ağaçların gölgeliğinde oturup basın açıklaması yaptığı, festival yaptığı bir süreçten sonra Gezi, “Gezi” oldu.

İstanbul’la ilgili derdin Gezicilerin derdi yani...
Kesinlikle. Baksanıza kentin her tarafını talan ettiler. Bütün ağaçlar kesildi, bütün yeşil alanlar ranta dönüştürüldü. Resmen peşkeş çekildi şehir. İşte 3. köprü ve bilmem ne gibi bir sürü alakasız projenin kurbanı oldu İstanbul. Tamam İstanbul’da doğmadım ama insan 20 yılda nasıl İstanbullu olmaz? Şehir bizim şehrimiz, bizim de bir lafımız, sözümüz olsun istedik ama maalesef bu seçimlerde pek bir şey değişmedi. Bizim bu şehrin her köşesinde hatıralarımız var.  Mesela biz üniversitedeyken pastanemiz, kahvemiz vardı, sinemamız vardı... Şimdi onların hiçbirinden eser kalmadı. Böyle böyle sadece şehre zarar vermiyorlar ki; şehir dediğin zaten hafızadır, insanın bütün hayatı, anıları, hatıraları... Bizim hatıralarımıza da zarar verdiler.

Tam da bunlardan ötürü “Hemhal” mi olmak gerekiyor?
Gezi’de aynen öyle olmadık mı?  Ne kadar benzer problemlerimiz varmış da hani birbirimizden çok uzakmışız, birbirimize dokunamamışız, el vermemişiz. Ben albümün ismi hem bir çare hem bir çağrı olsun istedim. 

Albümün tek Kürtçe parçası “Sare”... Aslında Türkçesini çokça dinlemişizdir, Kürtçesi’ni birçok insan duymamış olabilir...
Evet geleneksel bir türkü. Nizamettin Arıç’tan dinlediğim, onun derlediği. Serhad bölgesine ait bir türkü. Sare orijinal adı. Ben onu önceleri farklı gruplardan söylediğin gibi “Gule” diye Türkçe sözleriyle dinlemiştim ve söylüyordum zaten. Orijinal hali oyun havası bayağı hızlı bir parça. Bu parçayı doğru okumak için Kürtçeye hakim Mehmet Said Aydın gibi insanlarla çalıştım. Hatta stüdyo kaydına da geldiler. Onların onayından geçtikten sonra albüme aldım.

ÖNCEKİ HABER

1915’ten beri yüzyıllık yalnızlık

SONRAKİ HABER

Onur Ünlü: Bir zahmet inandıkları kitabı okusunlar

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa