20 Nisan 2014 06:00

‘E bilet yoksa biz de tırmanırız abi!’

Futbol ve özellikle de onun, toplumun tüm kesimleriyle temas ettiği popüler yönü, demokratik muhalefet merkezleri için, uzun yıllar ikircikli bir alan olagelmişti. Toplumun -ama özellikle de onun alt sınıflarının, emekçilerin- üzerinde uyutucu, oyalayıcı bir fonksiyonu olduğu düşüncesiyle, futbol ve onun ‘kitleleşme’ fonksiyonu olarak tribün (ve tribün kültürü), dışlanan, küçümsenen, en iyi ihtimalle şüpheyle bakılan bir pozisyonda kaldı.

‘E bilet yoksa biz de tırmanırız abi!’
Paylaş

Hakkı ÖZDAL

Futbol ve özellikle de onun, toplumun tüm kesimleriyle temas ettiği popüler yönü, demokratik muhalefet merkezleri için, uzun yıllar ikircikli bir alan olagelmişti. Toplumun -ama özellikle de onun alt sınıflarının, emekçilerin- üzerinde uyutucu, oyalayıcı bir fonksiyonu olduğu düşüncesiyle, futbol ve onun ‘kitleleşme’ fonksiyonu olarak tribün (ve tribün kültürü), dışlanan, küçümsenen, en iyi ihtimalle şüpheyle bakılan bir pozisyonda kaldı.
Bir yandan Portekiz, İspanya gibi ülkelerin diktatörlerinin taze sayılabilecek ‘stadyum’ anıları; diğer yandan Türkiye’nin özgün koşullarında ‘tribüncülerin’, sağcı çetelere meyyal, lümpen, apolitik ve hatta kriminal unsurlar arasından çıkması; sol ve demokratik çevrelerin bu çetin parkurdan uzak durmasını kolaylaştıran etkenler oldu.
Ama bu “faşist uykuluklar” söyleminin konformizmi, gerçeğin ve özellikle de gençlik-spor-devinim ilişkiler silsilesinin gücü karşısında sürdürülebilir değildi. Rutin ve gerçekten de ‘uyutucu’ olabilecek bir döngünün ve lümpen sokak ilişkilenmelerinin zemini haline de gelebiliyordu tribünler elbette... Ama kalabalıkların dolaysızca bir araya geldiği bir deneyimin; senkronize ve dayanışma içinde davranmanın, belki ‘başlangıç’ seviyesinde, fakat çok etkin provalarının yapıldığı bir kolektif ruhun da zemini olabiliyordu... Bu durum, zaten bir süredir kabullenilmişken, malum, Gezi direnişi boyverdi ve ‘tribünlerin enerjisi’ artık tüm ülke için görünür hale geldi.
Onu bir tür ‘yeni din’ alanı ve dolayısıyla ‘afyon’ olarak görenler de ‘tribün’ denen şeyin birleşik insan eylemi için bir fırsat, dönüştürülebilir bir enerji potansiyeli olarak ‘kanlı canlı’ test etti.
Ve elbette ‘yönetici’ler de... Haziran ayından beri, bireylere yönelik cezalar, kulüplere yönelik mali sıkıştırmalar, tribünleri yasalarla denetler, ‘gözetler’ hale gelme çabaları boşa değildi. Bunun son halkası, tribünün ne olduğunu bilen herkesin yürekten bir yuh çekerek itiraz ettiği, ‘uygulanamaz’ bulduğu şu e-bilet ucubesi oldu. Okurlar, e-bilet denen saçmalığın nasıl bir, fişleme-denetleme-tasfiye pususu olduğunu hafta boyu okumuş olmalılar.
Fakat bu e-bilet ‘ketenpere’sinin, ‘politik tedbir’ odaklı asayişçi yönünden başka, tribünü ve onun insani-kültürel çeşitliliğini zedeleyecek bir yönü daha var. Zaten endüstriyel yönelimin ve yeni ‘arena’ konseptli statların çokça örselediği, ama bu elektronik pranganın hepten tribünlerden dışlayacağı nadide tribün çiçeklerinin solmasına mal olacak bir yön... Onlardan birini anlatmak istiyorum size, asla bir e-bilet sahibi olmayacak, gerçek bir ‘tribün müdavimi’ stereotipini...
80’li yıllarda Galatasaray’ın, eski Ali Sami Yen Stadı’nda “Yeni Açık” olarak anılan kale arkası tribününde, ‘Arpa’ adıyla bilinen, oldukça özgün bir sima vardı. ‘Tayfa’, yay biçimindeki tribünün en sağına toplanırken, dilbaz ve küfürbaz Arpa’nın da aralarında olduğu ‘ötekiler’, tayfa’nın tuttuğu bu uçtan başlayarak, yayın öbür ucuna kadar olan kısmı doldururlardı. Biletler ucuzdu ve tahta sıraları kırılarak çıplak betona sadeleştirilmiş (!) oturaklar ayak istifi doluydu. Arpa, sigara ve o gün ne bulup içebildiyse o içkiden kokan, beyaz, gümüş ve siyah kıllarla örülü sakalının arkasında bir çene değil, bir laf ve küfür makinası saklıyordu. ‘Sinyalci’ydi, yani tanıdığı ya da tanımadığı insanlardan, türlü bahanelerle, para, sigara, maç bileti, otobüs bileti, bira, şarap, rakı, çekirdek, fındık, bayrak, flama gibi ‘temel tüketim maddeleri’ talep eder; ama neredeyse bütün sinyalciler gibi, bunu yaparken, sanki alanın değil verenin minnet duyması gereken bir durum varmışcasına gururlu bir eda takınırdı. Sokaktaki niyaz ilişkisini, ağız çabukluğu ve dil marifetiyle tersyüz edebiliyordu. Eski bir şoför, artık daimi bir düşkün ve kalifiye bir yalancıydı! Dünyadan ve onun ortalama ahlakından tamamen uzaklaşmıştı. Bir çocuğun eve dönüş parasıyla içki içebilir (“hele onu içelim yol parası işini çözeriz!”), işportacıya elden ele ulaşan ayran-pide parasından kesinti yapabilir (“yukarıdan eksik göndermişler kardeşim!”) ve az sonra kendisini tribünde görme ihtimali olduğuna aldırmadan, bir ‘müşterisinin’ önünde yürekler acısı bir halde ağlayabilirdi (“10 lira ver, kızıma bir doğum günü hediyesi alabileyim!)
Bir şampiyonluk gecesinde, zurnacıyla birlikte Yusuf’un objektifine doğru eğilen, zafer ve içki sarhoşu, kırçıl sakallı adam, beleş sigara bulmuş Arpa’nın sevinciyle bakıyor... Arpa, yaşıyor mu, yaşıyorsa hala maçlara geliyor mu bilinmez; ama o da sigarasını ağzında böyle tutturur, yarın ne içebileceğini bile bilmeden, ‘şampiyonluk göbeği’ atardı! Biri öğretse, ‘kavgaya’ da katılırdı belki, ama içeri doğru çökmüş ömrünün üç beş gününde, sakalını neşeli dostların ısmarladığı içkilerle ıslatmanın, böyle davul zurnayla oynamanın ve ah, bir beleş biletle maçlara girmenin hazzından vazgeçmezdi. Hiç bulamazsa o bileti ve çılgınca cesur davranacak kadar ayık, aklını başına devşirecek kadar sarhoşsa, yüksek tribün katlarına uzanan demir parmaklıklara tırmanırdı: “Eh, bilet yoksa biz de tırmanırız abi!”

ÖNCEKİ HABER

Gerçek bizi ne zaman özgür kılacak?

SONRAKİ HABER

1915’ten beri yüzyıllık yalnızlık

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...