13 Nisan 2014 08:03

Hababam’dan Mahmut Hocasına selam

Daha önce anlatmadığı birkaç yeni hikâye anlattı. “Bizim koyde” diye başlıyordu hepsi tabii ama her birini yüz defa dinlediklerimden diillerdi, 90 artı golleriymiş meğerse. Bir tanesinde Ankara’ya “emanet” taşıyor bu bi yoldaşıyla. “Dergi mi?” diye atlamasam sazan gibi, o da “Çelik dergi” diye yapıştırmasa cevabı gülmeden ayrılacaktık evden. Bu defa biz biraz fırça attık fırsattan istifade, “Gazetenin sana ihtiyacı var, toparlan biraz, bu ne tembellik!” gibi…

Hababam’dan Mahmut Hocasına selam
Paylaş

Devrim ACAROĞLU

Cuma günlerini iple çekiyordum. Çalışanların bilindik sebepleriyle değil ama. Cuma, İbrahim Dayı’nın izin günüydü. Bu, benimle uğraşamayacağı koca bir gün demekti, keyfe gel… Hazır izin demişken; her pazartesi, pazar günü gazeteye neden gelmediğimi sorar, “İzin günüm ya Dayı” yanıtını alınca gevrek gülüşünün yanına yapıştırırdı; “Sen her gün izinlisin, sanki çok çalışıyon”… Çok uğraşırdı benimle. Tabii ki hemen herkesle uğraşır, eğlenirdi. Ama fırça istihkakının yağlı yerini hep bana ayırırdı, sağ olsun.
En zoru yanınızda bir misafirinizin olması olurdu. O misafir her kimse; bir akrabanız, arkadaşınız, hatta haber kaynağı bir kişi… Gazeteyi terk ederken mutlaka “Kimdi o?​” diye sorardı. “O bizim en zor sınavımız” diye yanıtlardım. “Yabancılar” en sevdiği av grubuydu. “Biz burada yabancıları sevmeyiz” diyen şerif edasıyla dikilirdi karşılarına. Burası bir işyeri olduğuna göre onlar boş adamlardı ki günün ortasında burada dolanıyorlardı ona göre. Boş dolanmıyorlarsa bunu ispat edeceklerdi Dayıya. Belki şehir efsanesidir ya, Rahmetli Can Baba’ya da atar yaptığı söylenirdi. Varın gerisini siz düşünün…
Evrensel’de çalışmak bilindik sebeplerle yeterince zorken, bu zorluğun üstesinden geleceğine inanarak gazetenin kapısından yiğit adımlarla içeri giren gence, hiç çalışmadığı yerden sorulmuş soruydu İbrahim Dayı. Devrimci olduğunuza kendinizi, ailenizi inandırabilirdiniz ama ya İbrahim Dayı’yı! O, gazetenin çoğunluğu gençlerden oluşan ekibine bir Hababam Sınıfı muamelesi yapar ve yerine göre Mahmut Hoca, Külyutmaz, Sıfırcı hatta -eski bir pehlivan olduğunu hatırlarsak- Badi Ekrem, çoğunlukla hepsi birden olurdu. Hababam’ın en haylazı olarak beni bellemişti sanırım. Takmıştı bana Hoca. Arkadaşlar “sevdiği için senle çok uğraşıyor” derlerdi ya umarım öyleydi.
Ben gazeteye 30’umdan sonra başladığım için akranım arkadaşlar İbrahim Dayı sınavını çoktan vermişlerdi; ne sigara içmeleri, ne geç gelmeleri, ne erken çıkmaları sorun oluyordu artık. Rüştlerini ispatlamışlardı. Benimse önceki “hizmetlerim” askerliğime sayılmamıştı. Hem üniversiteden taze mezun olmuşum gibi bir iştahla uğraşıyor hem de kartlığım her halimden belli olduğu için elini korkak alıştırmıyordu. Askerliğim çoktu anlayacağınız, şafak karanlıktı…
Herkesin sigarasına takıktı ama ben tütün sardığım için bana “İçine mutlaka bişiler katıyorsundur sen” derdi. Herkesten bir fazlası yani. Bisikletimi gazete binasına koymama kızardı, ama düşse o kaldırırdı, bilirdim. Kültür sanatçı olduğum için bazı sabahlar filmlerin basın gösterimine gider yemek saatinde anca gelirdim gazeteye. Gel de bunu anlat İbrahim Dayıya. Hırsız gibi girerdim gazeteye ya nasıl görünmeyeceksin; kapıda yakalamasa masamda bulur, zebellah gibi dikilirdi başıma. Neredeymişim, ne yapmışım, neden geç kalıyormuşum… Yaptığınız iş, aynı anda yapamadığınız diğer işin özeleştirisi olur mu? Oldurmaya çalışırdım her seferinde. Dolabımın üzerine; binada bulduğu işe yaramaz, kırık dökük nesneleri yerleştiriyordu özenle. Her gün bişi daha bulup ekliyor, yeniden düzenliyordu. Sesimi çıkarmıyor, daha ne kadar abartacağını merakla bekliyordum, o da ne zaman patlayacağımı. Noel ağacı parçalarından, kırık heykelciklere, bitmiş çakmaklardan, dandik anahtarlıklara bir sürü saçma şey. Sordum; sergi yapıyormuş bana, sanatçıyım ya… Gerçi hakkını yemeyim; Bienal’de kesin iş yapardı yerleştirmesi.
Gazetede fiziken çalışma günlerim sona erdiğinde onunla karşılaşmak yine en büyük korkum oldu. Hasta yatağında ziyaret etmek için bir bahane olamazdı bu tabii ama güç bela bulduğumuz gecekondusunda bizi yorgun gözlerle karşıladığında benle uğraşmadığı için bozulacağımı kestiremezdim. Daha önce anlatmadığı birkaç yeni hikâye anlattı. “Bizim koyde” diye başlıyordu hepsi tabii ama her birini yüz defa dinlediklerimden diillerdi, 90 artı golleriymiş meğerse. Bir tanesinde Ankara’ya “emanet” taşıyor bu bi yoldaşıyla. “Dergi mi?​” diye atlamasam sazan gibi, o da “Çelik dergi” diye yapıştırmasa cevabı gülmeden ayrılacaktık evden. Bu defa biz biraz fırça attık fırsattan istifade, “Gazetenin sana ihtiyacı var, toparlan biraz, bu ne tembellik!” gibi…
Bir iki yokladım ama hiç takılmadı bana; bu defa hakkı da vardı üstelik. Teskeremi verdi galiba giderayak.

ÖNCEKİ HABER

Beni bilemedin gitti zevzek

SONRAKİ HABER

Hawks, Knicks’in umutlarını söndürdü

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...