13 Nisan 2014 08:02

Beni bilemedin gitti zevzek

Övünmek gibi olmasın, bir gün Hayat Televizyonu’nda yayından çıktığımızda beni “halkçı” ilan etmiş de gülüşmüştük. Bıyığıma mı iltifat ediyordu, ekrana kravatla çıkan arkadaşlara mı laf çarpıyordu yoksa konuşurken anlattıklarımı ya da üslubumu mu beğenmişti, hâlâ bilmiyorum. Neye göre değerlendirdiğini açıklamamayı severdi ya, her seferinde kendine göre bir sebebi olduğundan kimsenin kuşkusu yoktur.

Beni bilemedin gitti zevzek
Paylaş

Çağdaş GÜNERBÜYÜK

Belki bu sayfalar çoktan “Rahmetli benimle şöyle uğraşırdı” yazılarıyla dolmuştur da bir tanesine daha ihtiyaç yoktur. Ama yoldaşımızın bizde bıraktığı izi öyle ifade etmek geliyor demek elimizden. Lise öğrencisiyken gazete binasına gidip gelmeye başladığımda benim hissettiğim de, en çok bana taktığıydı mesela. Zaten gençlik eki için sabahlamak, gazetedeki bütün dağınıklıktan sorumlu tutulmak demekti. Gazete binasına sabah en erken gelenlerden olan İbrahim Dayı’ya bir sandalyede uyuklarken yakalanmamak için ne yollar deniyordum. Türkü söyleyerek boş masaları dolaşırken “Püüü”süne denk geldin mi, istediğin kadar sabaha kadar çalıştığını anlat çünkü, dinlemezdi bile.
Testlere alışıkken de, onun beklenmedik anlarda gelen “Mahsuni Şerif kim biliyon mu?​”, “Erdal Eren kimdi Erdal Eren?​” ya da o sırada oradan geçmekte olan biri için “Sen şu adamı tanıyon mu?​” sorularından oluşan bilgi yarışmasına tatmin edici cevaplar vermek hiç kolay değildi. Hırs yapıp masalardaki bütün boş bardakları toplasanız, onun da bir gösteri olduğunu anlar, kafasını çevirmeden yan gözle izlerdi. Uzun süre “Adam olamadın gitti zevzek” aşamasındaydık sanıyordum. Yüzüme hep beni benimsemediğini belli eder gibi bakardı çünkü. Bir gün, bir başkasına beni gösterip “Sen bu adam her hafta kaç gazeteyi koltuğunun altına alıp dağıtıyor biliyon mu?​” diye sorduğu güne kadar. Yarışmacılıktan yarışma sorusu konusuna terfi edivermiştim. Dinlemiyor, görmüyor sandıklarımı biriktiriyordu.
Çay ocağında çalışan bir dayı için, burnunu haddi olmayan işlere sokuyor diye düşünmenin kimsenin aklına gelmemesinin en son sebebi yaşına hürmettir herhalde. 80’inde bile çeyreği yaşındaki gençlerin arkasından kirli bardaklarını toplayan Dayı’nın devrimcilik üstüne söyleyeceklerine kulak asmamak mümkün olamazdı ki. Onun çaycılıktan önce gelen işleri arasında, gençlere devrimci disiplin örneği vermek, her işimizin hesabını vermemiz gerektiğini hatırlatmak, görünmez sandığımız şeylerin de önemini bildirmek vardı.
Her sabah kahvaltıda yediği sarmısağın kokusu burnumuzda, hastalandıktan sonra evini ziyaret ederken hâlâ soruyordu; “Neyi yanlış yaptık acaba, sarmısağı mı?​” Neyi yanlış yapmış olabilirsin, 80’i devirdikten sonra bile ayaktasın, çalışıyorsun, her şeyi hatırlıyorsun dedik ama kanmadı. Dimdik ayakta olmak dışında bir seçenek aklına gelmiyordu, vücuduyla, aklıyla, fikriyle. Onu toprağa verdiğimiz günün ertesinin Metin’in doğumgünü olması, “Evrensel susmayacak” manşetinin hakkını vermeyi unutmak mümkün olmasın diye sanki.
Farklı şehirlerden ve çalışma alanlarından gazeteye çalışmaya gelip binada uzun vakitler geçirmek yaygın bir şikayet konusu oldu, Evrensel’in her kuşağında. Halkla yan yana gelmemenin mazereti olmadığı bilinse de, mecburiyetin yarattığı boşluğu doldurmayı o görev edinmişti sanki. Kılık kıyafetten o günkü gazetenin bir köşesinde çıkan bir habere kadar her konuda, başında kasketi olan kimseyle bu kadar sık tartıştığı olmuyordur çünkü hiçbirimizin. “Bizim koy” diye başlayan ve gazetede aramızdaki ilişkilerden, siyasetin tepesindeki itiş kakışa kadar her şeye uyarlanabilen anekdotların bu kadar tekrar edilmesinin sırrı halkla diyalog kurmanın inceliğinde saklıydı. Onun çok sevdiği Mahsuni Şerif’in sözleriyle, “Kendini bilmeyen canım halkı ne bilsin?​”
Övünmek gibi olmasın, bir gün Hayat Televizyonu’nda yayından çıktığımızda beni “halkçı” ilan etmiş de gülüşmüştük. Bıyığıma mı iltifat ediyordu, ekrana kravatla çıkan arkadaşlara mı laf çarpıyordu yoksa konuşurken anlattıklarımı ya da üslubumu mu beğenmişti, hâlâ bilmiyorum. Neye göre değerlendirdiğini açıklamamayı severdi ya, her seferinde kendine göre bir sebebi olduğundan kimsenin kuşkusu yoktur. En kolay hatırlanacak kriterlerinden birinin Mahsuni Şerif olduğu kesin. İlk tanıştığımızda sorduğu adını takip etmeyi, son günlerinde, kültür sayfasında Mahsuni’nin haberlerinin çıkıp çıkmamasını sormaya kadar bırakmadı. “Beni bilemedin gitti zevzek” demesin arkamızdan.

ÖNCEKİ HABER

Anadolu’nun koynunda çağıldayan bir serin dere…

SONRAKİ HABER

Hababam’dan Mahmut Hocasına selam

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...