18 Mart 2014 06:00

Yoksulu kent dışına sürme projeleri

Ayazma dönüştüreli çok oldu. Yeniden Ayazma’nın lafını ağzımıza almamızın nedeni ise, hızla devam eden, “kentleri yoksullardan temizleme” projelerinin sonuçlarına ışık tutuyor olması. Ayazma’daki süreci başından sonuna kadar takip eden Kent Hareketlerinden Cihan Uzunçarşılı Baysal ile Ayazma’yı konuştuk.

Yoksulu kent dışına sürme projeleri
Paylaş

Dosya: Beton Ormanına Dönüşen Kentler

Hazırlayan: Sinem Uğurlu

Ayazma, İstanbul’da şimdiki Olimpiyat Stadı’nın çevresinde kalan bir mahalleydi. İstanbul’un ve belki de Türkiye’nin ilk kapsamlı kentsel dönüşüm projesi uygulandı Ayazma’da.
Stadın yapılması Ayazmalıların kabusu oldu. Çünkü, böylesine ‘prestijli’ bir stadın etrafında Kürt nüfusunun yoğun olarak yaşadığı yoksullara yer yoktu. Bu stada elbette Ağaoğlu’nun lüks konutları ‘yaraşırdı.’ Nitekim böyle de oldu. Burada yaşayan nüfus topluca şehrin çeperlerine transfer edildi, bu mahallede ise ‘kamu yararı’ adına My Worl Europe projesi yükseldi.

Ayazma dönüştüreli çok oldu. Yeniden Ayazma’nın lafını ağzımıza almamızın nedeni ise, hızla devam eden, “kentleri yoksullardan temizleme” projelerinin sonuçlarına ışık tutuyor olması. Ayazma’daki süreci başından sonuna kadar takip eden Kent Hareketlerinden Cihan Uzunçarşılı Baysal ile Ayazma’yı konuştuk.

Ayazmalıların evlerinin yıkılacağını ilk öğrenmesinden, belediyenin tutumuna, yeni yerleştikleri TOKİ’lerdeki yaşantılardan sonrasına kadar her detayı yazdık. Yazdık ki, Gaziosmanpaşası’ndan, Derbent’ine, Mamak’ın da Narlıderesi’ne kadar, kentsel dönüşüm projelerinin ardında neler yatıyor, unutulmasın. Ayazma için kolay olan, buralar için olmasın diye.  

Bize Ayazma kentsel dönüşümüne giden süreci anlatır mısınız?
Aziz Yeniay, 2004’te Küçükçekmece Belediye Başkanı seçilir seçilmez, “İlk balyoz Olimpiyat Stadı çevresindeki mahallelere vurulacak” diyor. Olimpiyat Stadı’nın o bölgeye inşası, sermaye açısından yatırım yapılabilecek cazip bir bölgeye dönüşen Ayazma ile çevresindeki mahallelerin yıkıma gidişlerini hızlandırmıştır. Yeniay sözünü hemen tuttu ve ilk balyozu Ayazma ve Tepeüstü Mahallelerine vurdu ki, sermayenin beş yıldızlı projelerine yer açılsın. Nitekim, bugün Ayazma’da Ağaoğlu’nun My World Europe projesi, Tepeüstü’nde de Torunlar’ın  Mall of İstanbul projesi yükseliyor. Aynı sene, Küçükçekmece Belediyesi öncülüğünde bir “Uluslararası Kentsel Dönüşüm Sempozyumu” ve sempozyum çerçevesinde bir de atölye çalışması düzenlenmişti. Çalıştay sayesinde Olimpiyat Stadı çevresindeki tüm mahallelerin sosyo-ekonomik profilleri röntgen misali çıkartıldı.

Mahallelerde böyle incelemelerin yapılmasının nedeni nedir?

Bu araştırmalar, orada daha sonra yapılacak proje için ellerine önemli bulgular veriyor. Direniş olup olamayacağını çıkarabilirsin bu verilerden örneğin. Oradaki stratejini ve taktiğini kurabilirsin; “Nereden başlayacağım, hangi alanından başlayacağım bu dönüşüme?​” Hangisi daha dardaysa, önce o zayıf halkadan girecek mesela.

Bu sempozyumun ardında daha başka amaçlar var mıydı?

Sempozyumun kitabında mahallelerin yaşam güvenliği olmayan “sosyal çöküntü” bölgeleri olarak damgalandıkları görülüyor. “Sosyal çöküntü bölgesi” tabiri, oradaki sosyal yapıya da kriminalleştirici bir göndermedir. Ayrıca yine kitapta, bu bölgeler “Ötekilerin yaşadığı, kriminal bölgeler” olarak tarif edilir. Öyleyse; vurun ötekiye, yıkın ötekinin evini başına! Buradaki “kriminal bölgeler” ile ima edilen de elbette Ayazma’nın Kürt nüfusudur.

YIKIMLARI MEŞRU KILMAK İÇİN ÖTEKİLEŞTİRİCİ SÖYLEM KULLANILDI



Neden böyle bir söylem geliştirildi?

Yıkımlara ve zorla tahliyelere kamuoyunda meşruiyet yaratmayı kolaylaştırmak için. ‘Prestijli Stat’ın yanı başında çirkinliklere yer yok, gelsin yaşam mimarının ucube projesi!

Sözleşmeleri nasıl imzaladılar, kolay oldu mu yoksa direniş var mıydı?
2005-2006 verilerine göre sadece Ayazma’nın nüfusu 8775 kişi. Tepeüstü 1900 kişiydi. Ayazma’da 250 kişi civarı bir kiracı nüfus vardı. Ayazma’da, mülkiyet çeşitliydi ve bu nedenle örgütlenerek projeye karşı çıkmaları da güç oldu, çünkü her kesimin çıkarı farklıydı, ortaklaşamadılar ne yazık ki. İşgalciler, tapulular, tapuları olup ruhsatları olmayanlar ve kiracılar vardı. Belediyenin öne sürdüğünün aksine yine yerel yönetimin kendi verilerine göre yüzde 44’ü de tapuluydu.
Ayazma’da şöyle çalıştılar. Önce kondulara gidildi, her aileden sadece bir kişi tek tek çağrılarak baskı uygulandı. “Hiçbir hakkın yok. Bu sözleşmeleri imzalamazsan devlet seni sokağa atar. Gel güzel güzel, şu medeni TOKİ’lere geç” dendi. Mahalleyi bölmek için, kendilerine yandaş eylemek için mahalleden bazı kişilere rüşvet verdiler. Örneğin, bir evi olduğu halde iki evi varmış gibi gösterenler oldu, bunlara göz yumuldu. Tandır ocaklarının ev kabul edildiğini ya da araya duvar örerek, kapı açarak 1evden 2 ev yaratılarak fazladan hak sahibi edilenlerin öykülerini Ayazmalılar daha sonra anlattı bize.

Diğerlerini ikna etmek için mi böyle bir yöntem izleniyor?

Evet, ikna etmek için. Mahalleden bir iki kişi imzaladı mı, gerisi, ardı ardına dizilmiş ve bir fiskede düşen domino taşları misali oluyor.
Kiracılara karşı da en başından dürüst olmadılar. TOKİ, Büyükşehir ve Küçükçekmece Belediyesi tarafından mahalleliye ortak bir yazı gönderildi. Bu yazıda, “ Müjdeler olsun, kiracısından ev sahibine kadar herkese ayrı ayrı çözüm geliyor”, deniliyor ve herkesten bir takım belgeler isteniyordu.  Bu durumda kiracılar da hak sahibi olacakları yanılgısına düştüler. Oysa TOKİ’nin hiçbir uygulamasında (Sulukule kiracılarına Taşoluk hakkı haricinde) böyle bir şey yoktu. Bu şekilde Ayazma’da direniş bölündü, sözleşmelere imzalar alındı. 

Kiracılar sonra nasıl hak sahibi oldu?
Ayazma’daki hak sahipleri, 2007 Şubat itibarıyla Halkalı’daki Bezirganbahçe TOKİ konutlarına taşınmaya başladı. Bu süreçte 43 kiracı aile, yıkılan evlerden her türlü malzeme ile barakalar kurarak burada yaşamaya başladı. Ardından bu sayı 18’e indi. 2007 şubattan 2008 kasıma kadar, yani 2 seneye yakın önce barakalarda, 2007 kasım ilk yıkım ertesinde de çadırlarda kaldılar. İlk başta amaçları direniş değildi, baraka ve çadırlar bir mecburiyetti. Çünkü, Ayazma’da o günün şartlarında 50 lira ile 80 lira arasında kiralıklarda yaşamaktaydılar ve bu kadar ucuz kiralık konut hiçbir yerde bulamadılar. Kentin gözü önündeki bu çaresizlik vicdanları kanattı. Yerel yönetim seçimleri de geliyordu, zaman da ailelerden yanaydı ve meslek odaları, konut hakkı savunucuları, uluslararası insan hakları örgütleri, kentsel toplumsal muhalefetten birçok oluşum da ailelerin yanında durunca, kiracılar en sonunda TOKİ tarafından  hak sahibi yapıldılar. Bu, direniş sonucunda, bu 18 ailenin direnişiyle, 250 kusur aile TOKİ’lerden hak sahibi olmuş oldu.
Yarın: İstanbul ve Ankara’daki kentsel dönüşüm mücadelelerine sayfamızı açıyoruz.

AYAZMALILAR TOKİLERİ BORÇLARIYLA SATIP GİTTİ

Ayazmalılar Bezirganbahçe’deki TOKİ’lere yerleştirildi. Peki orada neler yaşandı?
Bezirganbahçe, tam bir ekonomik, sosyal ve kültürel hak ihlalleri silsilesi projesidir. Bir kere, Ayazmalılar, düzenli geliri olmayan bir nüfustu. Bu nüfustan bankalara düzenli ödeme yapmalarını ve düzenli aidat ödemeleri beklendi. 2008 verilerine göre, gelirleri en fazla 600-900 TL arasındaydı. Aylık banka kredisi, apartman aidatı, doğal gaz, elektrik, su gibi giderlerin toplamı 450 -650 TL arasında değişiyordu. Bu kalemlerin içinde gıda, giyim, eğitim, sağlık, eğlence ve ulaşım yok. Yani açlık sınırında yaşamaya başladılar. Çocuklarını okuldan alıp fabrikalarda çalışmaya verdiler. Banka kredilerini ya da apartman aidatlarını ardı ardına 5 kere ödemezlerse 6. da icra geliyordu. Bu nedenle  borcuyla satmaya başladılar  2008’de Küçükçekmece Belediyesinin yaptığı ankete göre, yüzde 43’ü, satıp gitmek istediğini çünkü ödemelerde zorlandığını belirtiyor. Bu yüzdeye, önceden satanlar ve bu projeyi ödeyemeyiz diye en başından haklarını devredenler dahil değil. Bu gün de zaten yüzde 60’a yakınının satıp gittiği söyleniyor.

Nerelere gittiler?
Trakya’ya, Silivri’ye, çeperlere doğru gittiler. Orada 3 kuruş parayla arazi alıp, yine kondu yapıp, yerleşmekteler. Yani, yoksulu daha da yoksullaştırıp, mülksüzleştirip kentin çeperine transfer etme, kent merkezlerinden yoksulu kovma projesidir bu dönüşüm projeleri.

AVLULU EVDE OTURANI TOKİ’LERE KOYUYORSUN


Ayazma ile Bezirganbahçe’nin farkları nelerdi?

En başta mahallelerimizde yer alan enformel mekanizmaları TOKİ’lerde bulamıyoruz. Mesela komşudan borç, bakkala veresiye, mesela bakkaldan taneyle şeker, kaşıkla salça gibi yaşamı kolaylaştıran ekonomik zorluklara dayanmayı kolaylaştıran mekanizmalar. Ayrıca, bahçeden meyve, sebze, tandırdan ekmek ile bazı haneler için et, yumurta, süt gibi gıdaları Ayazma’da kendileri temin edebilmekteydiler. Ayazma’da meyve ağaçları vardı. Kümesleri vardı; domatesi biberi bahçede yetiştiriyorlardı. Hadi o TOKİ marketten nasıl satın alacaklar bunları? Bu ekonomik boyutu.

Sosyal ve kültürel boyutlardan bakarsak, TOKİ’lerde mahallelerdeki dayanışma ve komşuluk ilişkileri, sosyal ağlar çöküyor. Avlulu evde oturan ya da mahallesinin sokaklarını evinin odaları gibi kullanan Romanı alıyorsun, apartman dairesine tıkıyorsun.

Ya da, “Ayağımız toprağa basmadan yaşayamayız” diyen Ayazmalı Kürt nüfusu alıyorsun 12 katlı insan silolarına dar mekânlara hapsediyorsun. Bu olacak şey mi? Kına geceleri, açık hava düğünleri, kapı önü komşuyla çay keyifleri bunlara TOKİ’lerde olanak yok. Ya da mahallede yer halısını yıkayabiliyor, asıp kurutuyor, yününü dövüyor, TOKİ’lerde imkansız.

BARINMA DEĞİL KONUT HAKKI
“konut, eğitim ve sağlık gibi bir sosyal haktır, bir meta ya da finans varlığı değildir. Burada konut hakkı derken bir kullanım hakkından bahsediyoruz bunun altının çizilmesi gerek. Bu bağlamda ev sahipliği kadar kiracılık da afet konutu da kooperatif vb. de bir kullanım hakkıdır. Ama çok önemli olarak BM Ekonomik sosyal Kültürel Haklar Komitesi 1991 tarihli  4 Numaralı Elverişli Konut Hakkı Genel Yorumuna göre yasadışı iskan da işgal de bir kullanım hakkı kabul edilir. Komite, konutu bir kullanım hakkı üzerinden tanımlıyor ve işgal ve yasa dışı iskanı da kabul ediyor ama devletleri de, yasadışı işgali ve iskanı yasal statüye kavuşturmakla yükümlü kılıyor. Neden barınma değil de konut diyoruz? Çadır da bir barınmadır, baraka da, 4 duvar 1 çatı da. Oysa insan haklarının temeli insan onuruna yakışır bir yaşamdır. Bu nedenle barınma hakkı diyemeyiz,  insan onuruna yakışan bir konut hakkından bahsedeceğiz.” 

MARKA KENT SEVDASI


“İktidarı, muhalefeti yöneticilerimizin “Marka Kent” denen ucubeyi yaratma sevdaları var. Oysa dünyada marka kentlerle ilgili yapılan araştırmalar gösteriyor ki; en büyük gelir uçurumları marka kentlerde. Bir metayı satmak için şıklaştırman lazım, cilalaman lazım. Böyle bakınca, gecekonduda, Sulukule’de, Tarlabaşı’nda yaşayanlar kentin kötü yüzü, çirkinliği. Oradan gitmek zorundalar. Kenti yenileyecek, şıklaştıracak ki kent, sermayeyi cezbetsin ve küresel sermaye gelip yatırım yapsın. Tüketemeyene, para harcamayana, artık kentlerde yer yok. Amaç kentleri küresel sermaye ile üst gelir gruplarına ve lüks tüketim yapacak turistlere açmak. Bunun için de mahalleler ve kentsel kamusal alanlar soylulaştırma projelerine açılmakta. Yöneticiler bu sürecin failleri. Kentimi nasıl idare etmeliyim, diye bakmıyorlar, sermayeye yönelik bir kent yaratmanın peşindeler.  Marka kentin peşine düşen CHP de AKP de aynı telden çalıyor.”


                                                                                                                                                                                      (Fotoğraf: Murat Eşiyok)

KALE’DEN UZUNDERE’YE 2. SÜRGÜN 

Emine UYAR
İzmir


İZzmir’de kentsel dönüşümün ilk örneği Kadifekale’ye uygulandı. Ağırlıklı olarak Mardin’den zorunlu göçle İzmir’e gelen Kürtlerin oturduğu Kadifekale, yaşanan heyelanlar nedeniyle 2006 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla “Afete Maruz Bölge” ilan edildi, ardından bölge kentsel dönüşüm kapsamına alındı.

2008 yılında başlatılan kentsel dönüşüm çalışmalarına halk sıcak bakmadı, yaptıkları toplantılarla, İzmir’in en güzel manzarasına sahip bölgenin Kürtlerden arındırılarak rantsal bir dönüşüm hedeflendiğini belirterek tepki gösterdi. Birkaç ailenin birlikte yaşadığı binalarına, geçimlerini sağladıkları dükkanlarına biçilen düşük bedellere karşı mahkemelere başvurdular. Köylerinden zorla göç ettirildikleri İzmir’de kendilerine hiçbir olanak sunulmayan Kadifekale halkı, geçimlerini seyyar satıcılık, midyecilik yaparak sağlıyor. Tüm resmi kurumların, hastanelerin bulunduğu Konak’a yürüyerek ulaştıkları Kadifekale’den şehir merkezinden kilometrelerce uzaklıkta bulunan Uzundere’ye taşınmak istemediler.    
Coğrafi özellikleriyle Mardin’e benzettikleri Kadifekale’de kendi kültürlerini de yaşatıyorlardı. Tandır ekmeği, kaçak çay, memleketlerinden getirdikleri yöresel yiyecekleriyle ve seyyar satıcılık, midyecilik gibi işleri yaparak geçimlerini sağlıyorlardı.

Büyükşehir Belediyesi Kadifekalelileri ikna etmek için toplantılar düzenledi. Yeni yerlerine modern bir midye tesisi yapacaklarının sözünü verdi.

UZUNDERE TOKİ BORÇLARI

2010 yılının temmuz ayında 100-150 aile aynı gün Kadifekale’den Uzundere TOKİ’ye taşındı. 13-14 katlı binalardaki kutu gibi evlerde kalabalık nüfuslarıyla yaşamak zorunda bırakıldılar, üstelik borçlandırılarak. Düzenli bir işleri olmayan, o güne kadar Kadifekale’de birbirleriyle dayanışarak yaşayan aileler Uzundere’de daha önce hiç bilmedikleri sorunlarla yüz yüze geldi. 2012 yılına gelindiğinde onları bir sürpriz bekliyordu. İki yıl boyunca borçlarını düzenli ödeyebilmiş olanlar, borçlarında bir azalma olmadığını gördüler. Çünkü evlerinin taksitlerine bileşik faiz uygulanıyordu. Aziz Kocaoğlu, konuyla ilgili yaptığı açıklamada uyguladıkları sisteme göre, 15 yıl düzenli ödendiği taktirde borçlarının sıfırlanacağını söyledi.  

Kadifekale’den Uzundere’ye taşının ailelerinin tek sorunu ev taksitleri değil. Düzenli bir işleri, dolayısı ile düzenli gelirleri olmayan aileler her ay düzenli aidat ödemek zorunda. Bir başka sorun İzmir’de o dönem İZSU’nun bir uygulamasına göre (uygulama kısa bir süre önce kaldırıldı ancak Uzundere TOKİ’de durum değişmedi) her birinde 56 daire bulunan binalarda tek bir su sayacı var ve tek bir fatura geliyor. Apartmanın yöneticisi bu 56 dairenin su parasını kendisi toplamak zorunda ve bir daire ödeyemediğinde fatura yatırılamadığı için su kesiliyor. Bu da aileler arasında gerginliklere kavgalara neden oluyor. Elektrik kesildiğinde asansör çalışmadığı için üst katlarda oturan yaşlılar, evlerinden dışarıya çıkamıyor. Binalarda kullanılan düşük kalitedeki malzemeler nedeniyle evlere su giriyor ve yer yer çatlaklar oluşmuş durumda.

Kadifekale’de oturan Mardinlilerin en önemli geçim kaynağı olan ve halka gösterilen maket projede yer alan midye tesisinden ise hâlâ eser yok.
Yaşamları hep mücadele içinde geçen Kadifekaleliler bütün bu zorluklar karşısında da yılmayarak sorunlarının takipçisi oldu. Toplantılar düzenledi, dernek kurdu. Belediyeye sayısız dilekçe verdi. Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’na katıldığı toplantılarda dertlerini anlatmaya çalıştılar. Uzundere’ye çağırdılar kendisini. Bütün bu uğraşlar sonucu, geçtiğimiz günlerde spor kompeksi açıldı. Ulaşım sorunları ise hâlâ devam ediyor. Yine en büyük sıkıntıları ödeyemedikleri ev taksitleri.

ÖNCEKİ HABER

Katliam zihniyeti devam ediyor

SONRAKİ HABER

Direnen işçiler kazandı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa