16 Mart 2014 06:44

Siz çocukları öldürmeyi çok iyi bilirsiniz!

Gezi Parkı eylemleri sırasında Okmeydanı’nda polisin attığı gaz fişeğinin başına isabet etmesi sonucu ağır yaralanan 15 yaşındaki Berkin Elvan 11 Mart Pazartesi günü hayatını kaybetti. Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 269 gündür yaşam müdahalesi veren Berkin Elvan 16 kiloya kadar düşmüştü.

Siz çocukları öldürmeyi çok iyi bilirsiniz!
Paylaş

M. Utku ŞENTÜRK*

“Buraya bakın, burada,
bu kara mermerin altında
Bir teneffüs daha yaşasaydı
Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür…”

Ece Ayhan

Gezi Parkı eylemleri sırasında Okmeydanı’nda polisin attığı gaz fişeğinin başına isabet etmesi sonucu ağır yaralanan 15 yaşındaki Berkin Elvan 11 Mart Pazartesi günü hayatını kaybetti. Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 269 gündür yaşam müdahalesi veren Berkin Elvan 16 kiloya kadar düşmüştü.
Berkin Elvan, Türkiye’de devletin uyguladığı ‘güvenlik’ politikalarından kaynaklı yaşamını yitiren 576’ıncı çocuk. 1988 yılından bu güne dek güvenlik güçlerinin direkt ya da dolaylı müdahalesi, mayın ve sahipsiz bırakılan patlayıcı maddelerin infilakı sonucu 576 çocuk yaşamını yitirdi. İnsan hakları savunucularının “Ölü çocuklar ülkesi” dediği Türkiye’de açılan soruşturma ve davalar takipsizlikle sonuçlandırılırken, failler ve sorumlular cezasız bırakıldı.
İnsan Hakları Derneği raporları ile Özgür Gündem geleneğinden gelen gazetelerde yer alan haberlerden derlenen bilgilere göre, 1989 yılından bu yana en az 576 çocuk, Kürt, Türk, Alevi, Sünni demeden devletin kolluk kuvvetleri tarafından öldürüldü. Ancak yine de en çok Kürt çocukları devletin şiddetinden nasibini aldı. 2000 yılı öncesinde en fazla çocuğun katledildiği yıl, 1992’i oldu. 1992 yılında 117 çocuk öldürüldü. Öyle ki, sadece 12 Haziran 1992 tarihinde 12 çocuk katledildi. 1993 yılında 66, 1994 yılında da 87 çocuğun katili, devletin kolluk güçleri oldu.
2000’li yıllarda çocuklar katledilmeye devam edildi. 2000 üç, 2001 yılında bir çocuk daha katledilen çocuklar listesine dâhil oldu. 2002 yılında ise ağırlık olarak mayın ve ortada bırakılan askeri patlayıcılar sebebiyle 18 çocuk, 2003 yılında 12 çocuk yaşamını yitirdi. Kamuoyunun hafızasında canlı duran ve babası Ahmet Kaymaz ile birlikte yargısız infazla öldürülen Uğur Kaymaz’ın katledildiği yıl olan 2004 yılına gelindiğinde ise 12 çocuğun yaşamını yitirdiği görülüyor. Takip eden sonraki yıllarda çocuk katledilmelerini devam ettiği görülen raporun verilerinde 2005 yılında 12 çocuk yaşamını yitirdi.

ÇOCUK DA OLSA KADIN DA OLSA

2000 yılı sonrasında en fazla çocuğun öldürüldüğü yıl ise 2006 yılı oldu ve tam 23 çocuk katledildi. 2006 yılının Mart ayında Diyarbakır’da HPG gerillalarının cenazelerine polisin saldırılarından çocuklar da payına düşeni aldı ve 5 çocuk öldürüldü. Serhildana dönüşen eylemler karşısında açıklama yapan Başbakan Erdoğan’ın “Güvenlik güçlerimiz çocuk da olsa, kadın da olsa kim olursa olsun gerekeni yapacaktır” sözü de kayıtlara geçti. Türk devletinin öldürdüğü 476 çocuk arasında, henüz adı konulmamış bebekler bile bulunuyor.
2007 yılında 9, 2008 yılında 17, 2009 yılında 21 çocuk katledilirken Diyarbakır’ın Lice İlçesi Şenlik köyü Xambaz mezrasında, askeri kışladan atılan havan mermisi ile bedeni paramparça edilen Ceylan Önkol’un da aralarında bulunduğu 2010 yılında 16 çocuk yaşamını yitirdi. 2011 yılının geride bırakmaya günler kala açık bir devlet katliamı olan Roboski Katliamında 17 çocuğun yaşamını yitirirken aynı yıl 16 çocuk daha mayın patlaması ve toplumsal gösterilerde yaşamı yitirdi. 2012 yılında 16, 2013 yılında 6 çocuk yaşamını yitirirken, 2014 yılında yaşamını yitiren Berkin Elvan’la birlikte Türkiye ve Bölgede katledilen çocukların sayısı 576’ya ulaştı.
Bundan 5 yıl önce Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e “siz öldürmeyi iyi bilirsiniz” diyerek “atarlanan” Erdoğan öyle görünüyor ki 90 yıllık devlet politikalarının başarılı bir uygulayıcısı olarak öldürmeyi hele ki çocukları öldürmeyi Şimon Peres’den bile daha iyi biliyor.

TÜRKİYE’DE DEVLET LEVIATHANLAŞIYOR

Leviathan; Tevrat ve İncil’de kötülüğü temsil eden bir su canavarının adı olarak geçmektedir. Bu kavram 1651 yılında Thomas Hobbes’un ünlü “Leviathan” adlı eseri ile mutlak güç ve yetkilere sahip egemen bir devleti ifade etmek üzere metafor olarak kullanılmıştır. Feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinde yaşanan şiddetli sınıf kavgalarından büyük bir ürküntü duyan Hobbes, güvensizlik ve kaosu sonlandıracağı düşüncesiyle tüm egemenliğin kralda toplanmasını ister. Eşitlik ve demokrasinin istikrarsızlık doğurduğuna inandığından, sınırsız ve mutlak bir iktidardan yana tavır alır.
Thomas Hobbes bu kavramı Leviathan, “Bir Din ve Dünya Devletinin İçeriği, Biçimi ve Kudreti” kitabında şöyle açıklar: “Onları (vatandaşları) yabancıların istilasından koruyabilmenin, birbirlerine zarar vermekten engellemenin, kendi sanayilerini ve yeryüzünün meyvelerini güvence altına almanın yolu bütün gücü ve kudreti bir tek insan ya da insanların meclisine vermektir... (Toplumda yaşayan) İnsanlar birbirlerine ‘Ben haklarımdan vazgeçiyorum ve tüm haklarımı bu insana ya da insanların meclisine veriyorum’ demelidirler. Böylece bütün güç ve kudret tek bir insanda toplanır. Bu devlet ya da Latince ‘Civitas’ olarak adlandırılır. Bu büyük Leviathan’ın doğması demektir.”
Hobbes’un modeli düşünce düzeyinde kalmıştır. O dönemde kurulan mutlakıyetçi monarşilerin hiçbirinde sınırsız bir egemenlik kullanımı yoktur. Zaten bir süre sonra anayasal rejimler tarih sahnesine çıkacaktır.
Leviathan’da devletin güvenliğinden (monarkın iktidarı) başka hiçbir amaç gözetmeyen bir hukuk anlayışı geçerlidir. Hukuk, monarkın aklı ve iradesinin ürünüdür. Öyle ki, yalnız yasama, yürütme ve yargı hakları değil, aynı zamanda savaş ve barış yapma yetkisi ile cezalandırma erki de ona aittir.
Tanrıdan başka kimseye karşı sorumlu olmayan monarkın yönetiminde devlet (iktidar) “bir” ve “tek”tir. Monarkın uyruklarına karşı hiçbir yükümlülüğü yoktur, buna karşılık uyrukların itaati koşulsuzdur.
Şimdi bu bilgilerin ışığında AKP’nin “İleri Demokrasi” retoriği ile anayasa, hukuk sistemi ve idari yapıya yönelik çeşitli tasarruflarını, Meclis’e sunulan kanun tasarılarını, yöneticilerin söylemlerini, özellikle Başbakan’ın giderek mütehakkimleşen üslubunu yan yana koyun; bunlara hâkim olan siyasal zihniyeti Hobbes’un o hayali iktidar canavarıyla karşılaştırın. Karşınıza kuvvetler ayrılığına karşı, iktidarın denetlenebilirliğinden müthiş rahatsızlık duyan bir zihniyet çıkacaktır. AKP yürütmeye ek olarak yasama ve yargı erkini de bir ahtapot gibi sarıp sarmalayarak devletleşiyor ve yeni oluşan bu devletin görünümü de giderek Leviathanlaşıyor. Ve Leviathan her gün daha da büyümek, güç kazanmak için başta Kürtler, sosyalistler, emekçiler olmak üzere tüm ötekilerin en gençlerini kurban ederek yiyor. Ama Leviathanlaşan AKP’nin bilmediği ya da bilmezden geldiği bir gerçek var ki, otoriter Hobbes bile şu notu düşmüş: “Uyrukların yaşama, yeme, içme, sağlık başta olmak üzere bazı dokunulamaz -doğal hakları- vardır. Eğer Monark, bunlara tecavüz etmeye kalkarsa, uyrukların direnme hakkı doğar”... Bu topraklarda zulmün olduğu her yerde direniş de olmuştur yüz yıllardır; unutanlar için birkaç örnek: Demirci Kawa, Pir Sultan, Şeyh Bedreddin, 15-16 Haziran, Gezi…

* m.utkusenturk@gmail.com,
tvvitter.com/mutkusenturk

ÖNCEKİ HABER

100’lük delikanlı Orhan Veli!

SONRAKİ HABER

\'Çoğul\' gerçeklikler...

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...