17 Şubat 2014 06:00

Bir eve kaç hayat kaç hayalet sığar?

Tiyatropol, ilk oyunu Teklif’le size böyle bir deneyim yaşatmayı teklif ediyor. 15 kişiyle sınırlı hayalet seyirci Harbiye’de bir eve konuk oluyor. Evin içinde dilediğiniz gibi hareket edebiliyor, istediğiniz oyuncuyu dilediğiniz yerden izleyebiliyorsun. Kamerayı aradan çıkartıp bir kamera gibi hareket ediyorsunuz yani. Bir kamera ile aranızda bir fark varsa, onu da deneyimliyorsunuz fırsat bu fırsat. Eğer yoksa size karada ölüm yok demektir, rahat olun…

Bir eve kaç hayat kaç hayalet sığar?
Paylaş

Devrim ACAROĞLU
İstanbul


Başkalarının hayatlarını izlemeye bayıldığımız gerçek. Duvara bardak koyup komşusunu dinlemeyen var mıdır? En azından aklından geçirmeyen… Bardakçıların kaçı komşusuyla konuşmayı denemiştir acaba? Komşuculuk öldüyse merak da mı öldü? Biri Bizi Gözetliyor çoktan modası geçmiş bir deneyim düşünsenize, Facebook var artık.

Peki, duvarına bardak dayadığınız eve bir hayalet gibi girebilseydiniz, görünmeseydiniz de görseydiniz ne olup bittiğini…

Tiyatropol, ilk oyunu Teklif’le size böyle bir deneyim yaşatmayı teklif ediyor. 15 kişiyle sınırlı hayalet seyirci Harbiye’de bir eve konuk oluyor. Evin içinde dilediğiniz gibi hareket edebiliyor, istediğiniz oyuncuyu dilediğiniz yerden izleyebiliyorsun. Kamerayı aradan çıkartıp bir kamera gibi hareket ediyorsunuz yani. Bir kamera ile aranızda bir fark varsa, onu da deneyimliyorsunuz fırsat bu fırsat. Eğer yoksa size karada ölüm yok demektir, rahat olun…


Teklif’in metni sahneleme şekli ile birlikte mi doğdu?

Burcu Halaçoğlu: Cansu ile benim Bilgi Üniversitesi Sahne Sanatları bitirme projemiz aslında Teklif. Performans sanatları okuduğumuz için mekanlarla ilişki çok önemli. Türkiye’de de bu tip denemeler vardı, mesela Yerinde Tiyatro’nun oyunu da evde geçiyordu. Ben Amerika’da Sleep No More diye bir oyun izledim. O da otelde gezintili bir oyundu. Bunlardan esinlenip “Biz neden tiyatroyu kendi mekanına taşımıyoruz?​” diye düşündük. Side Specifik Tiyatro deniyor bu tiyatroya. O mekana özgü, o mekanın hikayesini anlatan... Bunlara oyun uydurulamadığından içinde yazsak daha güzel dedik. Zaten ev çok zengin bir kaynak. Çünkü dışarıyla paylaşmadığımız her şey evde oluyor. Orda ne oluyor bilmiyoruz, sadece üçüncü sayfada görüyoruz.

Önce form vardı, sonra metin doğdu yani…

Cansu Başlılar: Kendi mekanında oynamak deyince önce sokak düşündük ama o biraz fazla geldi ilk etapta. Eve karar verince kendi yaşadıklarımıza odaklandık. Form belirlenince konu da kendi ile ilgili ipucu vermiş oldu. Ben bir fikir attım, Sermet attı, Evrim, Burcu derken konu ortaya çıkmış oldu. Bir çift olsun evde deyince, kadın-erkek ilişkisi üzerine de yürümüş olduk.

Burcu: Oturup yazmadık da aslında, Sermet ve Evrim’in doğaçlamalarından çıktı aslında.

Evrim Doğan:
Bir mekana da ihtiyaç yok nasılsa, evde toplaşıp toplaşıp çalışıyorduk.

Sermet Yeşil:
Yaptığımız doğaçlamaları kaydedince metin yavaş yavaş oluşmaya başladı. Onları kurguladık, süprizi ne olsun, patlama nerde olsun derken metin çıktı ortaya.

Evrim Doğan: Yazarken tek derdimiz samimi olsun, gündelik olsun, dizi lafları olmasındı. Aslında oyunumuzun metni sessizlik, biz sessizliklerin metnini yazdık. Bizim için evin içindeki insanların sessizliğini oynamak ve onu konuşturmak önemliydi. Bunun için de daha gündelik şeyler yazmayı tercih ettik. Zaten doğaçlamalar da bizi oraya götürdü.

DERDİMİZ KENDİ SINIFIMIZ

İnsanlar evlerinde ne kadar konuşuyor ki zaten?

Evrim: Evinde insan nasıl konuşur, bulmaya çalıştığımız oydu. İnsan duvarlara bakıp  “ah ben neden böyle olmuşum!” diye tirad atmaz, ama ne yapar? Alıştığımız metin dışında bir araştırma yapmamamız gerekti.

Sermet: Metnin ve bu sahnelemenin peşinde olduğu şey bir gerçeklik, bir doğallık hissi yaratmak. İstanbul’da modern olabilecek bir çiftin hayatına giriyoruz. Modern hayatın belli başlı sorunları ile karşılaşıyoruz. İletişimsizlik bunlardan biri, şiddetin bulaşıcı olması öyle, dışarıdaki hayatı eve taşımak da. Aman tertemiz insanlarız, ne kadar entelektüeliz demekle olmuyor. Bir an dönüp kendi içine baktığında bunlarla karşılaşıyorsun. Metin ister istemez belli bir yöne doğru aktı.

Burcu: Başlangıç noktalarımızdan biri kendi sınıfımızın dertlerini anlatmaktı.

Sermet: Üst orta sınıf yani…

Burcu: Evet… Kendi yaşantılarımızdaki sorunlardan yola çıkmak istedik. O zaman daha samimi olacağımızı düşündük. İkiyüzlülük de bir başka çıkış noktamız oldu. Kendimize karşı ne kadar ikiyüzlüyüz, birbirimize ne kadar? Yan komşu ne kadar öteki? Kapıcının ismini bile bilmiyoruz… Derdimiz kendi sınıfımız…

BAŞROLDE EV VAR

Ev bulmak da mesele olmuştur…

Sermet: Kendi evimizde uzun uzun provalar aldıktan sonra bu metne uygun evi bulmamız gerekti, bayağı araştırdık. Haber saldık her yere, İstanbul’da bir performans çevresi var sonuçta ve pek çok insan “Bizim eve de gelin bakın” dediler. Kadıköy’de pek çok eve baktık mesela. Burcu’nun arkadaşının evi çıktı burası.

Cansu: Uygun ev bulamadığımızdan vazgeçme noktasına geldiğimizde bulduk bu evi. Bu eve girer girmez “Tamam burası bizim evimiz” dedik. Çok etkileyici bir ev, sanki başrolde Evrim’le Sermet yok da bu ev var.

Burcu: Aslında bu yapmak istediğimiz şeye çok uyuyor. Tiyatro metni değildi elimizdeki, atmosferden yola çıkacak, bu şehirde şu sesten, yan dairenin sesinden yola çıkacak bir oyun bu. Dolayısıyla ev başlı başına olayın ortasında duruyor.

OYUNUN HEDEFİ SENİ DE İÇİNE ÇEKMEK

Yan evdeki şiddet hem çiftimizi hem de seyirci olarak bizi sarsıyor çünkü biz de o evdeyiz. Ama bir şey yapacak olan oyuncular, biz izliyoruz. Onların yaptığını yapmadığını yargılıyoruz ister istemez. Ama  çiftimiz de şiddete meyledince top bize gelmiş gibi oluyor. Sessiz kalarak sen de oynuyorsun sanki…

Sermet: Susan Sontag, Başkalarının Acıların Bakmak’ta şöyle bir şey anlatıyordu; Dört şeritli bir şehirler arası otobanda 130-140 km hızla gidiyorsun ve birden yavaşlıyor trafik, sen de yavaşlıyorsun. Sonra fark ediyorsun ki ileride bir kaza var, iki araç birbirine girmiş, herifin biri camdan sarkmış kanlar içinde, ölüyor. Herkes o yüzden yavaşlamış, yardım etmek için değil, sadece bakmak için. Bakmak çok ilginç bir şey. Burnunun dibindeyken sen de hissedebiliyorsun bunu. Klasik tiyatroda, ışıklarla, perdeyle, seyirci arasında bir duvar koyduğun zaman –oyuncunun dördüncü duvarı ya da neyse o- sen seyirci olarak benim başıma gelmiyor ki onun başına geliyor diyorsun. Burası rahat, koltuk falan, durayım ben burada diyor. İstediğin kadar etkilemeye çalış onu. Bir yere kadar olur o iş. Sahnede acı çeken oyuncuyu izliyor sonuçta. Burada öyle olmuyor. En azından oyunun hedefi o, seni de içine çekmek.

Evrim: İlk oyunda seyircinin biri “Ne yapalım şimdi polis mi çağıralım” dedi.

Burcu: Oyunun, başından beri kurgulamaya çalıştığımız soru oydu zaten: Siz bu durumda olsanız ne yapardınız? Şöyle yapılmalı, edilmeli dersiniz konuşurken de buyrun bakalım. O ikiyüzlülük içinde hiçbir şey yapmıyorsun, ya da sadece vicdanını rahatlatmak için yapıyorsun…

Cansu: Oyun bitip aşağıya indiğinde, “Bu zaten bir oyundu, bir şey yapamazdım” diye kendini rahatlatan insanlar da oluyor.

Sermet: Biz de bu oyunda geçtiği gibi bir hikayeyi yaşadık ve uzun zaman müdahale edemedik. İstanbul denen metropolde komşu kim? Ne zaman konuşmalıyız birbirimizle, aramızdaki sınır nerede başlıyor nerede bitiyor? Bunları bilmiyoruz ki.

Burcu: Cevaplayamadığımız bir soruyu herkese sorduk aslında bu oyunla. Sonra evimizdeki duruma da müdahale ettik. Polis molis çağırdık, onun da sonuçlarını gördük.

SEYİRCİYE ÇARPSAM MI ÇARPMASAM MI?

Oyuncu ve seyirci nasıl bir deneyim yaşıyor?

Evrim: Her oyunda bir şey deneyimliyoruz tabii.

Sermet: İlk oyunlar biraz zordu. Gezi’den hemen önce çıkardık oyunu, 22 Mayıs’tı. Okulda hocalarına gösterdiler, bir de kendi arkadaşlarımıza prömiyer gibi bir şey yaptık. Sonra yaz tatiline girildi. Biz de iyi hazırlanıp, iyi piar yapıp sezonda girecektik olaya. Ama Gezi mezi derken, Harbiye’nin hali… Ocağa sarktı oyun. 10 oyun falan oynadık şimdiye kadar. Önceden seyirciyle koridorda karşılaştığımda tedirgin oluyordum. Çarpsam mı çarpmasam mı diye… Ama artık çok rahatım.

Evrim: Seyirci de seviyor o yokmuşçasına davranılmasını…

Sermet: İlk üç-dört dakika “Acaba biz de oyunda mıyız, bizi görüyorlar mı?​” diye soruyorlar kendilerine, tedirgin olmaya başlıyorlar. “Biz yokuz, bunlar kendilerine oynuyor” diye düşünüyorlar. Rahatlıyorlar belki. Finalde ise bambaşka bir şey oluyor tabii. Bir gösterimin sonunda bir kız arkadaşının arkasına geçip, “Bana bakıyor, bana bakıyor” diye sayıklıyordu korkuyla.

Evrim: Bakıyoruz zaten, ben daha çok insanla göz teması kuruyorum. Oyun böyle olunca seyirci için en önemli şey samimiyet oluyor galiba. Yapmacık bir şey görmeye tahammülleri yok. Telefon çalıyor, “annem” yazıyor telefonun ekranın, bakıyor seyirci ona. Telefonda konuşurken karşı tarafın sesini duyuyor seyirci, maillere bakıyorsun, seyirci de bakıyor laptopa. Sahte olmamalı hiçbir şey. Klasik sahnede seyirci görür ya da görmez bir detayı ama burada burnumun dibinden bana bakıyor seyirci. Öyle olunca daha da samimiyi bekliyor seyirci.

RÖNTGENİN, RÖNTGENİNİN, RÖNTGENİ…

Eve girince birkaç dakika tedirginlikten sonra bayağı şaşırtıcı bir rahatlama oluyor. Başka yaşamları röntgenlemeye çok da yabancı olmadığımızdan mı bu rahatlık?

Sermet: Evet, çok aşina olduğumuz bir şey değil mi zaten?

Burcu: Bazı seyircilerden duydum, kendilerini sete düşmüş gibi hissettiğinden, tiyatro değil tamam, gerçek de değil tamam, ama ne? Kamera benim, ama nereden bakacağım? Seyircinin bu deneyimi kendisinin yarattığını fark etmesi de çok hoş oluyor. Bir seyirci anlatmıştı; çiftimiz duvar kenarında tartışırken bilgisayar koltuğunda oturuyormuş aralarında. Bir adamı bir kadını izliyor. Birden fark etmiş ki; bütün herkes ona da bakıyor aslında. “Çok rahatsız oldum, resmi bozdum diye düşündüm ve oradan çıktım hızla.” dedi. Aslında o seyirci alışkanlığı, keşke izlese oradan.

Evrim: Bütün seyirci oyun seyrediyor ama  onu da seyreden bir seyirci var. Röntgenin, röntgeninin, röntgeni… Bir sürü oyun seyrediliyor.

Cansu: Seyirci “elinize sağlık” dediğinde, biz de sizin de elinize sağlık diyoruz.

ÖNCEKİ HABER

Mısır’da Tamarrud bölündü

SONRAKİ HABER

Keyfiyetin yasası

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...