26 Ocak 2014 06:00

Bir devrim daha göreceğiz

30 yıllık diktatör Mübarek’i devirmek üzere 25 Ocak’ta sokağa çıkan milyonlar, nasıl oldu da 3 Temmuz’da gerçekleşen askeri darbeyi coşkuyla karşıladı? Özgürlük isteyen halkın demokratik özlemleri nereye gitti, ne durumda? Mübarek’in devrilmesine Amerikan oyunu diyenler ya da ordunun darbesine devrim diyenler haklı mı çıktı?

Bir devrim daha göreceğiz
Paylaş

Arif KOŞAR

30 yıllık diktatör Mübarek’i devirmek üzere 25 Ocak’ta sokağa çıkan milyonlar, nasıl oldu da 3 Temmuz’da gerçekleşen askeri darbeyi coşkuyla karşıladı? Özgürlük isteyen halkın demokratik özlemleri nereye gitti, ne durumda? Mübarek’in devrilmesine Amerikan oyunu diyenler ya da ordunun darbesine devrim diyenler haklı mı çıktı? Tam süreç belli bir doğrultuda gidiyor derken, alışageldiğimiz ve bildiğimiz düz mantığın yerden yere çarpılıyor olması kimin çelişkisi?
Egemenlerin baş etmekte en çok zorlandıkları şey; bir halkın mücadele ile yüreğine kazınmış, bilincine yerleşmiş olguları silmektir. Normal bir zamanda yaptıkları işin “müthiş faydalı” olduğuna halkı inandırabilirler… Ancak, onların zorba bir diktatör olduğunu, kendisinin karar alıp bu kararları uygulayabileceğini, değiştirme gücüne sahip olduğunu bir kez anladığında, işte o zaman o halk, egemenlerinin başına bela olmuş demektir.
İşte bu baş belası; bu kadim topraklara şimdilik kök salmış, tarihten de ders çıkartmış gözüküyor. Tanrı kendisine İbranileri Mısır’dan çıkarma görevini verdiğinde, biraz naz yapan Musa daha sonra Firavun’u ikna etmeye çalışmıştı. Tanrı’nın bir değil, iki değil, on felaket gönderdiği Firavun; Musa’nın talebini kabul etmek zorunda kalmış, İbraniler vaat edilmiş topraklara doğru yolculuğa çıkmıştı. Bugün, özgürlük isteyen Mısırlıların “vaat edilmiş topraklara” gitme şansı yok. Bu topraktalar ve ne Firavun ne de herhangi bir Musa, halkın “değiştirme” gücünü ortadan kaldırabilir.

İSKENDERİYE’NİN BİLGELİĞİ

Makedonyalı İskender’in tek bir dünya devleti hayaliyle başladığı fetihlerin uğraklarından birisiydi Mısır... O, bugünün İskenderiye’sinde filozoflar ve o zamana kadar görülmemiş boyutlarda bir kütüphane oluştururken; Mısır, antik Yunan felsefesiyle yarışarak bilgeliğin başkenti olmuştu. Bugün darbe ve İslamcı hareket arasındaki dayatılan bölünmeye rağmen, halkın bu bilgeliğin ruhunu barındırdığını söylemek ve ona güvenmek mümkün. Çünkü, darbeyi alkışlayan da darbeye karşı çıkan da, bir süre sonra kol kola sokağa çıkma potansiyeline sahip. Ve cunta bunu kolay kolay silebilecek durumda değil.
Zaten Mısır’da cin bir kere şişeden çıktı. 25 Ocak 2011’de değiliz, burası kesin. Cin meydanlarda da değil, belki bir evde ve dinlenmede. Taleplerini Müslüman Kardeşlerin (MK) karşılamadığını bizzat gördü. Artan ekonomik problemler ve yetkilerin tek elde toplanmasını öngören demokrasisizlikle Mursi’ye karşı ayağa kalkan Mısırlılar, bugün bir orduya bir de taleplerine bakıyor. Başından atmak için epeyce uğraştığı MK’ya karşı orduya hayırhah yaklaşsa da, önemli bir kısmı hâlâ Müslüman Kardeşlerden beklenti içinde olsa da, talepleri karşılanmayan halkın, kolay kolay yok edilemeyecek “hak arama ve değiştirme” bilincinin; zamanı geldiğinde, koşulları oluştuğunda yeniden sokakları doldurması çok uzak bir gelecek olarak da gözükmüyor.
25 Ocak devriminin ön saflarında yer alan 6 Nisan Hareketi’nden Rami Seyid’in, yüzde 38’lik katılımla yapılabilen Anayasa referandumunu “Bu anayasa bize, Mübarek rejimini ve onun Mısır’daki baskıcı düzeni geri getiriyor” sözleriyle değerlendirmesi, bunun sinyallerini veriyor.
Tahrir meydanına açılan, üç yıl önce yaklaşık 50 kişinin öldüğü Muhammed Mahmud sokağında devrimci sloganlar yazılı duvarın dibindeki Öğrenci Seyid de şunları söylüyor: “Bu anayasa burada ölen şehitlerimize ve insan hakları uğruna kanını canını verenlere ihanettir. Asla kabul edemeyiz.”

HAYATIN DİYALEKTİĞİ

Dünyaya sınıflar, sınıf mücadelesi, halk ve kitle hareketi ile egemen güçler arasındaki mücadelelerin çerçevesinden bakamayanlar için Mısır’ın tam bir ideolojik hezimet olduğunu söylemek mümkün. Sokağa inen ve talep eden güçlerin, egemenlerin ağzından çıkanları ne kadar belirlediğini anlamak için; “hayata çelişkileri ve mücadeleleri ile bakmak” ya da Machiavelli gibi beş yüzyıl öncesinin “uyanık/rasyonel bir politikacısı olmak” yeterli. ABD politikasının, herhalde, Machiavelli’nin olumsuz ve kurnaz bir yorumu olduğunu söylemek de mümkün. Bunu görmemek ise; Mısır’ı ve elbette tüm dünya siyasetini, tek yönlü, egemenlerin belirlediği, istihbaratın ve gizli planların sınırlarını çizdiği, bunların da asla bozulamadığı bir dünya anlayışıyla davranmanın sonucu…
Hayatın büyük bir bölümünde yeterli olan düz mantık (Aristoteles’in metafiziğinde uzun uzun açıkladığı önermeler dizgesi) yaşamın karmaşıklığı içindeki düzenliliğinde maalesef yetersiz kalıyor. Anlamayı zorlaştırıyor. Örnek mi: “ABD, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında iktidarları, halkı da galeyana getirerek değiştirmeye koyuldu. Böylece Mübarek gitti Mursi geldi. Bu Ilımlı İslam projesi kapsamında derin bir hesaptı.” Peki, bu düz mantık, ABD’nin uzun süre Mübarek’in arkasında durmasını nasıl açıklayacak? Ya da Mursi’ye bayılıyorduysa, darbe olur olmaz onu tanımak üzere darbenin darbe olmadığına dair kendini ikna odasına kapatmasına ne demek lazım? Bir yıl önce ABD Müslüman Kardeşler safındaydı da bir yıl sonra ona neden karşı oldu?
Çünkü iktidar; iktidarın dışında kalan sınıflar, siyasi güçler ve emperyalist güç merkezleri, mücadele ve somut duruma göre; söylemlerini de taleplerini de değiştirir, ilerletir ya da geri çeker. Halk hareketinin ısrarı ve direnişi karşısında ABD, normal koşullarda kolay kolay vazgeçmeyeceği, yılların taşeronu ve işbirlikçisi Mübarek’ten desteğini çekmek zorunda kaldı. Sonrasındaki süreç de, en azından belirleyici dönemlerde, halk hareketinin gücü ve bunun egemenler cephesindeki yansımalarıyla belirlendi. Ancak kendi dinamik gücünü dolaysız olarak siyaset sahnesine yansıtamayan yığınların egemen güç odaklarından birisine yedeklenmesi de kaçınılmaz. İleri ve geri gidişler, düz mantığı paramparça eden karmaşık sürecin açıklaması da bu: hayatın diyalektiği…
Halkın direnişini demokrasi ve özgürlük arayışını ABD’den bilmek de, ordunun bu talepleri yedekleyerek yaptığı darbeyi devrim sanmak da aynı mekanizmin iki ucudur. İkisinin de kökeninde; sınıf mücadelesini anlamamak, halk hareketinin gücünü küçümsemek, gücü tek yönlü olarak ABD ya da orduda görmek yatar.

ÖRGÜT ŞART!

Mısır’a düz mantıkla bakış bir yana, halk hareketinin demokratik talep ve ısrarına rağmen siyasal şekillenişin antidemokratik yapısını nasıl açıklamak gerekir? Ve halkın koşullu da olsa desteğine rağmen iktidarların halkın taleplerinin tersine tersine gitmesi nasıl mümkün oluyor?
Halkın bilincine ve yüreğine işlemiş “değiştirebilme bilinci”, nasıl egemenlerin başına kolay kolay çözülmez bir belaysa; bu bilincin siyasi alana arınarak yansımıyor ve stratejik bir programa bağlanmıyor oluşu da egemenlerin en büyük keyif gerekçesidir. Yani kendiliğinden hareketiyle yıkma gücü olan halkın; kurucu güce kavuşması; ancak, bir inşa, yıktığını başka bir ilişkiler sistematiğiyle ‘yeniden yapma’ yeteneğini sağlayacak bir örgütlenmeyle mümkündür. İşte bu örgütlenme olmadığında, işçi sınıfı ve halk yığınlarının, direnişin belirli bir anında şu ya da bu egemen güce yedeklenmesi kaçınılmaz oluyor. Mesele ABD’nin planlarını, “halkın bizzat ve adım adım uygulaması değil” örgütsüzlüğünden ötürü onu köklü bir biçimde aşacak siyasal programı yaşama geçirememesidir. Yani zayıflığıdır, işbirlikçiliği değil.
İşte bu zayıflıkla malul olsa da demokrasi ve özgürlük isteğidir ki, yarın bir gün yeniden halkı, sadece MK taraftarlarıyla sınırlı olmayan bir kitlesellikle sokaklara dökecek olan. Mısırlı Yazar Ahdaf Soueif’un dediği gibi; “İnsanların dayanmasının da bir sınırı var. Bence bir devrim daha göreceğiz.”

ÖNCEKİ HABER

Mısır, devrimin hatalarından öğrenmeli

SONRAKİ HABER

Rojava\'da bir küçük nefes: Demokratik Özerk Cizre Kantonu

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...