12 Ocak 2014 07:44

Veganların tüketim kültürü ile imtihanı

Atabileceğimiz adımların listesi, büyük market ve mağazalardan alışverişi kesmek, takas pazarlarına, bedava yemek dağıtan projelere güç vermekten, otostop çekmek, araba/otobüs yerine bisiklete binmek, yürümek ve mümkünse bu modern sömürüden koşarak uzaklaşarak her kullanacağımızı /yiyeceğimizi binbir zahmetle kendimiz üreteceğimiz (do-it yourself) parasız ve patronsuz bir kültüre geçiş yapmaya kadar gider.

Veganların tüketim kültürü ile imtihanı
Paylaş

Güray TEZCAN

Vejetaryenlik Türkiye’deki herkesin malumu; ama veganlık yeni yeni duyuluyor. Dünyada da herkesin bildiğini iddia edemeyiz; ama Batı toplumlarında artık duyuluyor, hissediliyor. Kavram Batı’dan ithal olabilir; ama altında yatan şey herkesin kalbinden. Asla kan dökülsün istememek, kimsenin köle olmasına veya acı çekmesine olur vermemek, hayvanın çektiği acının ve beklediği özgürlüğün bir çocuğunkinden farksız olduğunu kendinden saklamamak. Anadolu’nun köylerinde gezdiğinizde vegan olduğunuzu söylerseniz belki hemen anlaşılmazsınız; ama “hayvanlardan gelen şeyleri yemek istemediğinizi” söylediğinizde hemen her köyde size benzer biri olduğuna dair hikâyeler dinleyebilirsiniz. Bu insanların kimisi sağlık için kimisi hayvansal ürünlerin tadı/kokusundan tiksindiği için bu yolda olabilir; ama vegan topluluk çoğunlukla ahlaken veya politik olarak –hayvan özgürlüğü adına- bu yolu seçenlerden müteşekkildir. Genel eğilimle tanımlayacak olursak hayvan etinin yanı sıra, onun emeğini kullanarak üretilen yan ürünleri de (süt ürünleri, yumurta, bal) tüketmemeye veganlık denir. Buna kimisi hayvan deneyi yapılmamış kozmetik/temizlik ürünlerini kullanmayı katar, kimisi ise hayvan deneylerinden geçerek üretildiği için ilaçlara da hayır der. Gördüğünüz üzere hep bu içine doğduğumuz modern ve Batılı kent yaşamının kurallarına göre belirlenmiş, faturalı/reçeteli bir tüket/tüketme listesi var veganların; bu yüzden modern kent yaşamının yabancılaşmış ruhundan ve Batı’nın içkin şiddetinden bağımsız olması da oldukça zor… Bu kısa yazının devamı internette tamamına erişebileceğiniz Rahatsız Veganlar bildirisinden pasajlar içeriyor.
Veganlığın Türkiye’de daha bir gündeme gelir olması her vegan gibi beni de mutlu ediyordu; ancak internetteki arama motorlarının istatistikleri biraz tuhaf bir sonuç vermişti: Vegan sözcüğü tavan yaparken hayvan özgürlüğü terimi çok az yazılıp çizilmişti. Sanki vegan grevin esir hayvanlar için başlatıldığı unutulmuş, grevin kendisi zaferle sonuçlanmadan bir onur kaynağına dönüşmüştü. Onur sözcüğünü öylesine seçmedim; toplumda görünürlüğü arttırmak için LGBT bireylerin tuttuğu yolu tutan vegan aktivistler Vegan Onur Yürüyüşleri başlatmıştı. Veganlığın veya hayvan özgürlüğü aktivistlerinin görünürlük kazanması ve toplumda ötekileştirilmeden anlaşılması herkesin yararına; ama hayvan esareti (dolayısıyla kendi esaretimiz) tüm gücüyle devam ederken onur duyacak zamanımız yoktu. Onurun kaynağında veganlığın kimlikleşmesi, kimlikleşmenin kaynağında ise herkesi “düşünce dünyasının gaz haliyle” değil “işinin gücünün katı haliyle” yüceltmeyi seven Batı uygarlığı var. Şu ayrımı yapalım: Hayvan özgürlüğü veya tahakküm karşıtı olmak teorik bir gerekçe, veganlık ise pratik bir sonuçtur. Özünde, insanların çoğunu harekete geçiren, vegan yaşam pratiğinin cazibesi değil hayvan özgürlüğü ülküsüne ikna olmaktır. Veganlığın devamlı kendine karşı olmayı da içeren soyut, akışkan ve asi bir mücadele halinden ziyade somut ve sınırları çizilmiş “kâmil insan”lığı simgelemeye başlaması, tüketim toplumunun “O zaman şunu yemiyorsun sen?​” diye sora sora bizi de kendine benzetmesindendir. Pratik sonucun kuramsal gerekçeyi gölgelemesi, yani kendimizi hayvan özgürlüğü yanlısı veya aktivisti değil de vegan olarak lanse eder olmamız toplumun tüketici zihniyetinden bağımsız açıklanamaz. Veganlığı sömürü karşıtlığında varılacak son nokta sanmak kibir, ilk noktalardan biri sanmaksa hicap ve daha fazla mücadele doğurur. Bu son nokta anlatısı, esir hayvanlar uğruna eline kerpeten alabilecek potansiyel öfkelilerin eline çırpıcıyı tutuşturarak onları yatıştırır, mutfağa geri gönderir.
“Veganların tümünün hemfikir olduğu pratikler” olduğunu varsaymak ve veganlığın sınırlarını kapitalist tüketim içerisindeki seçimlerle çizmek, şehirde doğan ve şehirde ölmekte bir beis görmeyenlerin kendi yakın çevresini genellemesinden ileri gelir. Batı’nın yabancılaşmışlığı ve içkin ötekileştirmesinin bu konuya yansıması, uygarlığı terk etmiş bir orman insanından, frigandan (yemeğini yalnızca medeniyetin yenebilir olduğu halde çöpe gönderdiği besinlerden karşılayan) veya uygarlığa hiç yaklaşmamış bir Eskimo’dan da pirüpak veganlık bekleme ahlakçılığıdır. Oysa şu grev diye kodladığım bizim veganlık, pisliğin kalbinde doğduğumuz için temizlenme adımları olarak bize lazımdır. Bu bağlamda vegan davranışın da hayvan özgürlüğü eylemlerinin de mezbahaları ve toplama kamplarını icat eden ülkelerden çıkması tesadüf değildir. Bunca pisliğin içinde veganlığa geçerek pirüpak olunabileceğini savunmak da en basitinden sömürüyü yalnızca hayvana yönelik sanma saflığıdır. Veganlık, sömürüye karşı başlanması “gereken” grevlerden “biri” olarak güzeldir; ama bu grev ertesi gün işe (sisteme) dönmeyi bekleyen işçi psikolojisine değil Walter Benjamin’in anlattığı sistemi kilitleyebilecek bir motivasyona yüzünü dönmediği sürece süpermarketlerin canına minnettir. Ancak gün itibariyle sömürüye karşı acilen dert edinmemiz gereken ürünler veganlara özel üretilmiş salamlar veya peynirler değil; hepimizin sürekli yenisini almaya özendirildiği bilgisayar, telefon, araba gibi tüketim manyaklıkları... Örneğin yeni çıkan her bilgisayar ve telefon dünyada sınırlı olan bazı madenleri bitiriyor ve bu madenleri yönetenler çeteler de çocukları köleleştirerek maden çıkarttığı için buna “çatışma madeni” deniyor. Bu durumda kapitalist teknoloji vegan olabilir mi? Kalkan her uçağın motorlarında kuşlar, her vapurun altında balıklar sıkışarak öldüğü sürece, yani uygarlığın bize keyif verirken bir yandan havayı mahvedip öteki canlıları öldüren insanmerkezci yapıtları sağ kaldığı sürece tüm toplum vegan olsa bile hayvan özgürlüğü gerçekleşemeyecektir. Bir kuşun özgürce kanat çırpabilmesi için bizim onu kafeste veya tabakta hayal etmememiz ne kadar elzemse bombalardan, uçaklardan, rüzgâr türbinlerine kadar onun pırpır atan kalbine karşı yarattığımız bütün o canavar makinelerin de ortadan kalkması bir o kadar elzemdir.
İlle de bu kısa yazının sonunda bile “O zaman ne yapalım şimdi, ölelim mi?​” diye reçete bekleyen varsa diye naçizane ekleyeyim: Topyekûn özgürleşme için vegan olmanın yanı sıra atabileceğimiz adımların listesi, büyük market ve mağazalardan alışverişi kesmek, takas pazarlarına, bedava yemek dağıtan projelere güç vermekten, otostop çekmek, araba/otobüs yerine bisiklete binmek, yürümek ve mümkünse bu modern sömürüden koşarak uzaklaşarak her kullanacağımızı/yiyeceğimizi binbir zahmetle kendimiz üreteceğimiz (do-it yourself) parasız ve patronsuz bir kültüre geçiş yapmaya kadar gider. Ha bir de kaçabileceğimiz güne kadar haftada iki kere tok karnına aktivizm yazıyorum. Sömürü kader değil, kesin bilgi, yayalım.

* tezcanguray@gmail.com

ÖNCEKİ HABER

Ataerki her yerde feminizm her yerde

SONRAKİ HABER

Cehenneme giden yol

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...