17 Kasım 2013 08:33

Muhafazakar demokrasinin vaadi: Korku, denetim, taassup rejimi

Aslında kızlı-erkekli öğrenci evlerine değil, geniş anlamda kadınların “hane-reissiz” evlerine saldırı tasarlanıyor; bağımsız ve özgür olabilecekleri deneyimler hedef gösteriliyor. Bu arada da, kadınların ataerkil olarak kontrol edilemeyen cinselliğine dönük kadim bir toplumsal korku salınıyor ortalığa.

Muhafazakar demokrasinin vaadi: Korku, denetim, taassup rejimi
Paylaş

Atakan Büke / Aylin Okutan

Kızlı-erkekli”gündem son hızladevam ederken, konuyla ilgili hükümet cephesinden gelen her yeni açıklama tartışmaya başka bir boyut kazandırıyor. AKP’nin 2023 vizyonunun da esasını oluşturan “muhafazakar demokratlık”ın gündelik hayattaki karşılığının ne olduğunu gösteren bu açıklamalar, bir yandan da AKP’nin nasıl bir toplum tahayyülü olduğunu ortaya koyuyor. Açıklamaların derinine inip bu toplumsal tahayyülün kadınlar ve gençler için nasıl bir yaşam öngördüğünü değerlendirmek ise oldukça önemli. Bunu anlayabilmek için sorularımızı alıp Aslı Çoban’ın kapısını çaldık.
ODTÜ Kadın Çalışmaları Ana Bilim Dalı Araştırma Görevlisi Aslı Çoban, toplumsal cinsiyet, iş gücü piyasaları ve sosyal politika üzerine çalışmalar yapıyor.

Başbakan Erdoğan’ın öğrenci evleri ve kız erkek öğrencilerin aynı evde kalması üzerinden söylediği sözler epeyce tartışıldı, tartışılıyor. Bu sözlerin bir “gündem değiştirme polemiği”olduğu üzerine de kanaatler var. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Büyük ve nispeten uzun soluklu toplumsal değişimler, gelgeç ‘gündem’lerden aslında daha önemlidir. Borsada yüklü yatırımlarınız yoksa ‘gündem’i, ‘önemli insanlar’ı ilgilendiren, derhal ve parasal sonuçlar doğuran gelişmelerle sınırlı okumanız mazur görülemez. Üstelik artık gayet iyi anlaşıldı ki, gündem değiştirmek üzere, sadece kamuoyunu tartıştırıp ardından herhangi bir değişim yaratmadan ortadan kaybolacak, ‘suni gündem’ler değil bunlar. Apaçık bir biçimde kadınların hayatını zorlaştıracak, hak ve özgürlüklerini pratikte ortadan kaldıracak düzenlemeler yapılıyor. Devlet hastanelerinde ne zamandır kürtaj yapılmıyor ya da kadının her türlü güvenlik ve kişilik haklarını ihlal eden koşullar raporlanıyor. Sezaryen yapılmak istenmediği için ölen kadınlar ve bebeklerin haberleri geliyor. Doktorlar ve hastaneler tek tek takip edilip baskı altına alınıyor. Kadınlar daha çok çocuk doğurabilsinler diye, kısmi çalışmalarına yönelik düzenlemeler hazırlanıyor. Eğitimde, karma alan ve uygulamalar hızla ortadan kaldırılıyor. Yurtlar, kantinler, okul bahçeleri, merdivenler, kızlar ve erkeklere özel alanlar olarak bölünüyor. Genç yaşta evlilik, öğrenci-çalışan-çalışmayan her genç için teşvik ediliyor. Cinsellik üzerinden, gençler ve kadınlar öne sürülerek, büyük bir korku, denetim ve taassup rejimi tesis ediliyor. Kadınlar ve gençlerin her türlü kamusal varlıkları, büyük bir cinsel panik havası içerisinde ele alınıyor. Evlilik dışı her cinselliğin, bir marjinallik, mağduriyet ya da yasa dışı eylem olduğu ve aynı anda hepsi olduğu fikri toplum bilincine zerk ediliyor. Cinsellik, bir toplumsal kaygı ve panik konusu olması marifetiyle, devletin düzenleme alanı kabul edilmek isteniyor. Durumdan herkes de vazife çıkarsın isteniyor. Aile, akrabalar, komşular, denetleyici rolleri içinde, kuşku ve korkunun taşıyıcısı ve ardından panik ve şiddetin uygulayıcısı olmak üzere, faşizan aktörler olarak yeniden tanımlanıp toplumsal sahneye davet ediliyor. Bu panoramanın, siyaset ve toplum gündemini değiştirmesi, değiştirmemesine yeğlenmeli. Aksi, tam da totaliter taassup rejiminin içinden konuşuyoruz anlamına gelir.

Başbakanın ardından çeşitli hükümet ve devlet  görevlileri de açıklamalar yaptı. Tüm  açıklamalarda devletin, “ailenin ve çocuğu koruma” görevine atıfta bulunarak bu duruma müdahale gerekliliği konuşuluyor. Hükümetin “ailenin ve çocuğun korunması” yaklaşımını bu açıdan nasıl değerlendirebiliriz?
Devletin yoğun ayrımcılık ve şiddete maruz kalan kesimlerin hak ve özgürlüklerini korumak ve refahlarının eşitlik temelinde artırılmasına yönelik önlemler almak borcu vardır. Ancak, hemen her yerde kadınları, gençleri “koruma”söylemi, eşitlik ve hak söylemlerinin perdelenmesi için kullanıldı, kadın ve gençlere yönelik toplumsal şartların kötüleşmesine hizmet etti.
Aile ve çocuk, bizi ipe dizmesi beklenen, müphem toplumsal değerlerden biri. İlginç olan, gerçek aileler ve çocuklarla ne kadar ilgilenirsek, toplumsal bir değer olarak o hayali ‘aile’ye o kadar ihanet etmiş sayılıyoruz. O kadar ki, var olan aile kurumunu çürütmekte olduğunu bildiğimiz ve dünya çapında derece yaptığımız, bütün o, kadın cinayetleri, kadına yönelik aile içi şiddet, ensest gibi gerçek problemler, bir türlü “kızlı-erkekli”popülaritesinde bir sosyal mesele ve politik gündem olamıyor. Üç çocuk yapılsın, yapılmasın, bakılabilir mi, tartışması pek yaygın değil. Çocukları korumak önemli ama ıslah-ceza evlerindeki tecavüzlerde, polis, idareci, siyasetçilerin çocuklara yönelik toplu tecavüzlerinde bile ibretlik beraatler arka arkaya geliyor. Korunmak istenen, kendini koruyacak ve hak öznesi olacak kadar yetişkin kabul edilmeyen 12 yaşındaki çocuklar, bir anda kocaman adamlarla topluca kendi rızası ile sevişmiş sayılıyor. O ideal aile de, çocukları korumak da o kadar gerçek dışı, mantık dışı söylemler ki artık patetik, patolojik bir zihnin sayıklamalarına benziyorlar. Sürekli bir ahlaki panik içerisindeyiz çünkü tam da çocukların enseste ve tecavüze maruz kaldığı, kadınların erkeklerce öldürüldüğü ve konumuzun bu olmadığı bir aile gündemiyle dönüp duruyoruz. Bu panik içerisinde, aile adına, birbirimize saldırmaya, kadınları, gençleri taassup altına almaya zorlanıyoruz. Aile, bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin ve eşitliğin prensip olarak ve pratikte elimizden alınmasının bir gerekçesi, bir master söylemi haline geldi. İşin ilginci de o aile yok. Düzenleyen, denetleyen, saldırgan bir heyula devlet söylemi var.  

Başbakan Erdoğan, konuyu muhafazakar demokrat yapıları ile bağlantılandırıyor. Bu “muhafazakar demokrat” tahayyülü nasıl bir kadın-erkek kurgusu koyuyor ortaya?
Aslında kızlı-erkekli öğrenci evlerine değil, geniş anlamda kadınların “hane-reissiz”evlerine saldırı tasarlanıyor; aslında cinsellik değil, geniş anlamda kadınların bağımsız ve özgür olabilecekleri deneyimler hedef gösteriliyor. Bu arada da, kadınların ataerkil olarak kontrol edilemeyen cinselliğine dönük kadim bir toplumsal korku salınıyor ortalığa. Muhafazakar olduğu iddia edilen, gerçek dışı bir “sıcak yuva”hayalinin, evlilik dışı cinsel ilişki tehlikesinden korunması için karma yaşam alanlarının ve gerçek insanların bir saldırı hedefi olarak işaret edilmesidir. Demokratik olduğu söylenen de kamuoyunu lüzumsuz bir demok-rasi tartışması ve söz kalabalığına itmek için ortaya atılmış bir retoriktir.

Aile Bakanı Fatma Şahin konuyla ilgili açıklamasında “Bu ülke insanlarının partisi ne olursa olsun, genetik kodlarından gelen değerleri var, kültürü var, kimliği var. Bunları birbirine karıştırdığımızda doğru tartışamıyoruz, birbirimizi yoruyoruz” dedi. Böyle genetik kodlarımız olabilir mi ya da ne olabilir bu kodlardan kastedilen?

O genetik kodlar, korku-kaygı ve panik uyandırmak üzere gündeme sürülen büyük spekülasyonlar. Kadınlar ve gençlere yönelik ayrımcı, baskıcı sisteme yeni toplumsal kimlikleri ile çağırdığımız yeni failler yaratılıyor. Rahatsız komşu gibi… Endişeli kız ailesi gibi... Bu kişiler, fikirleri, tavırları ya da gerçekte yaşadıkları ilişkilerle değil, “Normalde yaşamaları gereken”, yoklayıp bulmaya teşvik edildikleri endişe, rahatsızlık ve tepki ile toplumsal politik sahneye çağrılıyor. Yaşam tarzı olanlara karşı, genetik kodları olanlar öne sürülüyor. Bu söylem aslında kendini akılbali kabul edip seçim yapan, hayatı için inisiyatif alan bireye düşman. “Yaşam”ın bir bireysel tasarruf konusu olması, devlet baba tarafından, özerk bireyler olarak kabul edilmeyen çocuklar için uygun bulunmuyor. Bunun meali, erkek egemen, ataerkil bir toplumda kadınlar, gençler, süregiden düzende sistematik olarak baskı altına alınarak ezilmekte olan kesimlerin, kendileri için açtıkları ufak özgürlük ve güçlenme alanlarını, estirilen bir moral panik havası ile geri almak üzere totaliter bir hamle yapıldığıdır.

ÖZGÜRLÜKLERİ TOKİ’YE HAVALE ETMEK BAKANLIĞIN MEŞREBİNE UYGUN

Konu böyle bir konu olunca, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanının açıklamasını merak etti pek çok kişi. Fatma Şahin de bir toplantıda “Öğrenci evlerine müdahale ederek bu işi çözemeyiz, yurt sorununu çözmeliyiz” diyerek fikrini beyan etti. Bu açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu bakanlığın adını ‘Kadın’dan ‘Aile’ye çevirdiğimizde, bir el çabukluğuyla toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadının insan hakları, özgürlükleri gündemini rafa kaldırmıştık zaten. Dolayısıyla bu bakanlık, kadınlar ve gençlere yönelik bu saldırı dalgasını TOKİ’ye havale etmekle meşrebine uygun davranmaktadır. “İnşaat yolu ile ekonomik büyüme sorunumuzu çözdüğümüz gibi sosyal refah ve özgürlükler problemlerimizi de belki çözeriz” diyor olabilirler. Zaten cinsiyet temelinde hep ayrışmış olan bu yurtları, açıktır ki artık birer toplama kampı gibi işletmeye hazırlandıklarına, dindar-kindar nesil yetiştirme laboratuvarına çevireceklerine göre bu çözüm bir çözüme benzemiyor. Toplanıp barındırılacak tehlike altındaki ve tehlikeli canlılar olarak gençlerin birey statülerinin ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin bir kez daha inkar edilmesidir.

MESELE ‘YAŞAM TARZINA MÜDAHALE’ DEĞİL

Peki, tüm bunların “yaşam tarzına müdahale” çerçevesinde mi değerlendirilmesi gerekir?
Böyle düşünmek hata olur. Çünkü müdahale görenler, kadın erkek eşitliği, temel insan hakları ve bireysel özgürlüklerdir ve bunlar, yaşam tarzı değildir. Devletin görevi, bu prensipleri sadece şekli olarak, yasal ve kurumsal düzeyde sağlamak değil, pratikte geçerli olmaları için gerekli önlemleri de almaktır. Şu açıklama bir faciadır; “Muhafazakar bir siyasetçi olarak Başbakanın sözü geçen fikirlerini dile getirmesi doğaldır.” Başbakan, değerlerini beyan ettikten sonra, sadece devletin duruşunun farklı görüş ve kimliklerin hak ve özgürlüklerini güvenceye almak olduğunu eklemeyi unutmuş olmak kabahatini işlemiş değil. Bilakis, yaşamın her alanında çoğunu rüşvet, korku ve baskıyla yarattığı partizanlarına yol ve hedef göstermektedir. Nitekim mesele, “o son düzenlemeyi yapmak” değil. Toplumun zaten baskı altında tuttuğu kadınlar ve gençleri, var olan ve adına “değerler” denilen “ayrımcılık ve şiddet” mekanizmaları yolu ile daha yaygın ve muhtar, yönetici, polis, valilik destekli bir saldırı dalgasına teslim etmektir. 

KARABASAN GİBİ BİR HAYAT SUNULUYOR

Başbakan, bir taraftan bütün vatandaşları da başkalarının hayatını izleme ve muhbirliğe davet ediyor. Nitekim açıklamasının hemen ardından bazı apartman yöneticileri, ev sahipleri, komşular harekete geçti. Bu durum kadınların yaşamlarına nasıl yansıyacak?
Karma eğitim, ahlaki zaafiyet ile özdeşleştirilecek. Özellikle eğitim çağında kız çocuklarının, ailelerince karma eğitim sisteminden kitlesel olarak çıkarılması söz konusu olacak. Genç kadınlar ailelerinin ikamet etmediği şehirlerde okula gönderilmek istenmeyeceklerdir. Yalnız yaşayan kadınlar üzerinde aile, komşu ve her türden sıfata sahip herkes kendini yetkili sayarak denetim ve baskı uygulayabilecek. Ailelerinden ayrı yaşayan kadınlar ahlaken şüpheli sayılacaklardır. Bu durum halihazırda sosyal baskı altında olan boşanmış kadınlar için de geçerli olacaktır. Kadına yönelik suçlar artacak. İleride yalnız yaşayan kadınlara yönelik adi ve cinsel suç vakalarında suçluların sadece “kadının yalnız yaşaması” üzerine bir savunma argümanı getirmeleri muhtemel. Kadınların “ahlak durumunu” sorgulamaya yönelik yöntemlerin yaygın kullanımına elverişli bir psikolojik ortam ortaya çıkacak. Bekaret kontrolleri, zorunlu hamilelik testi uygulamaları gibi kadına yönelik kadim şiddet biçimlerinin dönüşüne tanık olabiliriz.  Kadınlar, erken, mümkünse en geç lise ve üniversitede evlenmeleri yönünde baskı altına alınacaktır. Genç kadınların yarı mecburi yaptıkları ve dışına çıkmaya korktukları bu ailelerde kendilerine yönelik daha fazla aile içi fiziksel, psikolojik, ekonomik şiddet vakası yaşanacaktır. Şiddet içeren ve istenmeyen evlilikleri yürütmeye zorlanacaktır.  Çalışma yaşamında, kadınlar ve erkeklerin mekansal ayrışması kural olacak ve kadınlar ağırlıklı olarak evden çalışmaya yönlendirilecektir. Kadın yoğunluklu işler ve işyerleri, yoğun sömürü ve sosyal hak gaspının yaşandığı bir ikincil piyasa tanımlayacaktır.

YENİ MUHAFAZAKÂRLIK İÇİN BİÇİLMİŞ KAFTAN: ERKEN EVLİLİK

Bir de, yakın zaman öncesinde evlenen öğrencilerin kredi borçlarının silineceğine ilişkin çalışmalar ortaya atıldı. Erken evlilikler teşvik ediliyor.  Tüm bunların birbiri ile bağlantısı nedir?

Gençlik denilen, arayışların ve özgürlüklerin bireysel, sosyal, kültürel olarak pratik edildiği dönem ne kadar erken sona ererse, toplum o kadar fazla kendini tekrar etme döngüsüne girer. Ailelerin çocukları üzerindeki kontrolü artar. Eğitim süreleri kısalır. Kültürel, sosyal, sivil ve politik katılım etkinlikleri kişilerin hayatlarında marjinalize olur. İşgücü piyasaları, kadınlar ve erkeklere koşullarını daha kolay bir pazarlıkla kabul ettirebilir. Kadınların bağımsız hareket edecekleri alanlar daralır; bir aileden çıkıp diğerine girerler; eğitim süreleri kısalır; daha fazla ve daha erken eve çekilirler; piyasada daha eğreti pozisyonlarda daha ucuza çalışmayı kabul ederler. Erken evliliğin neo muhafazakâr dünya görüşü için faydası müspettir.

SAVAŞ AÇILAN GENÇLİK

Üniversite öğrencileri bu tartışmaları nasıl değerlendiriyor? Üniversitelerde nasıl tartışılıyor?
Kendilerine yönelik düşmanlığın böylesine açık ve patetik şekilde ortaya konulması, onlarda bir şaşkınlık yarattı diye düşünüyorum. Bir taraftan, her gün kapımızdan başımızı çıkarıp devletin taktığı isim ile millet olan bizler, acaba bugün birbirimize ne yapmaya niyetleniyoruz, diye kontrol ediyoruz. Bugün acaba etrafımda millet denen bir kalabalık tarafından bir gence şiddet uygulamaya zorlanacağım bir hal gelişir mi diye düşünüyoruz. Beri yandan, Başbakanın kendilerine saldırmaya teşvik ettiği “komşular, aileler, esnaf” vb ile burun buruna açık ve yakın tehlike tehdidi altında yaşayan gençler için durum bu değil. Gençlik, zaten sosyal psikolojik gelişim açısından zor bir dönem ve gençler kendi gençlik yaraları, var olma dertleri içinde. Böyle bir dönemde, onlara ne tür cinsellikler yaşıyor, nasıl bir yasadışı faaliyet içinde, fuhuş mu, terör mü, madde kullanımına mı bulaşmış diye kuşku ile yaklaşan bir “millet”, kendi gençliğine savaş açmış sayılır.
Bunlara karşı gençler, barınma koşulları konusunda seçim yapabilme özgürlüklerini nasıl savunacakları; sosyal yaşantı ve kültürel üretimlerini sürdürebilecekleri özgür, özerk mekanların nasıl korunacağı; kadın-erkek ilişkilerini cinselliğe indirgemenin sıkıntılarını; cinselliği, bir suça çevirmeksizin ve cinsel yaşantılarını da inkar etmeksizin, nasıl tartışmak ve tartıştırmak gerektiği; çevrelerindeki herkesin her sıfatla kendilerine müdahale edebilmesinin boğuntusu, kapılarını yıllardır “bugün makarnanız var mı” diye çalmayan devletin “sevişiyo musunuz” diye kırmaya kalkmasının ve erkenden evlendirmek için kredi affı gibi teşvikler düşünmesinin absürdlüğü meseleleri üzerinde duruyorlar gözlemleyebildiğim kadarıyla. 
 

ÖNCEKİ HABER

İş, eğitim, gelecek için

SONRAKİ HABER

\'Tarlabaşı\' sessizlik

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...