27 Ekim 2013 01:22

Kalküta: Aslında sessiz bir manifesto

Son zamanlarda o kadar çok kitap çıkıyor ki kimin kitabını alacağımızı iki kere düşünmek zorunda kalıyoruz. ‘Genç yazarların’ ilk kitapları çoğu zaman beklentiyi karşılamasa da içlerinden bazıları başucu kitaplarımız haline geliyor. İşte onlardan biri: Kalküta.

Kalküta: Aslında sessiz bir manifesto
Paylaş

Tezcan Topal

Son zamanlarda o kadar çok kitap çıkıyor ki kimin kitabını alacağımızı iki kere düşünmek zorunda kalıyoruz. ‘Genç yazarların’ ilk kitapları çoğu zaman beklentiyi karşılamasa da içlerinden bazıları başucu kitaplarımız haline geliyor. İşte onlardan biri: Kalküta.

Kalküta kitabının yazarı Kaan Murat Yanık. “Edebiyat Kokusu” isminde bir program yapıyor. Kalküta, geçtiğimiz günlerde raflardaki yerini aldı. Kitaba geçmeden önce Küçük İskender’in bir sözünü hatırlatıyorum kendisine: “Şiir kabilenin büyücüsü…” demişti kendisi. “Şiiri, diğer türlere göre nereye koyuyorsun?​”
“Her türü bir mahalle olarak kabul edersek; şiir ayaklanmaya hazır, isyana nazır bir tür. Her an her şey olabilir. Roman ve öykü daha dingin hayatın olduğu gibi aktığı mahallelerden…” diyerek merakımı gideriyor. Ardından, okuyucunun şiire neden diğer türlere göre daha az ilgi gösterdiğini soruyorum. “Bu konuda oldukça dertliyim” diyor ve devam ediyor: “şiirin okuru her zaman kısıtlıdır ve hep böyle kalacaktır. Şiir bir us yarılmasını görenler tarafından sevilir. Belki de sevilir yanlış kelime; duyumsanır daha doğru ifade olur kanımca. Bugün en çok satan kitaplar listesine bakarsak popüler kültürün kıskacında can çekişen nitelikli edebiyatın nasıl vahim bir halde olduğunu görürüz. Değil şiir, nitelikli hiçbir eser maalesef okunmuyor.”

Biraz Kalküta’dan bahsetsene…
Kalküta aslında sessiz bir manifesto… Bir gece fildişi kulemde bir davet verdim dostlarıma; Hâfız’dan, Fuzûlî’ye, Fuzûlî’den tutun da Cemal’e ve ondan Furuğ Ferruhzad’a, Didem Madak’a, Rudekî’ye, Rilke’ye, İsmet’e kadar birçok dostumu topladım bir tepsinin etrafında, çokça kahve içtik. Önce ben onları dinledim sonra onlar beni. Bana öykü yaz dediler. Evet, yukarıda ismini sıraladığım şairlerin şiirleri yanında yazdığım ve yazacağım şiirlerin bu isimlerin verdiği eserlerin yanına yaklaşamayacağını anladım, ama ortada 60’dan fazla şiirim vardı ve öykü, roman kitaplarımdan önce bu şiirlerin bir şekilde beni okuyan, dost bilen insanlarla buluşması gerekti. Kalküta; ‘Ben şiiri bırakıyorum a dostlar’ cümlesinin kitaba dönüşmüş hâlidir diyebilirim. Kalküta ilk ve son şiir kitabım olacak sanırım.
En çok ismi soruluyor neden Kalküta diye; Kalküta bilindiği üzere Hindistan’ın en gizemli şehirlerinden biri. Kendimi bildim bileli Hindistan’a karşı önü alınmaz bir yakınlığım vardı, o Hindu tapınakları, Ganj Nehri’nde yıkanan yüzleri boyanmış adamlar ve binlerce rengin birbirine dolanışı…

Yarım bıraktığın, karalayıp attığın şiirler oluyor mu?
Çok oldu, doğarken hayatını kaybeden çocuklarım gibi düşündüm onları, her birine ayrı bir anlam yükledim. Hatta bir şiirimi bitirmeme rağmen karaladım, ardından da o karaladığım şiir için bir ağıt yazdım.

Gelelim okuduğun kitaplara… Çok fazla kitap çıkıyor, kitaplarını nasıl seçersin?
Eskiden okuru yönlendiren, çokça nitelikli edebiyat dergisi ve gazetelerin kitap ekleri veya kültür sanat köşeleri vardı. Edebiyat eleştirmenleri yeni çıkan bir kitap üstüne uzun uzun tartışırlardı. Bugünkü duruma baktığımız zaman edebiyat dergilerinin de kendi aralarında tekelleştiklerini ve hemen hemen birbirinin aynı yazarlar ve eleştirmenler ürettiklerini görüyorum. Doktorlar hastalara nasıl reçete yazıyorlarsa bence edebiyat eleştirmenleri de okumaya, kitaba teşne olanlara edebiyat reçetesi yazmalılar.
Klasiklerin kesinlikle okunması gerektiğini düşünüyorum. Özellikle; Tolstoy, Dostoyevski,  Steinbeck vazgeçilmezlerimdir. Son zamanlarda üniversiteye başladığım veya lise yıllarımda okuduğum beş-altı kitabı bir kez daha okuyorum. O zamanki zihnim ve ruhum arasında çatıştırdığım eserleri bugün en olgun halimle bir kez daha okumak ayrı bir zevk veriyor bana; Herman Hesse’nin ve Marquez’in eserlerini bir kez daha okuyorum. Sabahattin Ali, Peyami Safa ve Oğuz Atay da dahil bu zincire.

“Edebiyat Kokusu” isminde bir program yapıyorsun. Edebiyata meraklı olmak bir süre sonra edebiyat yapma isteği doğuruyor mu? Edebiyatsever edebiyatı izlemekle yetinemez mi?
‘Biz kafayı edebiyatla bozanlar olarak böyle pek bir güzeliz’ diye başlamıştım bir yazıma. Edebiyat benim için bir yaşam biçimi, hangi işle meşgul olursam olayım mutlaka bir şekilde o işin içine edebiyatı dahil etmeye çalışırım. Malumunuz o kadar dizi, magazin, tartışma programı varken edebiyat programını izletmek, insanlara sevdirmek zordur. İnsanlarla daha çok edebiyat konuşmak, daha çok anlatmak, daha çok anlamak istiyorum. Bence edebiyatsever her şeyden evvel hiç durmadan okumalı, ama nitelikli kitaplardan bahsediyorum,’ne bulursan oku’ cümlesi bence edebiyatımıza çok zarar veriyor. Kitapçıya girildiği zaman bestseller rafından uzak durulmalıdır! Hakkında bilgi edindiğin, günlerce almak için bir tutkuya dönüştürdüğün kitabı alıp çıkmak çok daha makbuldür bence. Kaldı ki sahaflardan kitap almak her zaman daha iyidir okuyucu için. “Edebiyat Kokusu” programına tekrar dönersek evet, kısa sürede program çok tanındı, çok sevildi… Deminde nasıl kitap seçmeliyiz konusunu konuştuk, “Edebiyat Kokusu” biraz da bu bakımdan hoşuma gidiyor. Şairleri, akademisyenleri programımda ağırlayıp onları edebiyatseverlere tanıtmak bana büyük bir haz veriyor, bazen çok heyecanlandığımı da ifade etmeliyim, yeni bir sesi insanlarla buluşturmak başka bir şey.

Çok tartışıldığı için soruyorum: Kadın şair olur mu?
Bence kadın şair, erkek şairden daha çekicidir; Furuğ’un ‘Rüzgâr bizi sürükleyecek’, Birhan Keskin’in’Dürtme içimdeki narı’ sedaları bin erkek şairin dimağıma çalamayacağı şifalı sulardan. Didem Madak, Nilgün Marmara, Tezer Özlü bu isimlerin benim için yeri çok başka… Son zamanlarda çok sevdiğim dostum Sinem Sal’ı da bu isimlerin içine dahil edebilirim. Şöyle düşünmek lazım şiirin öznesi olan kadın, şiiri şiir yapıyorsa şiirin yaratıcısı kadın şiiri kim bilir nasıl bir şiir yapar; işte Furuğ yapar, Didem Madak yapar.

Gerçektende şiirin öznesi kadın mıdır?
Elbette tasavvufi okumaları devreye soktuğumuz vakit; Leyla ile Mevla arasında uzunca bir yol var, bunu bazı Divan Şairleri Bezm-i Elest’ten başlayan bir yol olarak görüp şiirlerinde özne olarak Yaratıcı’yı seçmişlerdir. Modern şiire baktığımız zaman Cemal Süreya’da veya Orhan Veli’de şiirin öznesinin kadın olması pek yerindedir, olması gereken budur dedirtir. Şahsi fikrim şiirin öznesi güzellik olmalıdır, güzel olan neyse özne de o olmalıdır, bu güzellik kadınsa kadın, elmaysa elma.

tezcan.topal@gmail.com

ÖNCEKİ HABER

‘Herkes üzgün biraz bugün hem de küskün!’

SONRAKİ HABER

Solucan, yasa, maden

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...