14 Ekim 2013 09:33

‘Gayrimüslim cinayetlerinden ceza almadılar’

Gazeteci Sibel Hürtaş’ın, gayrimüslim cinayetlerini konu aldığı ilk kitabı “Kafesteki Türkiye- Hristiyanlar Neden Öldürüldü?” adlı kitabı raflarda yerini aldı. Hürtaş, gayrimüslim cinayetleri, kitabı ve yargılamalara ilişkin görüşlerini gazetemize anlattı.

‘Gayrimüslim  cinayetlerinden ceza almadılar’
Paylaş

Sultan Özer

Gazeteci Sibel Hürtaş’ın, gayrimüslim cinayetlerini konu aldığı ilk kitabı “Kafesteki Türkiye- Hristiyanlar Neden Öldürüldü?​” adlı kitabı raflarda yerini aldı. Hrant Dink, Rahip Santoro ve Malatya Zirve Yayınevi cinayetlerine ve yargılamalarına büyüteç tutan gazeteci Hürtaş, belgeleriyle cinayetin devlet kurumlarının bilgisi dahilinde nasıl adım adım hazırlandığına dikkat çekiyor. Hürtaş, Yargıtayın yerel mahkeme kararını onaylamasıyla Türkiye’nin en önemli gündemlerinden olan Balyoz davasında ceza alan isimlerin hiçbirinin gayrimüslim ölümlerinden ceza almadığını söyledi. Ergenekon sanıkları için de aynı şeyin söz konusu olduğunu vurgulayan Sibel Hürtaş, gayrimüslim cinayetleri, kitabı ve yargılamalara ilişkin görüşlerini gazetemize anlattı.

Kitabınızda Ergenekon ve Kafes Eylem Planı davalarını analiz ederken, bu davalarda gayrimüslimlerin ele alınmamasının büyük bir eksiklik olduğunu vurguluyorsunuz. Bu davaları gayrimüslimler açısından önemli kılan nedir?
Ergenekon ve Kafes Eylem Planı davası her ne kadar iki farklı dava olarak açılmış ve devam etmişse de aslında birbirlerini tamamlayan iki dava. Özüne baktığınızda her iki davayı da gayrimüslim karşıtlığı oluşturmaktadır.
Nasıl başlamıştı Ergenekon davası? Dava başlamadan önce 2000’li yıllarda başlayan ancak 2005 yılında hız kazanan bir gayrimüslim karşıtı kampanyayı görüyoruz. Türkiye’de birden bire açılan dernekler, bu derneklerin faaliyetleri, soruşturmaların ardından ortaya çıkan azınlıklara yönelik suikast planları vs. Ergenekon soruşturması sırasında da ilk dalgada tutuklananlar yine bu faaliyetleri yapanlar ve örgütleyenler. Zaten iddianamenin büyük bir kısmını da bu kampanya faaliyetleri oluşturuyor. Ancak dava sırasında bu sanıklara gayrimüslim karşıtlığı ile ilgili hiçbir soru sorulmazken, davanın sonunda da buna değinilmediğini görüyoruz. Hakim ve savcılar, olayın azınlıklara yönelik kısmını görmek istemedi. Gayrimüslim karşıtlığını her zaman Ergenekon yan faaliyeti olarak gördü. Ancak 2000’li yıllarda yaşadığımız süreç bize bunun yan bir faaliyet değil ana faaliyet alanı olduğunu gösterdi. Yargılamayı yapanlar, inatla Ergenekon davasının bu yönünü görmek istemediler. Tabii sadece gayrimüslimler açısından değil Ergenekon davası Aleviler, Kürtler, sosyalistler her açıdan yanlış paradigmalar üzerine oturtuldu.

Bu, “yanlış paradigmalar” Ergenekon davasının seyrini Yargıtay aşamasında ne yönde etkileyebilir?
Ergenekon soruşturmasının çıkış noktası 2000’li yıllara damgasını vuran antihıristiyan kampanyasıydı. Bu kampanyanın devamında 2005 yılından itibaren pıtrak gibi sivil toplum örgütleri açıldı. Bu örgütler eliyle Hıristiyanlar hakkında nefret söylemi içeren eylemler gerçekleştirildi. Soruşturma sırasında çok sayıda suikast planı, bu planlara ilişkin telefon tapeleri hatta tedhiş planları havalarda uçuştu. Tüm bunlara karşın Ergenekon iddianameleri, bu kampanyaları görmezden gelerek oluşturuldu.
Ergenekon davasının temel tezinin ne olduğuna bakacak olursan; hükümete karşı bir darbe planı yapılmak istenmesiydi. Peki olası darbeye giden yolun en kanlı virajlarını oluşturan Hıristiyan cinayetleri bu davanın içinde neden yer almadı? diye sorarsak, ki kitapta ısrarla sorduğum soru buydu. Bir ülkede on yıl boyunca kesintisiz olarak antihıristiyan kampanya sürdürüldüğünü düşünün. Hıristiyan cinayetleri işlenecek ancak “asrın davası” diye lanse edilen Ergenekon davasında bu eylemlerin adı dahi anılmayacak. Bunun yargının tarihsel kodlamalarından kaynaklanan bir zihniyet sorunu olduğunu düşünüyorum.
Bugüne kadar ne kiliselere yönelik ne de Hıristiyanlara yönelik saldırı ve tehditler doğru düzgün bir adli incelemeden geçti. Aynı zihniyet Ergenekon davasına da damgasını vurdu. Ergenekon savcılarının özellikle antihıristiyan kampanyayı inceleme konusunda bir çekince yaşadıklarına şahit olduk. Eğer Ergenekon davasında bu zihniyet kodlamaları aşılabilseydi dava bugün olduğu yerden çok farklı bir yerde olabilirdi. Aynı kodlamaların Yargıtayda da var olduğunu biliyoruz. En azından Hrant Dink cinayetinin ardından ortaya çıkan bazı gerçekler bize bunu gösteriyor. Dink’in ‘Türklüğe hakaret’ iddiasıyla yargılandığı davanın Yargıtay Ceza Genel Kurulu görüşmelerinde, sadece Dink’in Ermeni olması nedeniyle, mahkumiyetine karar verilebilmesi için üyeler üzerinde büyük bir baskının oluşturulduğunu öğreniyoruz. Böyle olunca da Yargıtay aşamasında Ergenekon davasının Hıristiyanlar açısından değerlendirilmesi beklenemez.

Neden öldürüldü Hıristiyanlar? İslamcı, milliyetçi gençler öfkelenip mi işledi bu cinayetleri?
Üç büyük cinayet var önümüzde. Ama onun öncesinde MGK’nin misyonerliği tehdit olarak gündemine alması var. MGK’nin bu toplantısının ardından Türkiye’de sistemli bir şekilde misyonerler, gözaltına alınıp tutuklandı. Kutsal kitaplarına ‘suç eşyası’ denilerek, el konuldu. Yargılandılar, yalnızlaştırıldılar. Hemen ardından bu kez toplumda bir tehdit algısı oluşturulmaya çalışıldı, bu da sözde dernekler eliyle yapılmaya çalışıldı. Daha sonra bu derneklerin hepsinin yöneticilerinin aynı olduğunu ve aynı genel merkez adresinde olduklarını öğrendik. Bu kampanya sürerken, bir sabah Rahip Santoro öldürüldü. Ardından Hrant Dink ve son olarak Malatya’daki Zirve Yayınevi çalışanları. Bu kampanyanın hemen ardından seri cinayetlerin işlenmesi tesadüf olamaz.
Üstelik üç cinayet de birbirine çok fazla benziyor. Birincisi hepsinde gençler kullanılıyor, ikincisi cinayetlerin hepsi vahşice işleniyor. Yani bıçakla ya da çok yakın mesafeden ateş edilerek. Yani bir öfke gözümüze sokuluyor. Bu öfkeyle yaratılmak istenen de ‘Milliyetçi İslamcı duygularla hareket eden gençler öfkelenip adam öldürdü’ algısı. Dosyaları okuduğunuzda bu algının oluşturulması için ne kadar çaba harcandığını görürsünüz. Mesela Zirve Yayınevi cinayetinde yargılanan E.G’nin İhlas Yurdunda kaldığı vurgusu ön plana çıkarılıyor. Oysa E.G, cinayet planı yapıldıktan, hazırlıklar tamamlandıktan sonra bu yurda kayıt yaptırmış. Rahip Santoro cinayeti tetikçisi O.A, Hıristiyanların Müslümanları öldürdüğü ‘Gerçeğe Çağrı’ filminden çok etkilendiğini söylüyor. Dink cinayetinin tetikçisi O.S, ‘Bana bu cinayeti medya işletti’ diyor. Cinayet şekli kullanılan çocuklar, taktikler, savunmalar hepsi aynı. Bu cinayetler, öfkelenip de işlenecek cinayetler değil. Çünkü hepsi dikkatlice hazırlanmış bir plan dahilinde gerçekleştirilmiş.

Malatya davasında İlker Çınar, TUSHAD diye bir birimden bahsetti. Genelkurmay bu birimi reddetti. TUSHAD mı cinayetleri işleten?
JİTEM’i de yıllarca reddettiğini anımsarsak Genelkurmayın bugün gelinen noktada  TUSHAD’ı (Türkiye Ulusal Stratejiler Dairesi) reddetmesinin tek başına yeterli olduğunu düşünmüyorum. Adı TUSHAD mı bilmiyorum ama bu cinayetlerin arka planında gayet organize, tecrübe dolu bir yapı var. Özel Harp Dairesi, Seferberlik Tetkik Kurulları, Türkiye bunlarla hesaplaşırsa bu yapıları da çözmüş olacak.

Yaratılmak istenen başka bir algı da polis-asker çatışması. Askeri yapının unsuru mu bu cinayetler?
Böyle kesin bir görüş savunmuyorum. Gerek Hıristiyan cinayetlerinin değerlendirilmesinde gerekse Ergenekon ve diğer davaların tartışılmasında iki kutup var. Bir kutup her şeyi Ergenekon üzerine atıp, iktidar ve polisi bu olaydan soyutluyor. Diğer kutup ise Ergenekon’un E’sini bile dile getirmeden her şeye ‘komplo’ ile bakıyor. Bu cinayetler işlenmeden önce katledilenlerin jandarmanın olduğu kadar emniyetin de takibinde olduğunu biliyoruz. Emniyet istese bu cinayetleri tabii ki engelleyebilirdi. Nitekim Malatya Katliamı’ndan sonra bir çok ilde benzer suikastlar engellendi. Diğer yandan Ergenekon davasında tutuklanan bazı sanıkların yukarıda bahsettiğim kampanyanın öncüleri olduğu da açık. Bu topyekün bir derin devlet geleneği.


SİBEL HÜRTAŞ KİMDİR?

1982 yılında İstanbul’da doğan Sibel Hürtaş gazeteciliğe 1998 yılında gazetemiz Evrensel’in Ankara Bürosunda başladı. Ardından ANKA Ajansı, Sabah, Taraf ve Habertürk gazetelerinde yüksek yargı muhabirliği yaptı. Evli ve bir çocuk annesi olan Hürtaş’ın şimdilerde cinayet nedeniyle cezaevlerinde olan kadınlarla ilgili de bir çalışması var.

'KAFESTEKİ TÜRKİYE-HRİSTİYANLAR NEDEN ÖLDÜRÜLDÜ?'

Hürtaş’ın  İletişim Yayınevi’nden çıkan kitabı iki ana bölümden oluşuyor. İlk bölümde “Türkiye’nin karanlık geçmişiyle yüzleşme” iddiasıyla başlayan Ergenekon davası ve devamı niteliğindeki Kafes Eylem Planı, Balyoz davası gibi yargılamalara dikkat çekilirken, kitabın ikinci bölümünde de 2007 yılında Malatya’da Zirve Yayınevinde biri Alman uyruklu 3 kişinin öldürülmesine ilişkin süren dava işleniyor. Hürtaş’ın kitabında yer verdiği belgeler, cinayetin devlet kurumlarının bilgisi dahilinde nasıl adım adım hazırlandığını gözler önüne seriyor. (Ankara/EVRENSEL)

ÖNCEKİ HABER

Erdoğan\'dan Patriot teşekkürü

SONRAKİ HABER

Başbakan’a Mimarlar Odası baskını soruldu

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa