11 Ekim 2013 06:00

Ölümlerin sorumlusu Avrupa

Federal Almanya’nın birleşme bayramını kutladığı 3 Ekim’de Akdeniz’in ortasında büyük bir insanlık felaketi yaşandı. Libya’dan Avrupa’ya doğru yola çıkan sığınmacı gemisi battı, yaklaşık 250 insan Akdeniz’in sularına gömüldü. Son 25 yılda 20 bin insanın bu şekilde ölmesinin asıl sorumlusu AB ve ona istediği sığınma yasasını dayatan Almanya’dır.Bir umuda yolculuğun sonu daha ölümle bitti.

Ölümlerin  sorumlusu  Avrupa
Paylaş

Yücel Özdemir

Federal Almanya’nın birleşme bayramını kutladığı 3 Ekim’de Akdeniz’in ortasında büyük bir insanlık felaketi yaşandı. Libya’dan Avrupa’ya doğru yola çıkan sığınmacı gemisi battı, yaklaşık 250 insan Akdeniz’in sularına gömüldü. Son 25 yılda 20 bin insanın bu şekilde ölmesinin asıl sorumlusu AB ve ona istediği sığınma yasasını dayatan Almanya’dır.
Bir umuda yolculuğun sonu daha ölümle bitti. Libya’dan Akdeniz’e açılan ve yolcularının önemli bir bölümünün yoksulluk ve savaşın kol gezdiği Sudan ve Eritre’den yaklaşık 500 kişinin bulunduğu gemi, İtalya’nın Lampedusa Adası’na varmadan sulara gömüldü. Sahildeki güvenlik birimlerine, balıkçılara nerede olduğunu bildirmek üzere yakılan ateş kısa bir süre sonra büyüyüp gemiyi sardı. Sonuç: Çoğunluğu kadın ve çocukların olduğu 250’den fazla ölü ve çok sayıda yaralı.
Böylece Akdeniz, Avrupa ülkelerinin ördüğü duvar nedeniyle bir kez daha Afrika’nın yoksullarına mezar oldu. Hem de şimdiye kadarki en büyük mezar...
Latince karşılığı “Bizim Deniz” olan Akdeniz, Afrikalı yoksullar için çoktan “Ölüm Denizi”ne dönüştü. Zira son 25 yıl içinde AB ülkelerinin, yoksul sığınmacıların Avrupa’ya ulaşmasını engellemek için uyguladığı tedbirler yüzünden, 20 binden fazla insan dalgalara yem edildi. Bu nedenle Avrupa, her türden tehlikeyi göze alarak yola çıkan sığınmacı adaylarının yaşadığı bu dramın sorumluluğunu üstünden atamaz.

TİMSAH GÖZYAŞLARI CESETLERİ ÖRTEMEZ

Şu tesadüfe bakın ki, Lampedusa Adası açıklarında bu kadar insanın can verdiği saatlerde, Almanya’da iki Almanya’nın birleşmesinin 23. yılı kutlanıyordu. Ve bu kutlamalar sırasında Cumhurbaşkanı Joachim Gauck, eskisine göre güçlenen Almanya’nın dünya üzerindeki gelişmelere seyirci kalmaması çağrısında bulunarak, “Çünkü biz bir ada ülke değiliz” diyordu. Evet, Almanya coğrafik olarak dört tarafı denizle çevrili bir “ada” değil, ancak sınırlarında aldığı yüksek güvenlik önlemleriyle çoktan bir adaya dönüşmüş bulunuyor.

ALMANYA’DA GÖÇMEN OLMAK BİR MUCİZE

Nitekim, Almanya’ya ulaşıp iltica başvurusunda bulunmak, sonra da bu başvurunun kabul edilmesi neredeyse mucize haline gelmiştir.
Bu politika sonucudur ki, 1995’te ülkeye giriş yapan sığınmacı sayısı 166 bin iken bu sayı 10 yıl sonra, 2005’te 42 bin 900’e kadar düşürülmüştür. 2006-2009 yılları arasında da yıllık sığınmacı sayısı ortalama 30 bin kadar düşürülmüştür. 2011’den sonra da bu ortalama 70 bin civarında seyretmektedir.
Rakamlar, Akdeniz’i, Ege’yi aşıp Almanya’ya gelmenin ne kadar zor olduğunu açık olarak gösteriyor. Güvenlikten sorumlu politikacılar bu rakamları birer utanç belgesi yerine övünç kaynağı haline getirmiş bulunuyorlar.
Umuda yolculuğa çıkıp da Avrupa’ya ulaşmak isteyen her sığınmacının hedefinde en zengin ülke olan Almanya’nın olduğundan hareket eden Alman Devleti’nin AB ülkelerine dayattığı sığınma politikası, en insani nedenlerle Avrupa’ya sığınmanın olanaklarını da ortandan kaldırmıştır.

SIĞINMA SUÇ, SIĞINMACILAR SUÇLU!

Yıllardır sığınmacılara ve göçmenlere karşı izlenen politikalar, “Gemi doldu söylemi” kıta genelinde sığınmayı suç, sığınmacıyı “asalak gibi devletin sırtından geçinen, yan gelip yatan” diye damgalayarak suçlu hale getirmiştir. Bu anlayışla, sürekli “illegal göçle mücadele” adı altında yasalar çıkarıldı, devasa bütçeler ayrıldı. Avrupa Birliği’nin sınırlarını korumak için kurulan, yüksek teknolojiyle donatılan Frontex’in görevi ve hedefi, AB’ye gelmek isteyenleri sınıra yaklaştırmadan geri çevirmek olarak belirlendi.
Bu amaç için 2012’de Frontex için, AB Komisyo nunun öngördüğü bütçenin yaklaşık üç katı (874 milyon avro) daha fazla para harcandı. Bu da AB’nin sığınmacılara yönelik politikasının “savunma” üzerine kurulduğunu, her göçü illegal olarak gördüğü anlamına geliyor.

NEREDE KALDI SIĞINMA HAKKI ?

Peki nerede kaldı o zaman Birleşmiş Milletler sözleşmeleriyle güvence altına alınan sığınma hakkı! Eğer sığınma en temel insan haklarından birisi olarak kabul ediliyorsa, o zaman siyasi baskı altında olan, ülkesinde yaşama koşulları kalmayanlar nasıl gelip Avrupa’ya başvuruda bulunabilecekler. Lampedusa’da batan geminin içindeki sığınmacı adaylarının kaçının ekonomik, kaçının gerçekten siyasi sığınmacı olduğu, ancak onların rahat bir şekilde iltica başvurusu yapmalarına olanak tanındıktan sonra anlaşılabilir. Ama bugün buna dahi imkan verilmiyor. Avrupa devletleri bununla kalmamış, başta Kuzey Afrika ülkeleri ve Türkiye olmak üzere, sınırdaki ülkelere “bekçilik görevi” verilmiştir.

BİR İNSAN NEDEN YERİNİ  YURDUNU TERK EDER

Avrupa’daki egemen güçlerin görmek ve anlamak istemediği bir diğer gerçek ise, milyonlarca insanın neden ülkesini, yerini-yurdunu terk etmek zorunda kaldığıdır. Bugün Avrupa’ya en çok, yine Avrupalı emperyalist devletlerin içinde parmağının olduğu savaşların, iç çatışmaların, yoksulluğun hakim olduğu ülkelerdeki insanların geldiği açıktır. Bu nedenle, Avrupa hem kendi çıkarları için bölgesel çatışmaları, savaşları körükleyerek, milyonlarca insanın yaşamını zehrederken, diğer taraftan da onların sığınmasına izin vermeyerek ikinci kez suç işlemektedir. Son Lampedusa katliamı, timsah gözyaşlarına değil, bugüne kadar izlenen sığınma politikalarının mutlaka değiştirilmesi ihtiyacını ortaya koyuyor. Ancak biliyoruz ki, sermaye sözcüsü durumundaki siyasetçiler ve basın birkaç gün timsah gözyaşı döktükten sonra bildiği yolda yürümeye davam ediyor. Daha önce benzer katliamlarda da aynı tutumu göstermişti. Avrupalı devletlerin sığınmacılar konusunda takındığı bu gayrıinsani ve antidemokratik tutum, birçok alanda kendini gösteren eşitsizliğin, adaletsizliğin ve gericiliğin yansımasından başka bir şey değildir. Ve yeni Lampedusaların olup olmayacağını belirleyecek olan, hükümetlerin vicdani değil; demokratik kamuoyunun demokratik hak ve özgürlükler konusunda oluşturacağı baskının derecesi olacaktır.


‘DİRİSİ DEĞİL, ÖLÜSÜ GELSİN’

AB ülkeleri tarafından son yıllarda sığınmacılara yönelik izlenen politika, yaşatmayı değil öldürmeyi öngörüyor. Bu nedenle, alınan bütün güvenlik önlemleri bu temelde oluşturulmuş. Lampedusa’daki katliam da bunu açık olarak gösteriyor. Sahile 500 metre uzaklıktaki 500 kişilik gemide yaşanan faciaya tanıklık eden balıkçı Marcello Nizza’nın anlattıkları da bunu ortaya koyuyor. Gemi battığında balıkçı botuyla olay yerine yakın olan Nizza, sahil güvenliğe haber verdiği halde, görevlilerin 500 metrelik mesafeye ancak 45 dakika sonra gittiğini söyledi. Sahil güvenliğinin olay yerine gelmemesi üzerine 47 kişiyi botuna alarak sahile götüren Nizza’nın geri dönüp yeniden can derdinde olan Afrikalılara yardım etmesi ise engellendi. Buna gerekçe olarak yeniden izin alması gösterildi. Nizza, haklı olarak izin verilmesi durumunda şimdi daha çok insanı kurtarmış olabileceğini söylüyor.


‘KORUMA POLİTİKASI ÖLDÜRÜYOR’

PRO ASYL tarafından yapılan açıklamada, “Yaslı, öfkeli ve şaşkınız” denildi. Örgüt tarafından yapılan açıklamada Almanya ve AB’nin sığınma politikası sert bir şekilde eleştirilerek, “Avrupa ülkeleri, savaş ve savaş bölgelerinden göç etmek isteyen sığınmacıları daha kolay bir şekilde kabul etmenin yollarını bulmalıdır. Bu nedenle son dram yeni bir Avrupa’nın sığınma politikası için yeni bir başlangıç olmalıdır. Savunma politikası iflas etmiştir. Sınırlardaki binlerce ölüm AB’nin sığınma ve insan hakları politikasının iflas ettiğini açık olarak gösteriyor” denildi. (Köln/EVRENSEL)

ÖNCEKİ HABER

Hüseyin Çelik’in dekolte çıkışı dünya basınında

SONRAKİ HABER

Tekstil işçisi sendikasını arıyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...