13 Ağustos 2013 14:58

Derin devlet kendi içindeki bir grubu tasfiye etti

5 Ağustos’ta sona eren Ergenekon davası, bayram günlerinde de tartışılmaya devam edildi. Ancak dikkatler mahkemenin iddialarına ya da yaşanan hukuksuzluklara değil, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’a verilen müebbet hapis cezasına çekildi.

Derin devlet kendi içindeki bir grubu tasfiye etti
Paylaş

Serpil İlgün

Evet, Ergenekon davası sonuçlandı. Peki neymiş Ergenekon? Kimlerden oluşmuş? Ne yapmış? Mahkeme bu sorulara yanıt verdi mi? Ergenekon’da yargılanan gerçekten Türkiye’nin derin devleti miydi? Türkiye’de artık darbeler dönemi kapandı mı? Başlangıçta Ergenekon davasında birlikte hareket eden AKP-Gülen Cemaati arasındaki kapışmanın perde arkasında ne var?

Yanıtlar için, uzun yıllardır derin devleti çalışan, konuyla ilgili yoğun emek ürünü kitaplar hazırlayan, bu nedenle yargılanan gazeteci Belma Akçura ile konuştuk.

Dava sonucunu siz nasıl değerlendirdiniz? Söylendiği gibi derin devlet tasfiye edilmiş mi oldu?

Gerçekte gerekçeli kararı görmeden mahkemenin kararını yorumlamak doğru değil. Ancak 6 yıldır kimin, hangi iddialarla suçlandığını bilirseniz, üstelik bu iddiaların bir bölümünün yeterince ve kuşku bırakmayacak şekilde delillendirilmediğine tanıklık ederseniz, en azından ortaya çıkan fotoğrafı yorumlamak mümkün hale gelebilir. Ergenekon davasının benim açımdan iki sonucu oldu;  Birincisi; ‘derin devlet’in kendisi tasfiye edilmedi, Aksine bizzat derin devletin kendi içindeki bir grubu tasfiye ettiği bir dava oldu. İkincisi, darbeciler değil ama ‘darbe zihniyeti’ yargılandı ama bunu gerçekten darbe yapanlarla değil, mevcut Hükümete karşı uygulama alanı bulmasa da darbe planlayanları, onlara destek verenleri, göz yumanları yargı karşısına çıkartarak askeri itibarsızlaştırdı. Bu davanın başından beri tartışmalı olan bazı sanıklara orantısız ağır cezalar yağdırılması ise siyasi iktidara muhalefet edenle darbeci zihniyet arasında pek ayrım yapılmadığını ortaya çıkarttı.

Yani Ergenekon davasında karşımıza çıkan isimleri, derin devlet kendisi mi tasfiye etmek istedi?

Bu yapının içinde olduğu halde davanın sanığı olmayan, dışında kalanlar ile ceza alanlar arasındaki tarihsel ilişkileri ve süreci bilirseniz evet, bu kendi içlerindeki bir grubun dava yoluyla tasfiyesi anlamına gelir. Siz hiçbir örgütten bahsedip bir numarasının açıklanmadığı bir dava gördünüz mü? Hatırlarsanız iki yıl boyunca bir numara kim diye tartışıldı. Dava bitti herkes ceza aldı. Ama bir numara asla açıklanmadı. Niye?

Çokça tartışılan Başbuğ’a müebbet hapis verilmesindeki mesaj ne?

Başbuğ’a terör örgütü lideri olarak müebbet verilmesini Başbakan dahil herkes “tarih affetmeyecektir” diye yorumladı. Çünkü iddianamedeki iddialarla örtüşmeyen çelişkili durumlara dikkat çekildiği halde, mesela internet andıcı denilen sitelerin kurulması Başbuğ’un döneminde olmadığı, aksine o göreve geldikten sonra bu siteler kapatıldığı halde, İrticayla Mücadele Eylem Planı hakkında, “kağıt parçası”, Poyrazköy’de ele geçen lav silahlarına da “boru” dediği için cezalandırıldığı düşünülebilir.  Tabi İrtica Eylem Planı’nın bir kağıt parçası olmadığı da ortaya çıktı. Yine de sistem sizi cezalandırmak isterse, suç yaratarak hukuku tartışılır hale getirebiliyor. Burada olan da budur. Fakat en önemlisi, bütün bunlar gerçekte derin devletin kendi içindeki bir “hesaplaşma” olduğunu da ortaya çıkardı diye düşünüyorum.

Bunu açar mısınız?

Neden böyle düşünüyorum? Çünkü baktığımız zaman yıllar içinde edindiğimiz tecrübelerle de biliyoruz ki; Türkiye’de bir derin devlet var. Susurluk gibi, çeteleşmiş, Güneydoğu’da 17 bin faili meçhul cinayeti işlemiş, Türkiye’yi 12 Mart, 12 Eylül gibi darbe dönemlerine sürüklemiş ve darbe ortamını hazırlamak için cinayetler işlemiş kaos yaratmış bir derin devlet yapılanması vardı. Ergenekon başladığında denildi ki; “biz derin devleti, darbeci zihniyeti yargılıyoruz.” Ergenekon darbeci zihniyete, darbe düşünen, darbecilere destek verenlere karşı ciddi bir operasyondur ve askerin vesayetini alaşağı eden, onu itibarsızlaştırmanın ötesinde, rejimi korumak adına muhalefet edenle de bir hesaplaşma davasına dönüşmüştür. Ama bizim yıllar içinde edindiğimiz tecrübelerle bu davaya baktığımızda, Ergenekon’da derin devletin fotoğrafının tamamını göremiyorsunuz. Siz bu davaya bakıp; Veli Küçük, Doğu Perinçek veya Yalçın Küçük üzerinden “derin devlet budur” derseniz ya da “biz derin devleti yargıladık” derseniz, bu ülkede derin devletle yıllarca haşır neşir olmuş hem millete, hem de  bize, zekamıza hakarettir.

Derin devlet tasfiye ederken, kimleri niçin tasfiye etmiş oldu?

Derin devlet eskisi gibi ‘devletin’ ideolojik duruşuna göre değil, mevcut ‘iktidarın’ ideolojik duruşuna göre şekil alan; tehdit algılamaları değiştikçe, aktörleri ve mağdurları değişen bir yapı olarak varlığını sürdürüyor. Dolayısıyla devletçi olan, Hükümeti tehdit algılamasının içerisine alanlar tasfiye edildi. Aralarında ciddi hesaplaşmalar ve kopmalar yaşandı. Dolayısıyla insanlar, “Ergenekon davası derin devlet için de bir araç mı oldu” sorusunu önem vermeliler diye düşünüyorum.


 

“Darbeler dönemi bitmiştir” söylemi, mahkeme sonrasında yeniden dillendiriliyor. 35. madde değişikliği de buna dayanak yapılıyor. Ne dersiniz, darbe dönemi kapandı mı?

Türkiye’nin demokratikleşme sürecini tamamlamadığı, hukuk devleti olup olmadığı da hala tartışma konusu. Gezi olaylarına bakıp hâlâ, dışarıdan da beslenen birtakım unsurların etkili olduğuna, darbe planlandığına inananlar var. Demek ki hâlâ böyle bir korku var. Dolayısıyla darbe tehlikesi bile kendi içinde ayrışıyor. Bunun kimin darbesi olacağı çok önemli. Sembolik olarak evet, darbecilik, darbeye teşebbüs etmek çok ciddi bir suç haline getirildi ama mesele burada kimin darbe yapıp yapmayacağı meselesine dönüşmüş gibi duruyor. Yüzleşme kültürüne uzak bir dönemde yaşıyoruz. Demokrasiyi içselleştirmiş bir ülke olmadık daha. Bu nedenle daha çok yolumuz var diye düşünüyorum.


DEMOKRASİYİ HERKES KENDİ YARASI ÜZERİNDEN TARİF EDİYOR

Peki, AKP Ergenekon’da nerede duruyor? Çünkü Ergenekon davası ağırlıkla, AKP’nin kendisini devirmek isteyen güçleri Cemaatin de desteği ile saf dışı bırakma davası olarak değerlendirildi.

Ben AKP’nin bu davada çok önemli bir belirleyici konumda etkisi olduğuna inanmıyorum.

Neden?

İnanmıyorum çünkü biraz evvel söylediğim gibi bu davada yargılananları, siyasi iktidar değil, devletin bizzat kendisi, tasfiye etmek istediği insanları yargı önüne çıkarttırdı. Ergenekon davası derin devlet için bir araç mı oldu dediğim tam da bu. Kendi içerisinde tasfiye etmek istediği, artık kullanmak istemediği adamları, artık eskisi gibi kafasına bir kurşun sıkıp ortadan kaldırmıyor. Doğu Perinçek ve arkadaşları, Veli Küçük ve arkadaşları vs. vs. Susurluk bu grubun el altından deşifre ettiği bir yargılamaysa,  Ergenekon’da Susurluk’u deşifre edenlerin yargılandığı bir dava oldu. Ama torbanın bir tarafında da derin devletle çok da alakası olmayan, bilinçli ya da bilinçsiz, fark etmeden birtakım isimler yer aldı. Onlar derin devletten çok, AKP’ye ve cemaate  muhalefet eden isimler.

AKP’nin fazla etkisi olmadıysa, davayı, “AKP hesaplaşması” olarak nitelendirme neden bu kadar öne çıktı ve kutuplaşma giderek arttı?

Bir kamplaşma, kutuplaşma oldu tabii. Mesela Kemal Kılıçdaroğlu “Bu dava gayrimeşrudur” dedi. Bülent Arınç ne dedi; “Sen davayı eleştirebilirsin ama bir davaya toptan gayrimeşru diyemezsin, sen de bir gün bu yargının karşısına çıkarsın” dedi ve bu yargının bütün hukuksuzluklarını kendilerine zamanında yapılan bütün adaletsizlikleri tek tek sıraladı.  Biz neyi savunacağız? Bizim elimizde ne kaldı? Bizim elimizde bir hukuk, bir de demokrasi talebimiz kaldı. Bu ikisini reddederseniz ve bu davayı hesaplaşmaya dönüştürürseniz ve eskiyi örnek vererek “siz de bize böyle yapmıştınız” derseniz, o zaman siz de bu yargılamanın hukuksuzluğunu, adil olmadığını, insanları itibarsızlaştırdığını kabul etmiş olursunuz. Bu ülkede son 40-50 yıldır herkes demokrasi üzerine bir şey söylüyor ama bir gram bile yol alınmamış. Çünkü herkes demokrasiyi kendi yarası üzerinden tarif ediyor. Demokrasinin bence en kabul edilemeyecek tarifi budur. Çünkü kendi yaran üzerinden tarif ettiğin zaman, diğerinin yarasını kabul etmiyorsun demektir.  Ve sıranın bir gün sana gelmesini bekliyorsun, zamanı bekliyorsun. Ne için? Hukuk yoluyla ‘hesaplaşmak’ için. Oysa hukuk hesaplaşmak için değildir. Hukuk adaleti tesis etmek içindir. Hesaplaşabilmen için önce kendi karanlık tarihinle yüzleşeceksin. Devlet olarak sen özür dileme refleksini harekete geçirmeyip, hukuku da kendi hesaplaşmalarına alet edersen, artık sözün bittiği yerdesiniz demektir.


HERKES DAVAYI KENDİ YAYIN POLİTİKASINA GÖRE ANLATTI

Medyanın Ergenekon sınavını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ergenekon soruşturmaları başladığı andan itibaren basının sürekli birbirini karalayan, birbirini manipüle eden haberlerin, yazıların altına imza atmaları dehşet vericiydi. Biz eğer bu davayı iyi izleyen, hakkaniyetli bir basın olsaydık, o zaman kuşkulu, çelişkili bulduğumuz bir iddiayı, bir kişiyi veya bilgi ve belgeyi sonuna kadar izleyen, bunu hukukçularla sorgulayan bir çaba içine girerdik. Şimdi sorsanız sokaktaki insana, kim neyle suçlandı da bu cezaları aldı bilemezler. Çünkü herkes kendi yayın politikasına uygun bir yerden davayı anlattı. Şimdi Danıştay çözülmüş mü görünüyor? Danıştay saldırısını kim planlamış, kim yönlendirmiş bunlar aslında hala belli değil. Tetikçinin birisine iki defa ağırlaştırılmış müebbet veriliyor, bir tanesine de her şeyi anlatmış gibi “hadi buyur git” deniliyor. Niye? Bu tetikçiler için iki tane ayrı yargı kararı var, mümkün mü? Dolayısıyla basın araştırmıyor, incelemiyor. Her şey olup bittikten sonra “vay efendim bunu niye bıraktın, buna niye bu cezayı verdin” diyor. Kamuoyu da neyin ne olduğunu bir türlü anlayamadığı için sürekli bölünüyor ve parçalanıyor.


DAHA FİNANS AYAĞI VAR

Mahkeme kararları üzerine yapılan yorumlarda dava tartışmalarının artık gündemden düşeceği, çünkü AKP-Cemaat kapışmasının ilerleyen günlerde daha da artacağı için buraya yoğunlaşılacağı söyleniyor. Bir gazeteci olarak, sizin gözleminiz ne, bu kapışmanın perde arkasında ne var?

Şu doğrudur; Türkiye artık sorunlarını askeri vesayet üzerinden tartışmayacak. Sorunlar artık sivil siyaset üzerinden şekilleniyor ve bu sivil siyasetin de yeni ‘ev sahipleri’ var. Cemaat ve iktidar arasındaki ilişki üzerinden daha çok konuşulacak gibi görünüyor. Bu ilişki biçimi günlük sorunlar üzerinden şekillense de bunun bir de uluslararası ayağı var. Suriye politikası var. Kürt sorunu var. Uluslararası konjonktürün sana gelip neyi dayatıp dayatmadığı meselesi var. Ben yine de Ergenekon meselesinin bittiği düşüncesine katılmıyorum. Çünkü bu hesaplaşmanın siyasi ayağı bittiyse, bunun bir de ekonomik ayağı var. Dolayısıyla da o ayak tamamlanmadan, bu mesele tamamlanmaz. Yeni bir dalga, gözaltılar daha olacaktır ve 28 Şubat sürecinden yola çıkıp, bu işin bir de finansman ayağına yöneleceklerdir.

Cemaat, iktidar üzerindeki hakimiyetini kaybetti mi sizce? Ya da şöyle sorayım; bu kapışma, kimin ev sahibi olup olmayacağının kapışması mı?

Öyle görünüyor. Gerçi cemaat hep “biz iktidar istemiyoruz” demiştir. Kendilerinin bir sivil toplum örgütlenmesi olduklarını, siyasete uzak birtakım söylemler içinde olsalar da, iktidar üzerindeki denetimini ve hakimiyetini kaybetmiş olmak istemeyecektir. O camiadan gelen duyumlara, söylemlere baktığınız zaman bürokrasi içinde cemaatçi ayağın tasfiye edildiği veya dışlandığı yönünde birtakım açıklamalar var. Fakat kanaatim o ki, cemaatle siyasi iktidar arasındaki asıl çatışma, siyasi iktidarın çok fazla otoriter teamüller göstermesi değil, siyasi iktidarın mevcut rejime angaje olması, gücün ve iktidarın rehavetine kapılması, sisteme uyum sağlaması, tıpkı kendinden önceki partilerin refleksleriyle hareket etmesi. Cemaati rahatsız eden bunlar mı, buna bakmak gerekiyor. AKP sisteme entegre olan, devletçi reflekslerle karşı bir duruş sergiledikçe, bürokraside cemaatten tasfiyeler gerçekleşiyor olabilir.


“ELİMİZDEKİ MALZEME BU, BUNLAR BUNU YAPMIŞ OLABİLİRLER”

Ergenekon davasının ilk günlerinde derin devletin yargılanacağına ilişkin inanç yükselmişti. Siz ilk dönemlerde bu davaya nasıl baktınız?

Türkiye’de mevcut siyasi iktidarların hiçbiri bu ülkenin vesayetini elinde bulunduran askeri baskılara dayanamadı. Bu karanlık yapıyı hukukun karşısına çıkartamadı. Çıkartıyormuş gibi yaptı hep. Mecbur kaldığında işi kılıfına uydurdu. Bilgileri, belgeleri her şeyi sakladı ama hep bir dava açılacakmış, yargılanacakmış, yargılama sonuç verecekmiş gibi davranıldı.

Bu duygunun en çok yükseltildiği dava da Susurluk’tu. Susurluk’ta derin devlet çözülmedi ama Ergenekon’da çözülebilir diye düşündünüz mü?

Şöyle yanıt vereyim; 2006’da rahip Santoro öldürüldü, ardından Danıştay saldırısı gerçekleştirildi, 8 ay sonra da Hrant Dink öldürüldü. Hrant Dink suikastı üzerine çalışırken Veli Küçük, Muzaffer Tekin, Kemal Kerinçsiz gibi isimlerle, rahip Santoro’nun öldürülmesi, Danıştay ve Dink cinayeti arasında bir bağlantı olabileceği yönünde kuvvetli emareler görmüştüm. Ve o tarihlerde ortada daha Ergenekon yokken, bunu Bilgi Üniversite’sinde anlattım.

Tam olarak ne dediniz?

Bu üç cinayet arasında bağlantı olduğunu düşündüğümü. Ancak bu derin yapı daha önceki yapılara benzemiyor, devlet içerisinde değil. Devletin dışında örgütlenen bir grup emekli askerden oluşan bir yapı diye özetlemiştim. Bu yüzden de 2007’de Ergenekon’da ilk dalga gerçekleştiğinde ve iş Ümraniye’de patlayıcılar, Hrant Dink davasında adı geçen Muzaffer Tekin ve bir grup emekli askerle başlayınca, yedi ay sonra üçüncü dalgada bu kez Veli Küçük, Kemal Kerinçsiz gibi isimlere uzanınca, -ki Susurluk döneminde dokunulmayan ayak Veli Küçük ayağıydı- ve bu isimler tutuklanınca, Ergenekon benim için önemli ve takip edilmesi gereken bir davaya dönüştü. Ergenekon’un birinci davası, derin devletin kaos ortamı yaratmak için bir tetikçi ayağı gibi bir ayak aslında. İddianame daha derinlikliydi, daha derin bilgiler ve belgeler içeriyordu. Yarım kalmış bir davanın devamı gibiydi.

Yani Susurluk’un?

Aynen öyle. Susurluk’ta siyasetçisini, mafyasını, iş adamını, polisini yargının karşısına çıkartan askere dokunulmamıştı ama ardı akası kesilmeyen soruşturmaların, eski jandarma genel komutanına, Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı’na, Orgeneral Şener Eruygur, eski Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Hurşit Tolun’a kadar uzanması önemliydi ve çıkan iddianame de buna işaret ediyordu.

Umudunuz hangi aşamadan sonra kırılmaya başladı?

Umut demeyelim ona, ben bu davadan müthiş sonuçlar alacağımıza inanan bir ruh haliyle yola çıkmadım elbette. Ama bu davanın Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından önemli olduğuna inancımı korumak istedim. O yüzden takipçisi olmak gerektiğini düşündüm. Ama daha ilk on dalgadan sonra tutuklamalarda bir tuhaflık başladı. Dava başladıktan sonra da o dalgalar devam etti. Bu kez ikinci Ergenekon, üçüncü Ergenekon diye iddianameler oluşturuldu ve 20’nin üzerinde dava dosyası birleştirildi ve ortaya şöyle bir tablo çıktı; özellikle birinci iddianamenin iddialarıyla, sanıklar örtüşmüyordu. Neydi birinci iddianamenin ifadeleri? Birinci iddianamede “ülkemizde son birkaç yılda meydana gelen -ki 2007 yılında bu dava açıldı, iddianamede o sürede tamamlandı- son birkaç yılda meydana gelen benzer olaylara bakıldığında Ergenekon’u işaret eden ciddi şüphelerin bulunduğu görülmüştür” deniyordu. Hangi davalardan bahsediyor? Danıştay’dan bahsediyor, Hrant Dink’ten bahsediyor, Zirve’den bahsediyor, Santoro cinayetinden bahsediyor. Daha da geriye gidiyor, Uğur Mumcu’dan bahsediyor, 12 Eylül cinayetlerinden bahsediyor, faili meçhul cinayetlerden vs. Yani Türkiye’nin derin devlet yapısını ortaya koyacak her şey bu davanın içerisinde var. Yani, bir derin devlet yapılanmasına ait işler olduğu bu kadar aleni bir biçimde ortadayken, sen “derin devleti yargılıyorum” diye Ergenekon terör örgütünden bahsediyorsun ve biz sana bu davayı aldırtamıyoruz. Niye? Sen Danıştay’ı ele alıyorsun ama iddianamenle söylediklerin örtüşmüyor. Çünkü iddianamede diyorsun ki “her ne kadar delil yoksa bile bunlar aynı merkezden yönetilmiş, birbirleriyle zincirleme benzer cinayetler” diyorsun. Sen zaten adını koymuşsun. Dolayısıyla iddianamede “delil yok o yüzden Hrant Dink davasını almadım” demek, bir zafiyettir. İkincisi, Ergenekon davası sonuçlandığında mahkeme nasıl bir karar verdi? “Çok büyük bir örgüt var ama biz bu örgütü bulamadık” diye davayı kapattı. Bu da bir çelişkidir. Sen şu an Ergenekon’u yargılıyorsun. Ve Genelkurmay Başkanı’nı terör örgütü üyesi olarak gösteriyorsun. Bir ülkede genelkurmay başkanının başında bulunduğu bir örgütten daha büyük ne olabilir? Zaten sen bunu en büyük örgüt olarak önüme çıkarmışsın ve en büyük derin devlet yapılanması diye gösteriyorsun. Öyleyse Hrant’ı kim öldürdü? Bundan daha büyük hangi örgüt var?

Sadece Hrant değil, binlerce faili meçhulün de sorumlusu ortada yok….

Evet. Baktığımız zaman örneğin Veli Küçük var mı? Var, Küçük ceza aldı mı? Aldı. Bunu tartışıyor muyuz? Tartışmıyoruz. Özellikle Güneydoğu’da işlenen cinayetlerde Arif Doğan’dan Veli Küçük’üne kadar bir sürü insanın adı geçti. Evet, bu cinayetlerin hiçbirini getirip de şu çözüldü, bu çözüldü diyemiyoruz ama biliyoruz ki o bölgede cinayetlerle ilgili bunlar zaten zan altındaydı.

Zan altındaydılar ama cezaları orada işlenen suçlarla ilgili almadılar?

Almadılar. “Burada derin devlet zihniyetini yargılıyoruz” demeye getirdiler. “Elimizdeki malzeme bu, bunlar bunu yapmış olabilirler” demeye getirdiler. “Bu yapının içinden şunu alırım, bunu bırakırım, bunu görmezden gelirim” gibi bir zafiyet gösteremezsin. Hukuk devletindeysek eğer, en acımasız olan, en sevmediğimiz nefret ettiğimiz adamı bile yargılarken namuslu olacaksınız, adaletli davranacaksınız. Düşünün ki sanıklar iki saat savunmayla sınırlandırılıyor. Neden? Bu insanlar altı yıl beklemiş. İki saatle niye sınırlandırdığını açıklayacaksın, bunu soran bir avukata “sen niye bize bunu sordun” diye soruşturma açmayacaksın. Bunları yaptığında, bu hukuk sistemini tartışmaya açmak, eleştirmek konusunda hakkımız doğuyor. Dolayısıyla bu tip kararlarda ben vicdanı çok önemsiyorum. Çünkü insanların en değerli şeyleri özgürlüğü, onuru, gururudur. Siz bunları onların elinden aldığınız zaman zaten bu topluma hazır, açık tehlikeli bombaları da yerleştirmişsiniz demektir. Çünkü artık kaybedecekleri bir şeyleri yoktur.

TÜM İKTİDARLARIN MEHMET AĞAR’A “BORCU” VAR

Ergenekon’da, derin devletin bir bölümü tasfiye edildi dediniz. Akla Mehmet Ağar ismi geliyor. Zaten sosyal medyada da şöyle soruluyor, “Başbuğ’a müebbet verildiyse, Ağar neden dışarıda?​” Ağar, derin devletin tasfiye edil(e)meyen kısmını mı temsil ediyor?

Evet, Ağar hiçbir dönemde tasfiye edilen olmadı. 2 yıl önce hakkında alelacele verilen mahkumiyetinde bile, çeteden yargılanan biri olarak değil de, devlet görevlisi sıfatını halen taşıyan biri olarak cezaevine gitti. Zaten açıklaması da bu yönde oldu. “Devlet görev verdi ‘git yat’ dedi, yattık. ‘Çık’ dedi, çıktık” diye açıkladı. Kaldığı cezaevinin dibine de bir havaalanı pisti yapıldı. Niye? Kanımca Ağar, Türkiye’de bütün iktidarların ayaklarındaki bağı çözmüş bir insan. Hemen herkesin ona bir şekilde,  bir nedenle “borcu” var. Yıllar önce Mülkiyeliler Birliği’nin bir gecesinde sahneye çıkacak olan dansöz sanatçı hastalanıyor, Mehmet Ağar’ı arıyorlar. Ağar anında bir bile değil, iki dansöz birden gönderiyor. Mülkiyeli arkadaşım “düşün ki biz bile ona böyle bir konuda borçlandık!” demişti.


BELMA AKÇURA KİMDİR*

Gazeteciliğe 1982-1986 yılları arasında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde okurken çeşitli dergilerde muhabir olarak başladı. Kanal E Televizyonu’nda televizyon program editörü, Radikal gazetesinde Haber Merkezi redaktörü, Star gazetesinde editör olarak çalıştı. Milliyet gazetesinde özel haberler ve röportajlar yaptı. Türkiye’de hukuksuz yargı kararları, derin devlet ve Kürt sorunu üzerine beş kitap yazdı. Polonya TVN ekibiyle Papa suikastı belgeselinde çalıştı. Halen Milliyet gazetesinin Ombudsman’ı olarak görevine devam ediyor. Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfının Gazetecilik Okulunda, Kadir Has Üniversitesinde “Gazetecilikte Pratik Araştırma Yöntemleri” üzerine ders veriyor.  Kitapları: Derin Devlet Oldu Devlet, Ağca’nın Derin İlişkileri, Teşkilatın Adamları, Devletin Kürt Filmi: 1925-2011 Kürt Raporları, Olay Yargıya İntikal Etmiştir.

ÖNCEKİ HABER

Mesele ‘Aşk Gemisi’ değil patronların para aşkı

SONRAKİ HABER

Hayırlı işler Başkan!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...