27 Haziran 2016 00:49

UEFA, Euro’ların grup aşamalarını nasıl mahvetti?

Barış Gerçeker Eurosport’tan Jonathan Wilson'un UEFA'nın grup aşamaları ile ilgili uygulamasını eleştiren yazısını çevirdi.

Paylaş

Jonathan WILSON

Gerçekten epeyi zorlandık. Son birkaç gününde toparlar gibi oldu ama Avrupa Şampiyonası’nın genişletilmiş grup aşaması vasatlıktan başka pek bir şey getirmedi. 36 maçın içinde kaliteli olmanın yanına yaklaşan belki üç maç oldu, ki bunlardan biri de 0-0’lık Polonya - Almanya beraberliğiydi ve o da pek çoklarını sıktı. Bu da geriye İtalya’nın Belçika karşısındaki 2-0’lık galibiyetini bıraktı; iyi organize olmuş bir hedefe odaklılığın bağlantısız bireyselliğe karşı zaferi, ve bir de Hırvatistan’ın İspanya karşısındaki beklenmedik 2-1’lik galibiyetini. Goller doğrudan kalite göstergesi olmayabilir ancak en azından bir drama sunarlar ve standartlar düştüğünde heyecan getirirler. Burada, en sonda Macaristan ve Portekiz’in turnuvayı canlandırmaya çalıştığı maç haricinde o bile olmadı. Grup aşaması 1.92’lik bir gol ortalamasına sahip ki bir önceki turnuva 2.45 gollük bir ortalamaya sahipti, 2008 2.48, 2004 2.45 gol ortalamasıyla bittiler. Biten sezonda Premier Lig’de 2.70’lik bir gol ortalaması vardı ve son 15 senede bu ortalama sadece bir kez 2.5’in altına düştü. Geçen sezon Şampiyonlar Ligi’nde de gol ortalaması 2.76’ydı.

KALİTE VE HEYECAN EKSİKLİĞİ

Bu milli takımlar arası turnuvaların doğasında var. Turnuvaların son Dünya Kupası’nda olduğu gibi kendi hayatları olur bazen, her takım birkaç maçlığına çılgınca hücum edecekmiş gibi gözükür. Sonunda ama, o bile 2.67 gollük bir ortalamaya gelir yerleşir. Ama burada, sadece sekiz takımın eleneceği grup aşamalarında ilk iki maçlarda risk alma minimumda kaldı ve bütün eğlence E ve F gruplarının son maçlarına kaldı ve bu bile durumu çok değiştirmedi. Bütün bunlar kalite ve eğlence eksikliği için sadece yan etkenler. Sorunun bir parçası oyuna savunmaların hükmetmesi. Milli takımlar seviyesindeki futbolun önceliği derinde bekleyip en reaktif şekilde oynamak. Milli takım hocalarının ellerindeki zamanın kısıtlı olması da bunu kaçınılmaz kılıyor. Üst düzey kulüp futbolunu tanımlayan karmaşık baskı yapılarını ve önceden öğrenilip tekrarlanarak alışılmış hücum atraksiyonlarını yerleştirmenin hiçbir imkanı yok. Hiçbir teknik adamın da kariyerini şekillendirecek bir utanca imza atmak istemediği bir ortamda sonuç tedbirli futbol ve yığılmış savunmaları kıracak bireysel yeteneklerden medet ummak.Bir diğer sorun da bu bireysel yeteneklerin kıtlığı. Aralarında Arsene Wenger’in de bulunduğu bir grup, modern Avrupalı akademilerin normal gündelik zekası düşük ancak yetenek olarak üst düzey oyuncuların hepsini golcü olarak piyasaya sürmeleri ve neden bu olsa da olmasa da bunların kalitede sıkıntılı olmaları, mesela Robert Lewandowski.

SAVUNMA VE HÜCUM

Taktik meseleler milli maçların doğası gereği daha da alevleniyor. En iyi maçlar aşağı yukarı denk takımlar karşı karşıya geldiğinde izlenebiliyor. Denk olmayan maçlar nadiren eğlenceli olabiliyor. FA Kupası’nın heyecanının kaçması da bundan; zenginler zenginleştikçe bu kaçınılmaz. Dev katletmenin bütün eğlencesi ve romantizmine rağmen, elitlerle miniklerin maçları yoğun hücumun sıkı savunmayla boğuştuğu sıkıcı, yavan futbol getiriyor. Üçüncü turdan itibaren bu dile getirilmekten kaçınılan bir gerçek; her bir Davut’un Golyat’ı katlettiği başlığa karşılık bir düzine Golyat’ın Davut’un savunmasını sıkıntı içinde paramparça ettiği mücadeleler var. En azından FA Kupası esas olaydan bir kaçış sağlıyor. Milli takım futbolu ise en baştan güçlüyle zayıf arasındaki mücadeleleri dayatıyor seri başı sistemi sayesinde. İngiltere örneğin Eylül 2014’teki İsviçre maçından bu yana ona hücum eden bir takıma karşı oynamadı, ki onda da İsviçre ikinci yarıya Basel’de buna kalkıştı ve 2-0 yenildi. Tesadüf değildir ki, bu İngiltere’nin son iki senede en iyi oynadığı maçlardan biriydi. Diğer büyük uluslar için de durum tam olarak aynı. Bu durum birden çok seviyede sorunlu, bunların akla ilk geleni birçok takımın oyunun sadece yarısını oynayabiliyor olması. Üst düzey bir takım ağırlıklı olarak hücum ederken nadiren savunma yapıyor, küçükler ise skoru düşük tutmaya çalışıyor. İngiltere, hücum hattındaki süratli oyuncuları nedeniyle kontratakta çok iyi olabilir. Bu Roy Hodgson’ın da turnuvadan umduğu şeylerden biri. Haklı olabilir. Ama bu böyle mi bilmiyoruz çünkü bunun üst düzey turnuvalarda denendiğini göremedik. Varsayım eşit şekilde aynı zamanda şöyle; İngiltere’nin defansı sallanıyor ve üst düzey takımlara karşı çökmesi muhtemel ancak orta sahanın yeterince alan kapatabildiği üst düzey maçlarda bunu da test edemedik.

SAVUNMA YAPMA HAKKI

Tabii ki sıkı savunmalarda gedik açmaya çalışmak üst düzey herhangi takımın karşılaştığı ve aşması gereken durumlardan biri. Küçük takımların savunma yapma hakkı var, hatta bu belki de zorunluluk. Bu onların hatası değil. Bu turnuva yapılarının hatası. Elemelerde, bu kaçınılmaz ve bu aynı zamanda çok iyiler arasındaki maçların izlenebilme şansını da azaltıyor; İngiltere – Almanya çok keyifli bir eşleşme olma potansiyeline sahipken bunu yeterince sık izleyemiyoruz. Ancak finaller en iyilerle en iyilerin kapıştığı yer olmalı. Kalitenin yoğunlaşması gerekir. Dünya Kupası ve Avrupa Şampiyonaları’nın şişirilmesi bunu da yok etti. Galler, Kuzey İrlanda, Macaristan ve İzlanda’nın turnuvanın en güzel anlarını izlememizde pay sahibi olduğunu söyleyenler haklı ancak Romanya, Ukrayna, Rusya ve İsveç de felaketti. Sorun da tam olarak bu. Avrupa Şampiyonası’nın genişletilmesi politik ve finansal nedenlerle yapıldı, futbol kalitesi göz önüne alınarak değil. Yeterince iyi olan ufaklıklar yine tur atlayabildi, zamanında İskoçya’nın, Slovenya’nın, Letonya’nın yaptığı gibi.

Ama turnuvanın yarısını turnuvayı kazanmaya dair hemen hiç umudu olmayan takımlarla doldurmak geriye ilham verici olmaktan uzak bir futbol bulamacı bıraktı. Miniklerin de gün ışığında olmayı hak ettiğini söyleyenler olabilir ama bu çakma bir duygusallıktan başka bir şey değil; onların gün ışığında olmak için rekabet etme hakkı var. Bu büyük bir turnuva, okul bahçesinde düzenlenen herkes topunu kapsın gelsin eğlencesi değil. Turnuvanın anafikrini boğuyor bu zihniyet, ki o da futbol.

Bir de 24’ün böyle bir turnuva için anlamsızca yüksek bir rakam olması var. İkinci maçında skor 1-1’ken İsviçre de Romanya’da geri çekildiler, beraberlik o anda ikisinin de işine geliyordu. İsviçre haklıydı ama Romanya sonrasında Arnavutluk’a yenildi. İngiltere karşısında Slovakya grubu üçüncü bitirebilmek için 0-0’a oynadı. Sonunda Kuzey İrlanda da Almanya karşısında 1-0 yenilmeye razı bir oyun sergiledi. Ancak ve ancak grupların son maçlarında, takımlar turnuvada kalmak için savaşmak zorunda kalınca gerçek futbolu hafiften andıran bir şeyler izleyebildik. Belki de çözüm formatı iyileştirmek ve turnuvayı 32 takıma çıkarmaktadır, ama bu da kalitenin iyice seyrelmesi riskini yanında taşır. Çok daha iyisi, pek düşünülemez gösterilen 16 takımlı formata geri dönmektir, çünkü bu format hem daha kompakttı hem de iyi futbolu destekliyordu.

*Eurosport’tan çeviren 
Barış Gerçeker
**Yazının ara başlıkları 
Evrensel’e aittir.

ÖNCEKİ HABER

Belçika çeyrek final biletini 4 golle aldı

SONRAKİ HABER

İspanya’da beklenen olmadı, 'sol hükümet' mümkün görünmüyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...