26 Haziran 2016 00:12

Şair- Yazar İlhami Sidar: Dehşet çağında yaşıyoruz

Şair -Yazar İilhami Sidar ile, ‘Dağlı’ romanını konuştuk.

Paylaş

Şerif KARATAŞ
İstanbul

Şair- Yazar İlhami Sidar’ın ilk olarak Aram Yayınları’ndan çıkan romanı “Dağlı” bu kez  İthaki Yayınları tarafından yayınlandı. Diyarbakır’da yaşayan İlhami Sidar, bölgede yaşananları dehşet olarak ifade ediyor; “Çağımız dehşetin çağıdır, insanların apartmanların bodrum katlarında diri diri yakılarak katledildiği bir vahşet çağı, ne diyeyim zalim zulmüyle abad olmaya çalışıyor.”

Edebiyata şiirle başladınız fakat okurlarınızla romanlarla buluşmaya devam ettiniz. Romanı tercih etmenizin nedenleri neler?
Bilincimi yarsalar oradan şiir fışkırır diye düşünüyorum, aslında şiir yazmak için doğduğumu düşünürüm hep ne var ki ‘90’lı yıllarla birlikte birtakım etik gereklilikler romana yönelmeme yol açtı, ilk “Bir Cudi Söylencesi” böyle çıktı ortaya, sonrasında yeniden şiire dönebilme ümidiyle başladım her romana fakat Diyarbakır’da ruhumun içinde kavrulduğu bir fırında ateşten hikâyeler örülüp duruyordu, yüreğime değen, delip geçen ve Homer gibi, Dante gibi şiirle hikâye etme devri gerilerde kalmıştı çoktan öte yandan adeta Pompei’nin lavlarından bir öyküler ırmağı hiç durmamacasına akıp gidiyordu yanı başımdan, duyarsız kalamazdım yine de şiirden bütünüyle vazgeçmedim. Bu kez düz yazımın içinde fazlasıyla yer buldu kendine, öyle ki birçok okuyucum son Türkçe romanım “Sadakat”i ikinci bir kez şiir niyetine okuduklarını söyledi, beri yandan kendim de Wolf’ün “Dalgalar”ını, Faulkner’in “Döşeğimde Ölürken”ini şiir niyetine okumuşumdur kaç kez.

Romanlarınızda ağırlıklı olarak Kürt tarihinden kesitler sunuyorsunuz okura... Bunu devam ettirecek misiniz?
“Etik gereklilik”ten kastım buydu. “Bir Cudi Söylencesi”, “Dağlı” ve “Tehma Xweliyê” (Külün İlk Tadı)’yi 16 yıl önce bir üçleme olarak kurmuştum, amacım daha çok Kürt tarihinin nirengi noktalarını aydınlığa çıkarmaktı, mekânlar önemliydi: Cizre-Silvan-Bitlis, Kürdistan’ın kalbi olan kentler, tarihsel kavşaklar daha da önemliydi: İlk Kürt devletinin kuruluşundan yıkılışına kadarki süreç (Dağlı), Kürtlerle Türkler arasında ilk özerklik anlaşmasını içine alan süreç (Külün İlk Tadı) ve ilk ulusal Kürt isyanının kıvılcımlanışından kırılışına kadarki süreç (Bir Cudi Söylencesi). Doğrusu işin başında okuyucuda bir tarih bilinci oluşturma kaygısıydı bunları yazmama neden olan saik, roman yazımına ilişkin daha önce hiçbir pratik deneyimim yoktu. Ancak daha ilk romanımın baskısı hiç beklemediğim şekilde birkaç ay gibi kısa bir süre içinde tükenip okurlar tarafından beğeniyle karşılanınca bende de roman hevesi o zaman başladı. Fakat “Külün İlk Tadı” öngördüğümün dışında diğer ikisinden farklı olarak birden fazla kurmacanın iç içe geçtiği postmodern bir çalışma olarak çıktı ortaya. Tabi yazma sürecinde nerdeyse bütün bir dünya edebiyatını okudum, bu okumalar ve yazma süreci romanın iç yasalarını keşfetmemi sağladı, hem roman görüşüm hem de estetik algım giderek derinlik kazandı. “Şiirli Dağ”da, içine Soykırımı ve Mele Selim İsyanı’nı da alacak biçimde arka plan olarak İttihat-Terakki döneminden bir kesit var ama kesinlikle tarihi roman olmaktan çok uzak, ağırlıklı olarak modern ve post modern roman tekniklerinden de yararlandığım büyülü gerçekçi roman nitelikleri taşıyan bir çalışma.

MAAŞLI KADROLU ŞÊROLAR!

“Dağlı” romanınızda iki karakter öne çıkıyor. Güç peşinde koşan bunun için de en yakınındakilerin boynunu kılıçla uçurmaktan korkmayan Şêro ile asalet ve soyluğu temsil eden Nasır karakteri var. Bu iki karşıt karakteri günümüz Kürtleri içinde görüyor musunuz?
Bedirhan İsyanı, Şeyh Sait İsyanı, Seyyid Rıza İsyanı sonuçlarını benzer karakterlerin çatışmasının belirlediği kalkışmalar. Günümüzde yaşananlar ise  tam bir paradoks, bir yanda özyönetimi savunanlar var bunun için en ağır bedelleri ödeyenler, bir yanda ‘bağımsız Kürdistancı’ kesilen TRT kadrolu Şêrolar…

Dağlı romanında Rudabe Hatun ile Hekim Behram’ın aşkından söz etmezsek olmaz...
“Dağlı”nın 2007 Aram baskısı Merwani Kürt Devleti tarihi arka planıyla hayli ilgi çekmişti, İthaki baskısıyla “Dağlı” daha önce ulaşmadığı yeni bir okur kitlesiyle buluştu sanırım, bundan olacak yeni nesil “Dağlı” okurlarının nerdeyse tamamına yakını Behram’la Rudabe’nin aşkına odaklanmış durumda. Hem romanı sürükleyici kılmak hem de okuyucuyu her bakımdan o zamanın atmosferine sokmak için kurgulandı, sanırım bugün böylesi saf aşklara dinmez bir açlıkla duyulan özlemden kaynaklı Behram ve Rudabe aşkına duyulan ilgi.  

ZALİM ZULMÜYLE ABAD OLMAYA ÇALIŞIYOR

Romanınızda olayların geçtiği Meyafarkin’nin (Silvan) içinde olduğu çoğu kent ve kasaba geçtiğimiz yıl yaz aylarından itibaren ‘sokağa çıkma yasakları’ adı altında kentler, tanklarla, zırhlı araçlarla dövüldü. Ortaya yıkım ve vahşet fotoğrafı çıktı. Diyarbakır’da yaşayan ve bu vahşete tanıklık etmiş bir şair ve yazar olarak, neler diyeceksiniz?
Camus, “17.yy. matematiğin çağıydı, 18.yy. doğa bilimlerinin, 19.yy. biyolojinin, 20.yy. korkunun çağı…” diyordu, bizim çağımız ise dehşetin çağıdır, insanların apartmanların bodrum katlarında diri diri yakılarak katledildiği bir vahşet çağı, ne diyeyim zalim zulmüyle abad olmaya çalışıyor, göğe kara sancaklar çekip Tanrı’nın bile göğsünü kılıcıyla deşmek isteyen Timurlenkler var Kürtlerin karşısında fakat unutulmamalı ki karşılarındaki de Selahaddin-i Eyyubi’nin torunları...

‘ERDOĞAN’NIN ‘BİN YILLIK HESAPLAŞMA’ LAFI BOŞ DEĞİL!’

Romanda Kürtlerin 1071 öncesinde de bu topraklarda yaşadığını ve Türklerden önce de buralarda olduğunu görüyoruz. Kürtler bugün en temel insan haklarını kullanamıyor. Öncesi bir yana son 40 yıldır ülkemizin kanayan yarası Kürt sorunu ve iki yıl süren çözüm sürecinin ardından tekrar dönülen savaş konsepti var. Bu bağlamda neler söyleyeceksiniz?
“On binlerin Dönüşü”nde Kürdistan dağlarına izinsiz giren paralı Yunan savaşçılarını Samsun limanına kadar sapanlarla kovalayanlar da Kürtlerdi, Kürtler binlerce yıldır köklenmiş bu topraklarda, yine de kendilerine karşı hasmane tavır sergilemeyen herkesi dostça kucaklamışlar ancak düşmanca tavırlar karşısında da sessiz kalmamışlar. Kürtlere bugün en temel haklarını kullandırtmayanlar dönüp de Selahaddin’e baksınlar bir, utanıp ar ederler belki. Savaş konseptine gelince içerde ve dışarıda olmak üzere iki temel saik var, içeride tamamen başkanlık sistemine kilitlenen siyaset, dışarıda ise pek çok sivil toplum kuruluşunu da içine alacak biçimde birbiriyle çatışmalı dinamiklerin Tayyip Erdoğan etrafında kenetlenmesine yol açan Suriye meselesi ve buna bağlı olarak Rojava’da demokratik bir Kürt devletinin dünyanın gündemine oturmuş olması, Tayyip Erdoğan’nın ikide birde “bin yıllık hesaplaşma” lafı boş değil, umarım bu hesaplaşma hevesi bin yıldır birlikte yaşama iradesi göstermeyi başarabilmiş Kürtlerle Türklerin birbiriyle boğazlaşması sonucuna yol açmaz.

ÖNCEKİ HABER

Evrensel, okurları ile bir araya geldi

SONRAKİ HABER

Avrupa Birliği çatladı, sıra Birleşik Krallık’ta mı?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...