29 Mayıs 2016 16:55

Her düşenin kanadı yoktur

Arter'de 9 Haziran-18 Eylül arasında 'Her Düşenin Kanadı Yoktur' başlıklı bir grup sergisi yer alıyor.

Paylaş

Arter'de 9 Haziran-18 Eylül arasında “Her Düşenin Kanadı Yoktur” başlıklı bir grup sergisi yer alıyor. Bas Jan Ader, Phyllida Barlow, Cyprien Gaillard, Ryan Gander, Mikhail Karikis & Uriel Orlow, Void ve Anne Wenzel’in eserlerini bir araya getiren serginin küratörlüğünü Selen Ansen üstleniyor.

“Yer çekimi” ve “ağırlık/vakar” kavramları etrafında geliştirilen “Her Düşenin Kanadı Yoktur” sergisi, düşme eylemini fiziksel bir düşüş, beceriksizlik ya da yetersizlikten kaynaklanan bir sonuç, veya kötü yazgının/lanetin getirdiği kaçınılmaz son gibi ilk çağrışımlarının ötesine geçerek ele alıyor. Her şeyin her an düştüğü ve düşmeye devam ettiği fikrinden hareket eden sergi, bir toz zerreciğinin onu yere inmeye zorlayan kaderiyle dilimizin ucundan dökülüveren sözcüklerin kaderini birbirine bağlayan ortak bir koşula işaret ediyor ve maddesel olsun ya da olmasın her şeyi düşmeye zorlayan bu ortak zeminde, beklenmedik ile sıradan olanı birbirine bağlayan baş döndürücü bir hareketin üretici gücünü açığa çıkarmayı amaçlıyor. Sergiye omurgasını veren düşme eylemi, gerçekliğin yüceltilmesine dayalı bir sanat geleneğinden uzaklaşarak, yüzeyle meşgul olan ve dipte olmayı kabullenen bir sanatsal jestin izini sürmeyi mümkün kılıyor daha iyi düşebilmek ve yenilebilmek için.

YER ALTI DÜNYASINA ADIM

Yükseliş ve düşüş arasındaki dengeye odaklanan sergi, en kişisel izleklerden tüm beşeri yapı(t)lara, hatta toplumların seyrine uzanan bir ölçekte çöküşün sürekliliğini araştırıyor. Yer çekiminin gücünü açığa çıkaran sergideki işler, kendi zamanlarına tanıklık eden ve mit kökenli gelenekten uzak yükseliş ve inişler sunarak tüm zamanlara ait ve tarihsel sınırları aşan bir dinamiği bağlam içine yerleştiriyorlar.

Phyllida Barlow, çarpma kavramından hareketle ürettiği mekana özgü iki yerleştirmeyle çok katmanlı bir “manzara” inşa ediyor. Barlow’un mekana yayılan yerleştirmesi mevcut mimari yapının içindeki fiziki kuvvetleri ve duygusal gerilimleri vurgularken, Mikhail Karikis ve Uriel Orlow’un terkedilmiş bir kömür madeninde kaydettikleri video çalışmasında, toprağın altındaki sesler, geri çağırdıkları anılarla beraber yüzeye çıkıyor ve izleyiciyi yer altı dünyasına adım atmaya davet ediyor.

Ryan Gander’in yerleştirmesi, Piet Mondrian ile Theo Van Doesburg arasında dik açılar üzerine yaşanan tarihi bir ihtilafı mekansal bir mücadeleye tercüme ediyor. Hepsi ayrı yerlerden fırlatılmış gibi görünen yüzlerce siyah ok, sergi mekanını bir savaş alanına dönüştürüyor. Yolların ve yönlerin çeşitliliğine bir övgü niteliğindeki bu çalışma, gerçek ile kurgunun çarpıştığı bir sahne sunarken, aslında mutlaklığın ve dikeyliğin otoritesinden başka hiçbir şeyin düşmekte olmadığı bir alan yaratıyor.

DÜŞÜŞ İLE ÇÖKÜŞ ARASINDAKİ AKRABALIKLAR

Sergide ayrıca Bas Jan Ader’in sanat tarihinde etkili olmuş “Düşüş” temalı serisinden üç adet 16 mm film de gösterilecek. Ader, doğrudanlıkla şiirselliğin kesişiminde yer alan bu filmlerde kendini yer çekimine teslim olup düşen bir figür olarak sunuyor. Ader’in filmlerinde kendi isteğiyle tekrarladığı ve asla aynı şekilde gerçekleşmeyen düşme jesti bir sonuca da ulaşmıyor. Ses gibi maddi olmayan olgularla çalışan Void ikilisi ise İstanbul’dan seçtikleri çeşitli yüzeylerin kalıbını çıkarıyor ve bu kalıpları ses çıkaran nesnelere dönüştürüyorlar. İkili, izleyiciyi kentteki saklı anılara ve izlere kulak vermeye davet ediyor.

Cyprien Gaillard’ın “Pruitt Igoe Düşüyor” adlı video yerleştirmesi ve Anne Wenzel’in “Sessiz Manzara” adlı yerleştirmesi düşüş ile çöküş arasındaki akrabalığa işaret ederken “yücelik” sorunsalını da gözler önüne seriyor. Wenzel’in bir duvar resmi, su dolu bir tank ve seramik heykelleri bir araya getiren yerleştirmesinde izleyici, adı konmamış bir felaketin ya da ondan geriye kalanların rahatsız edici ve karanlık güzelliğiyle karşılaşıyor. Gaillard’ın bir bina yıkılırken çıkan yoğun toz dumanının sessiz karelerini Niyagara Şelalesi’nin köpükleriyle arka arkaya getirdiği videosu, 18. ve özellikle 19. yüzyılda rağbet gören yıkıntı estetiğini günümüzde gösteriye duyulan iştahla iç içe geçirerek yeniden canlandırıyor.

BAŞI SONU OLMAYAN BİR GÜZERGAH

Sergiye, Selen Ansen’in kavramsal çerçevesinin yanında Sanat Tarihçisi Barış Acar ve Yazar Emre Ayvaz’ın kaleme aldığı metinleri içeren iki dilli bir yayın da eşlik edecek. Küratör Selen Ansen sergiyi başı sonu olmayan, birçok yöne açılan bir güzergah olarak kurguladığını söylüyor ve şöyle devam ediyor: “Rönesans’tan 20. yüzyıl avangardlarına, sanat tarihine kabaca baktığımızda gerek temsil edilen konular (kahramanlık hikayeleri, göğe yükseliş temaları, ahlaki düşüşler, tarihsel çöküşler) gerekse güzelliği yüceltme üzerine kurulu sanat anlayışı, ‘dikey’ bir bakışı destekliyor gibidir. Yüksek olan kabul görür ve yücelik/yüceltme desteklenirken, düşüş gibi hareketler genellikle ahlaken olumsuz olarak betimlenir. ‘Her Düşenin Kanadı Yoktur’ sergisi bu anlayışın tersine, düşüşün arzulandığı ve icra edildiği, pek çok çağrışıma olanak tanıyan bir zemin sunuyor. Birden fazla hattı ve yönü buluşturan eserlerle ilk önce dikeyliğin tarihsel otoritesini sorgulamayı amaçlıyor. Bununla beraber, yüzeyi ön plana taşıyor ve düşecek buradan başka bir yerin olmadığı durumda düşüşün nasıl bir deneyim alanı açtığını mercek altına alıyor.” (KÜLTÜR SERVİSİ)

ÖNCEKİ HABER

Haydarpaşa’dan kitaplara yolculuk başlıyor

SONRAKİ HABER

Osman Şahin’den MOR Cepken’den çıkan öyküler

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...