24 Mayıs 2016 00:50

Mehmet Özer: Başkasının acısına baktığınız kadar insansınız

Fotoğrafçı Mehmet Özer: Ben bir fotoğrafçıyım, hayata tanık birisiyim. Bunca öykü ve acı biriktikten sonra onlar için söz söylememek doğru olmazdı.

Paylaş

Birkan BULUT
Ankara

Bilinmeyenin verdiği kahır, hiçbir acıyla kıyaslanamıyor. Cumartesi Anneleri yıllardır haber alamadıkları kayıplarının mezarlarını arıyorlar. Berfo Ana gibi bazıları için bitmek bilmeyen bu arayış, kimilerinde derin izler bırakıyor. “Bir anne çocuğunu en son beyaz bir Toros’ta gördüğü için yıllardır taksiye binemiyor” diyen Fotoğrafçı, Şair Mehmet Özer, yaşamı boyunca tanık olduğu hayatları bir çalışmada topladı. “Gözaltında Kayıplar” isimli belgesel fotoğraf çalışmasını konuştuğumuz Mehmet Özer,  “Ne kadar çok başkalarının acılarına bakıyorsanız, o kadar insansınız” diyor.

Gözaltında kaybetmek, faili meçhuller, evlatlarının kemiklerini arayan anneler... Yıllardır süren tanıklığınız bu çalışmanızda toplanmış. Öncelikle bu çalışma nasıl ortaya çıktı?
Yaklaşık 20 yıldır gözaltında kaybetmeye tanık olan birisiyim. Ülkemizde gözaltında kaybetmek yüzyılı aşkın zamandır bir devlet politikası. Ancak biz devletin insanları kaybettiği gerçekliğini 1995 yılında Hasan Ocak’ın, Rıdvan Karakoçak’ın ve Ayşenur Şimşek’in kaybedilmesiyle tanık olduk. Kaybederek öncelikle devrimci önderleri ortadan kaldırmak ve geride kalanlara gözdağı vermek sistemli bir politika. Bizim ülkemizde 1915’li yıllarda açığa çıkıyor aslında. Her ne kadar ’86 yıllarındaki konseptte kayıplar fazla olmasına rağmen öncelikle Ermeni aydınlarının gözaltına alınıp bir daha haber alınamadığı  olaylarla başlıyor bu işler ve ancak 100 yıl sonra gözaltında öldürüldüklerini öğrenebiliyoruz. 1980’li yıllarda da kayıplar var ancak en yoğun dönem Tansu Çiller dönemidir. Önceleri her ne kadar inkar edilse de Hasan Ocak kimsesizler mezarlığında bulunduğunda devlet bunu kabul etmek zorunda kaldı. Devlet Kürt illerinde çocuklardan, kadınlardan, her yaştan, her siyasi düşünceden kendisine tehlike olarak gördüğü herkesi gözaltında kaybederek adeta kayıplar cumhuriyeti kurmuştu. Hasan Ocak’la başlayan bu mücadele giderek diğer kayıpların da aranmasına vesile oldu. O dönemden beri bu mücadeleye tanığım ve bununla ilgili bilgilerimi, fotoğraflarımı biriktirdim. Çünkü dünyada her kaybın ve acının bir karşılığı vardır. Siz çocuğunu kaybettiğinizde bir nedeni ve mezarı vardır. Oysa kaybedilmiş çocukların anneleri babalarının gidecekleri bir mezarı yoktur. Onlar için her yer bir yas evidir. Her taşın arkası, mahzen, çukur evlatlarının kaybedildiği bir yerdir. Bitmeyen bir yas gibidir annelerin çektiği acı. Öyle ki; bazen kayıp haberleri gelir, belli yerlerde aramalar yapılır. Düşünün; iki anne gidiyor ve ikisi de çocuğunun bulunmasını istiyor. Kayıp kemikleri bulunsun ve bir mezarı olsun. Ona gitsin, su döksün, çiçek diksin, dualar etsin... Sonuçta kemikler çıkar ve bir anneye ait olduğu öğrenilir. Evladının kemiklerini bulan anne der ki; “Benim matem yerim bellidir.” Kemikleri bulunamayan anne ise buna sevinir. Der ki; “Benim çocuklarımın kemikleri değil, hâlâ yaşıyor olabilir.” Bu kuşaktan kuşağa devrediliyor. Kaybedilenlerin eşleri, onların çocukları ve torunları da Diyarbakır’da, Cizre’de, Yüksekova’da kayıplarını aramaya devam ediyorlar.
Ben bir fotoğrafçıyım, hayata tanık birisiyim. Bunca öykü ve acı biriktikten sonra onlar için söz söylememek doğru olmazdı. AFSAD’da kurduğumuz bir fotoğraf atölyemiz var bizim: Toplumcu gerçekçilik atölyesi. 2013-2015 projemiz olarak da gözaltında kaybedilmeye karşı mücadeleyi sürdüren annelerle birlikte bir proje yapmak, fotoğrafın dilinden kaybedilmeyi yeniden görünür hale getirmek amacındaydık. Diyarbakır ve İstanbul merkezli olmak üzere çalışmaya başladık. Çalışma 2 yıl sürdü ve sonucunu kamuoyuna ifade etmek için kitabımızla yüzleştik.

İLK KAYIPLAR İTTİHAT TERAKKİ’NİN ESERİ

Çalışmanız aynı zamanda gözaltında kaybetmenin tarihsel verilerine de yer veriyor. Latin Amerika’da  Plaza de Mayo anneleri, Osmanlı’da kaybedilen Ermeni aydınları... Dünyada ve coğrafyamızda gözaltında kaybetmek nasıl ortaya çıkıyor?
Latin Amerika kayıpları kitlesel kayıplar olduğu için dünya gündemine oturdu.  Dünya gündemine Arjantin’de Beyaz Başörtülü Anneler (Plaza de Mayo) kayıplar gerçeğini bütün dünyaya duyurdu. Dolayısıyla gözaltında kaybetmelerin Latin Amerika’dan dünyaya yayıldığını sanıyoruz. Bu eksik bilgidir. Aslında en yaygın Naziler tarafından Kristal Gece’de bu başlamıştır. Ama Arjantin’de, Şili’de 50 binden fazla insan diktatörlük dönemlerinde kaybedilmişlerdir. Bizim ülkemizde ise 1915’te başlayan bir serüvendir. Özellikle 1916’dan hemen önce İttihat Terakki bir şeye karar verir. Birincisi kültürel olarak Ermeni halkını ortadan kaldırmak, ikincisi politik olarak Ermeni halkının önderlerini ortadan kaldırmak, üçüncüsü ise Ermeni halkını ortadan kaldırmaktır. Politik olarak Ermeni halkının önderlerini ortadan kaldırmak Paramaz ve yoldaşlarını idamla başlıyor. İttihat ve Terakki’nin zulmüne karşı direnişi örgütleyecek olan Ermeni halkının devrimci evlatlarıdır ve bunları ortadan kaldırıp önce politik bir darbe vurur İttihat Terakki. İkinci önemli darbesi de kültürel soykırımdır. Ermenilerin bilim, sanat, edebiyat insanları, gazetecileri gibi kanaat önderlerini de ortadan kaldırılarak tarihle bağları kopartılıyor. İstanbul’dan 270’e yakın Ermeni aydını Ankara’ya, Çankırı’ya sürgüne gönderildi. 200’e yakını öldürüldü. Üçüncü büyük dalga geldi ve bütün halk çöllere sürüldü, saldırıya uğradı, tecavüze uğradı ve satıldılar. 1915’te başlayan kaybetmek, bir daha haber alamamak onların yakınlarının da geleceksiz düşler kurmasını sağlıyor. Bu sistemli bir saldırı haline gelmiştir. Örneğin; Sabahattin Ali de bir faili meçhuldür ve kaybedilmiş bir devrimci aydın, yazardır. Ermeni halkının çektiği acıları da, Kürt halkının ödediği bedelleri de görüyoruz.

‘EN KARANLIK DÖNEMDE BİLE SESİNİ YÜKSELTENLER VAR’

Bugünde aynı zulüm sürüyor. Davutoğlu beyaz Torosların ‘90larda kaldığını iddia etmişti ama bölgede vahşet bodrumlarını biliyoruz. Yıkılan kentler ve öldürülen sivilleri gördüğümüz 2016 yılında, kaybedilenler ve geride kalanlar ne durumda?
Geçmişte savaş uzakta bir yerdeydi. Siz sevgilinizi, oğlunuzu ve eşinizi savaşa gönderir ve bir gün dönmesini beklersiniz. Ancak bugün savaş evimize kadar geldi. Yandaki binayı bombalayarak, bodrumda insanları öldürerek savaş hukukunu bile çiğneyen bir vahşeti benimsediler. Sur’da, Cizre’de, Silopi’de insanların nasıl öldürüldüklerini bilmiyoruz ve onları yaşamamış gibi gömdüler. Bu şunu gösteriyor; Devletin kirli savaş politikaları yaşam hakkını tanımayan, sınır tanımayan bir şiddetle sürüyor. Ancak bütün karanlık dönemlerde bile giderek sesini yükselten ve daha sonra güç haline gelen insanlar vardır. Bunlardan biri de Cumartesi Anneleri’dir. Arjantin’in Plaza de Mayo, Perşembe’nin Delileri, bizim de Cumartesi Annelerimiz vardır. Cumartesi Anneleri bu ülkenin gerçekten yüz akı ve onurlu anneleridir. Sadece kendi kayıplarını değil, başkalarının kayıplarını da kendi evlatları sayıp aramaya başladılar. Yaklaşık 21 yıldır İstanbul’da, her cumartesi bunu yapıyorlar. Ne kadar çok başkalarının acılarına bakıyorsanız, o kadar insansınız. Ya da şöyle diyebiliriz; Siz başkaları için yaşamayı göze aldığınızda gerçekte sizin yaşam öykünüz başlar. Cumartesi Anneleri başka evlatları için yaşamayı göze alıyorlar ve onların öyküsü başlıyor.

ÖNCEKİ HABER

'Halk iradesini gaz bombalarıyla bastırmaya çalışıyorlar'

SONRAKİ HABER

Venezuela’nın önündeki iki yol

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...