01 Mayıs 2016 04:46

Gölgeli ağaç ve avludaki insanlar

Faruk Ayyıldız, ablukanın devam ettiği Sülüklü Han'ı ve Dicle Fırat Kültür Merkezi'nde çocuklarının cenazesi için bekleyen aileleri yazdı.

Paylaş

Faruk AYYILDIZ

Bir han. Adı Sülüklü. Hemen Suriçi’nin Eski Yoğurt Pazarı’ndan Demirciler Çarşısı Sokağı’na dönünce. Eski zamanlarda yapılmış. Gerçekten çok eskilerde. Hatta bir zamanlar üç katlıymış, her katında da 18 odası bulunuyormuş ama günümüze sadece tek kat olarak gelebilmiş. “Keşke üç katlı devam edebilseymiş” iç geçirmeleri arasında bu halini de güzel bulmak önemli. 17. yüzyıldan kalma bu han sonra viraneye dönmüş. Aradan uzun yıllar geçmiş. Han, “yıkılacak mı?” tartışmaları arasında tekrar restore edilmiş. Kentin turistik mekanlarından birisi. Ha, turistik dediysem aşırı göz önünde olan, her tarafından selfie çubuklarının fırladığı, büyük kalabalıklar olan, çok gürültülü, göz önündeki turistik mekanlardan değil, az farkı var; biraz sakinlik, iyi müzikler, demirciler çarşısından gelen ve ilginçtir insanı hiç rahatsız etmeyen o ses ve avlunun ortasındaki kocaman, güzel ağaç. Güzel dediysem, öylesine değil. Kentten ayrıldığınız zaman gölgesini bile özlettiren bir ağaç. Hele ki yaz aylarında. Zaten Sülüklü Han’ı en çok yaz aylarında sevmiştim. Diyarbakır’ın yaz sıcağında gazetemiz Evrensel’in dağıtımının ardından en sık uğramaya çalıştığım mekanlardan birisiydi. Önce “harareti alır” efsanesine inançla bir bardak kaçak çay, ardından serinleme niyetine bir bardak gül şerbeti. Misafirler gelirdi, onları da götürürdük. Memleketimiz çok güzel, görsünler. Soğuk bir kış akşamı misafirimiz olan Karadenizli Çağdaş’ın Sülüklü Han’da yakılan ateş başında tulum çalmasını nasıl unutabilirim mesela? Aradan zaman geçti. Sur kuşatma altına alındı ve kapatıldı. Ne demirciler çarşısının sesi, ne Sülüklü Han kaldı. Abluka hepsini kapsıyordu ve 3 aydan fazla sürdü. Surlu bir esnaf amcanın söylediği üzere; “Çok genç öldü. Mahallenin gençleri.” Gençlerin birçoğundan geriye Sur sokaklarında, evlerinin önünde çektirdikleri tebessüm dolu fotoğraflar kaldı.

O abluka sırasında Sülüklü Han, özel harekatçıların karargahı olarak kullanıldı. Diyarbakırlı yazar Şeyhmus Diken bu durumu, “Hanın yüz yıl evvelki tarihine baktığımızda 1. Dünya Savaşı yıllarında süvari birlikleri de yükleri hayvanlarıyla birlikte hanı ‘işgal edip’ kullanmışlar” anımsatması ile tarif ediyor. Üç aylık işgal hali, Sülüklü Han’a yeterince zarar vermiş. Han’ın giriş kapısının sağ yanından birkaç basamakla inilen Haoma Kitabevi, darmadağın olmuş, kitaplar parçalanmış. Hoş, insanlık tarihi alışkın kitap yakılmasına, parçalanmasına. Hindistan’daki Nalanda Üniversitesi’nin talanı ve kitapların ateşe verilmesini ya da Nazilerin Varşova’daki 14 kütüphaneyi ve binlerce kitabı yok etmesini hatırlayalım. Yetmedi mi? Yakın tarihe gidiyoruz; IŞİD, “işgal” ettiği bölgelerdeki kütüphaneleri, kitapları paramparça etti. Barbarlık, kütüphane parçalamakla yetinmemiş! Mekanda bulunan güzel de bir piyano var. O piyanonun içerisine de yağ dökmüşler, kullanılamaz hale getirmişler. Han’ın civarına ırkçı duvar yazıları yazılırken, Han’ın içerisine de Türk bayrakları asılmış; sanki imza olmadan anlaşılmıyormuş gibi...

Abluka kısmen kalktıktan sonra Sülüklü Han tekrar açıldı. Etrafı temizlemek tam bir hafta sürmüş. Ardından han, ilk bir hafta boyunca sadece çay veriyor gelenlere ve ücret almıyor. Geçtiğimiz hafta gittiğimde ise mekan daha “normal”i yakalayabilmiş. “Normal” dediysem hâlâ yarısı abluka altında bulunan kentte; polis-zırhlı araç-TOMA görmeden birkaç saat oturabiliyorsunuz. Avludaki ağaca gelecek olursak; yaprakları biraz kurumuş ama gölgesi yaşıyor, tüm hafızayı da saklayarak. Rüzgar vurunca kıpırdanıyor, yaprakları düşüyor. Kentin havası hâlâ o kadar üzgün ve insanlar o kadar yaslı ki, Sülüklü Han’daki yaprakların kurumasını mevsimle ilgili bir şey olarak göremiyorsunuz; Sur’da yaşananlarla bütünleştiriyorsunuz zihninizde. Sur’da birkaç giriş sokağı dışında yasak neredeyse bütünüyle sürüyor. “Kamulaştırma” adı altında planlanan talanın ardından Sur’u da, gölgesinde huzur bulduğumuz o ağacı da kaybedebiliriz...

**
Sonraki durak Dicle Fırat Kültür Merkezi. Eski, tarihi bir yapı, Melikahmet Caddesi’nde bulunuyor. Sülüklü Han’a çok yakın. 2003 yılında açılan ve sanatsal faaliyetlere ev sahipliği yapan Dicle Fırat Kültür Merkezi, yas evine dönüşmüş. Çocukları Sur direnişinde yaşamını yitiren aileler, burada bekliyor. Avluda Sur’da yaşamını yitiren ve cenazeleri hâlâ alınamayan gençlerin fotoğrafları asılı: Rozerîn, Welat, Turgay... Avludaki masalarda oturan, mücadeleye inançlı ve bir o kadar üzgün insanlar. Otopsi sonuçlarından haber bekliyorlar. “Çocuklar ölmesin” sloganı burada yankısını yitirmiş artık. Bu aileler, çocuklarını kaybetmişler. Uzun zamandır da çocuklarının bir mezarı olabilsin diye uğraşıyorlar. Sur’dan taşınan molozlar arasından çıkan ölü bedenlere hüzünlü bir sevinme hali bile olabiliyor: “Bir gencin daha cenazesi bulundu.” Buradaki aileler, çocuklarının yaşamlarından umudu kesmişler, sadece cenaze istiyorlar. Diğer yandan çocuklarına ait cenazelerin, taşınan molozlar arasında kaybolup gitmesi fikri, yeterince korkunç geliyor, anlatıyorlar. Konuşma ilerlerken, telefon çalıyor: “4 gencin daha kimlik bilgileri tespit edildi.” Otopsi sonucu kimlikleri tespit edilen gençlerin aileleri, diğer masada oturuyor. Sesleniyorlar ve daha kalabalık masaya geliyor aileler. Ailelere, telefondan gelen bilgiler aktarılıyor. Kürdistan’da ölüm haberi vermek dünyanın kolay işlerinden birisi sanırım, Kürt yoksulu çok aşina. Masada ölüm soğukluğu olsa bile haberi alan ailelerde, görünürde üzüntü belirtisi çok az. “Ne yapalım, hastaneye mi gidelim?” sorularında çocuğuna kavuşacak aile özlemini görebiliyorsun; çocuk ölü ya da diri fark etmiyor. Sonra bir kadın ağlamaya başlıyor: “Abê hâlâ bizimkinden bir haber yok mu, bir şey demediler mi? Allah rızası için...” Herkes susuyor.

Yas, hüzün, suskunluk tek başına değil; öfke de var. Hâlâ kentin birçok noktasında arama noktaları, polis mevzileri, barikatları ve gitmek istediği yere ulaşabilmek için üç sokak arkadan yürümek zorunda kalan insanlar var. Hepsi öfkeli; ölen çocuk, biyolojik olarak onun değilse de memleketinin çocuğu. Polisler, Sur girişinde “tipini beğenmediği” insanları çağırıp, keyfi GBT yapıyor. Bir şey bulacağından değil, kent halkı bu durumu “onur kırmak için yapıyorlar” diye yorumluyor. Peki, insanlar ne yapıyor? Şu an sessizler ama polis noktalarının yakınından geçenlerin yüzünde oluşan nefret ve tiksinti ifadesi o suskunluğun altında yatan öfkeyi somut olarak gösteriyor.

ÖNCEKİ HABER

IŞİD’in füzeleri evladır, Kürt’ün komşuluğundan!

SONRAKİ HABER

14 kafa patrona tek kafa nakış işçisine!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...