29 Şubat 2016 01:12

Özgür Müftüoğlu: Başbakanlık genelgesiyle müdürler savcı başhekimler yargıç olacak

Özgür Müftüoğlu: Başbakanlık genelgesi ile kamu emekçisinin 'içeride' veya 'dışarıda' yaptığı bir faaliyet 'terör' kapsamına alınıyor, yargı bypass edilerek amirlere, kamu emekçilerine suçun isnat edilmesi ve cezalandırılması yetkisi veriliyor. (Fotoğraf: Erdost Yıldırım)

Paylaş

Serpil İLGÜN

Darbe dönemleriyle kıyaslanan, hatta “darbe döneminde bile böyle olmamıştı” diye nitelenen politikalara, uygulamalara, kanunlara her gün bir yenisi ekleniyor. Zincirin son halkası, 17 Şubat’ta Resmi Gazete’de yayınlanarak sessiz sedasız yürürlüğe giren “Milli Güvenliği Tehdit Eden Örgüt ve Yapılarla İrtibatlı Kamu Çalışanları Hakkında” 2016/4 No’lu Başbakanlık Genelgesi oldu.
Kamunun, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun değiştirilmesi de dahil olmak üzere, yeniden düzenlenmesinin son zamanlarda hızlanan adımları zaten söz konusuyken, bu genelge nereden çıktı? AKP genelge çıkararak kamu çalışanlarını işsizlikle tehdit etmeye neden gerek duydu? Genelgedeki “kamu emekçisinin içerde ve dışarıda yaptığı faaliyetler” ifadesi ne anlama geliyor? Sorun sadece kamu emekçilerinin sorunu mu? Genelge, AKP’nin işçi ve emekçilere dönük hızlandırdığı saldırı dalgasında nerede duruyor?
Yanıtlar için alanında uzman bir isimle, Marmara Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü Öğretim Üyesi Özgür Müftüoğlu ile konuştuk.  

Bize önce AKP Hükümetinin bunca gürültü patırtı içinde apar topar çıkardığı ‘Milli Güvenliği Tehdit Eden Örgüt ve Yapılarla İrtibatlı Kamu Çalışanları Hakkında Genelge’nin Türkçesini anlatmanızı rica edelim! Bu genelgede kamu çalışanlarına ne deniyor?
Aslında genelgenin tamamı garip bir belge. Çünkü diyor ki; “Türkiye Cumhuriyeti devletinin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü, milli güvenliğini ve kamu düzenini tehdit eden, devlet otoritesini zaafa uğratmayı amaçlayan, iç ve dış güvenliği bozmaya çalışan, vatandaşların temel hak ve hürriyetlerini yok etmeye yönelik eylem ve saldırılarda bulunan terör örgütleri veya legal görünüm altında illegal faaliyet yürütenler!” Bir kere bunlar zaten yasal olarak suç teşkil eden konular. Yani siz kamu çalışanı da olsanız, işletme sahibi de olsanız burada tanımlanan faaliyetlerde bulunmanız zaten bir suçtur. Ve bu suçu ortaya çıkaracak, suç olup olmadığı kararını verecek, suçsa da gereğini yapacak olan bir yargı var. Yani hukuk var. Durum böyleyken, bu yokmuş gibi amirlere, kamu emekçilerine suçun isnat edilmesi ve cezalandırılması yetkisi veriliyor.

DOSYA: Kamuda dönüşüm, reform mu tasfiye mi?


Yani yargılama ayağı ortadan kaldırılmış oluyor...
Tabii. Amir olarak diyorsunuz ki “senin bu suçu işlediğine ben kani oldum, o yüzden işine son veriyorum!” Bu bir cezadır. Ama böyle bir suçtan ceza verebilmeniz için bunun mutlaka bir hukuk/yargı sürecinden geçmesi lazım. Yayınlanan genelge -ki en önemli yanlarından biri de bu- “suçun” işyerinde işlenip işlenmemesine bakmıyor. Yani, bir kamu emekçisinin işyeri dışında (sokakta ya da herhangi bir yerde) yaptığı bir faaliyet “terör” kapsamına alınacak (bu da daha çok sosyal medyadan yapılan şikayetlerle yapılacak), amir de konuyla ilgili yargıda bulunup, kamu emekçisini cezalandıracak! İşin tuhaf yanı bunlar dediğim gibi zaten yasalarda var. Uygulandığını da zaten görüyoruz. Bunun için genelgeye ihtiyaç yok.

İlgili yasalar, düzenlemeler varsa AKP neden kamu emekçilerine yönelik böyle bir genelge çıkardı?
Burası önemli. Bu tür aklı zorlayan ifadelerle böyle bir genelge çıkarılmasının tek nedeni var; işsizlik tehdidiyle bir an önce aykırı sesleri kesmek! Yani muhalefetin acilen baskı altına alınması, engellenmesi anlamında bir baskı oluşturulmak isteniyor. Diğer yandan bu genelge ortada acil bir durum olduğunu gösteriyor.

Nasıl?
Çünkü bir yandan da bir savaş durumu söz konusu ve burada izledikleri politikaları savunmakta zorlanıyorlar. Fakat kamu emekçilerinin susturulması, sadece kamu emekçilerinin değil, bütün Türkiye toplumunun kaygı duyması gereken bir şey. Genelgenin neden kamu emekçilerini hedeflediğine gelince: Bakın, kamu emekçilerinin diğer emekçilerden en ayrıldığı nokta şudur; 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile tanınan iş güvenceleri vardır. Ama bunun da bir nedeni vardır. 657’de kamu emekçilerinin neden iş güvencesine sahip olduğu şöyle belirtilir: “Kamu emekçisi kamu hizmeti görür. Kamu hizmeti gördüğü için yurttaşlar arasında eşit davranmak zorundadır ve yaptığı işlemler devleti temsil eder.” Dolayısıyla bu yasa getirilirken şu düşünülmüş; siyasi iktidarlar gelip geçerler, her siyasi iktidar geldiği zaman devlet yapısını istediği gibi dönüştüremesin, kamuyu kendi yandaşlarıyla doldurmasın...

Yani memuru koruma refleksinden değil...
Değil. Siyasi iktidarlara karşı alınan bir önlem. Aksi takdirde her iktidara gelen parti kendi kadrolaşmasını yapacaktır... Yani devlet mekanizmasında aksamalar olmasın diye burada böyle bir kural konmuş. Kamu çalışanları bu nedenle kolayca işten çıkartılamıyordu. Ama şimdi bu güvence tamamen ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Devlet memurlarının siyasi partilere üye olamaması da memur, yaptığı iş nedeniyle siyasi iktidarla bağımlılık içine girmesin diyedir. Bu yolla kamu hizmetinin siyasi iktidara tamamen bağımlı olması engellenmek istenmiştir. Bürokratlar için de böyleydi ama AKP döneminde bunlar değişmeye başladı. Artık bürokratları daha rahat değiştirebiliyorlar. Çok partili sisteme geçilmesinden bu yana iktidardan birçok parti gelip geçmiştir ancak bu koruma duvarı nedeniyle hükümetler birçok şeyi istedikleri gibi değiştirip dönüştürememiştir. AKP’nin yapmak istediği, bunu aşarak devlette bütünüyle kadrolaşmak ve tüm kurumlarıyla birlikte dönüştürmek. Yani devleti kendisine bağımlı bir mekanizma haline getirerek Türkiye’yi parti devleti haline getirmek istemektedir.

Bunu nasıl yapacağına ilişkin genelgedeki en önemli gösterge de, sizin de işaret ettiğiniz, ‘legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten yapılar’ vurgusu mu?
Zaten bu ve bu benzer ifadelerle doldurulmuş genelgenin tamamı öyle absürd ki ileride herhalde hukuk fakültelerinde örnek verilecektir. Bir takım kavramları bir yerlere yapıştırmaya çalışmışlar ama açıkçası uydurmuşlar! Yani bir örgüt legalse, o örgüt zaten yasal demektir. “Legal görünümlü illegal” ne demektir?  Böyle bir şey olmaz. Ayrıca bir örgüt illegal işler yapıyorsa zaten o yargının işidir. Yargı gereğini yapar. Bir amir, örneğin okul müdürü, hastane başhekimi kendisini nasıl savcı yerine, hakim yerine koyarak böyle bir karar alabilir? Tamamen hukuksuz. Burada yargı bypass edilerek hükümetin beğendiği fikirlere sahip olmayanlar üzerinde terörist suçlaması yapılarak bir baskı oluşturulmaya çalışılıyor.

İŞ, AŞ İSTEYEN HERKES İÇİN BİR TEHDİT  
AKP, memuru nasıl konumlandırıyor?

Bunu Cumhurbaşkanı da, AKP temsilcileri de çeşitli vesilelerle ifade ettiler, devleti bir şirket, kendilerini patron, memuru da kendi işçileri olarak görüyorlar. Mesele de oradan kaynaklanıyor…

Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan, kafasındaki başkanlık sistemini anlattığı bir konuşmasında, ülkeyi ananonim şirket gibi yönetmek istediğini dile getirmişti…
Evet, onun için bazen şöyle çıkışlar yapıyor, patron gibi düşünerek, “Bunlar benim memurum. Parasını ben veriyorum, nasıl bana karşı çıkarlar” diyor. Burada ceberut bir patron edasıyla hareket edilirken, onları işsiz bırakmakla tehdit ediyor. İşsiz bıraktığı zaman onların yeni bir iş bulmalarının ve dolayısıyla yaşamlarının sürdürebilmelerinin ne kadar zor olacağını biliyor. Yani kapitalizmde hep olduğu gibi işsizlik tehdidini bir baskı aracı olarak kullanıyor.

Dolayısıyla memurlar propaganda edildiği gibi ‘dokunulmaz’ değil?
İktidar böyle propaganda ediyor ama “memurlar dokunulmaz” diye bir şey yok zaten. Manipülatif boş bir propaganda. İşte gördük, bir sürü polis, bir sürü asker, hakim, savcı bile atılabildi memurluktan. Bu örnekler memurun üzerinde bir zırh olmadığını gösteriyor. Ama bu genelgeyle, bununla da yetinilmediği gibi, her yönden eksik bulduğumuz, eleştirdiğimiz yargı sistemi tamamen yok sayılıyor.

Genelgenin, kamu emekçileri üzerinden sendikalarını da baskı altına alarak ‘sessizleştirmeyi’ hedeflediği değerlendirmesine katılır mısınız?
Tabii, sendikal faaliyetlerin engellenmesi de söz konusu. Beğenmediği sendikaları bu şekilde susturmak isteyebilir siyasal iktidar. Ama sorun şu; sendikalar susturulduğunda, nasıl bir demokrasi olacak? Farklı sesler susturulduğunda siyasi iktidarı destekleyen insanların da hayatları daha mutlu olmayacak ki. Bugün işçilerin, emekçilerin yaşadığı sorunları iktidar yanlısı emekçiler de yaşıyor. İş güvencesinden barış talebine, bütün sorunu beraber, birlikte yaşıyoruz. Dile getirilen talepler “AKP karşıtı” olunduğu için dile getirilmiyor ki.

Gülen cephesinde genelgenin ‘Cemaat mensubu kamu çalışanlarını işten atmak için’ çıkarıldığına ilişkin yorumlar yapıldı. Böyle bir yanı olabilir mi?
Genelgenin “paralel yapıyı” temizlemek gibi bir yanı da vardır ama ben bunu ayırmanın, yani “şunlar için, bunlar için bunu getiriyor” demenin doğru olduğunu düşünmüyorum. Çünkü kamuoyunun kafasını karıştıran bir algı oluşturuluyor. Yani “paralel için yapıldıysa iyi o zaman” vs. Ama bu sadece Cemaat mensubuna değil, siyasi iktidar gibi düşünmeyen ya da iş, aş isteyen herkes için bir tehdit.  

Kamu emekçileri, ‘aykırı ses çıkarırsan işten atarım’ diyen bu genelgeden sonra hak talebinde bulunmak için kırk kere düşünür hale mi gelecek?
Tablo zaten öyle. Güvencesiz bir çalışma ortamı ortaya çıktıkça sendikal örgütlenmeler zayıfladı. Ama her şeye rağmen kamu emekçilerinin toplumsal sorunlara karşı daha duyarlı, daha fazla sesini çıkardığını görüyoruz. Bu da büyük ölçüde sahip oldukları iş güvencesinden kaynaklanıyor. Bunu ortadan kaldırdığınız zaman -ki gereken mücadele verilemezse kısa zamanda ortadan kalkacak- kimsenin ses çıkaramadığı, tek sesli, otoriter, totaliter bir rejimde yaşayacağız. Bu tür rejimlerin ülkeleri ne hale getirdiğini Mısır’da, Irak’ta, Suriye’de, Tunus’ta görüyoruz. O nedenle ben Türkiye halklarının, hangi görüşü savunuyor olurlarsa olsunlar bu noktadan bakarak durumu değerlendirmeleri gerektiğini düşünüyorum. Çünkü siz farklı sesleri susturarak, baskı altına alarak barış içinde huzurlu, mutlu yaşayamazsınız. Ekonomik olarak da, toplumsal olarak da gelişme sağlayamazsınız.

KAMU EMEKÇİLERİ SİYASAL İKTİDARA BAĞIMLI HALE GETİRİLECEK
Kamudaki dönüşüme ilişkin kimisi yasallaşmış, kimisi yasallaşmayı henüz başaramamış birçok girişim var. 657 sayılı yasa da onlardan biri. Genelge bu girişimlerin neresinde duruyor?

Aslında 657’yi de bu genelgenden amaçlandığı gibi kamu emekçilerini kendilerinin memurları yapacak biçimde değiştirmek istiyorlar. AKP Hükümetinin iktidarını devam ettirmek için yaptığı tek şey bu değil tabi. Türkiye’de artık hiçbir şekilde güvenceli bir çalışma alanı kalsın istenmiyor. Çok uzun zamandır özel sermayenin de, AB, DB, Dünya Ticaret Örgütü, OECD gibi kapitalizmin uluslararası kurumlarının da Türkiye’den talebi bu. Çalışma yaşamı tamamen esnekleştirilsin isteniyor. Devletin piyasalaşmasıyla bağlı olarak kamuda çalışma da buna dahil. Böylece hem bir taraftan kapitalizmin uyum programına, neoliberal politikalara uygun olmuş oluyor ama aynı zamanda da karşısında muhalefet istemeyen, herkesin kendisine biat etmesini isteyen AKP’nin isteği yerine gelmiş oluyor. Dolayısıyla AKP, ikisini birlikte hayata geçirmeye çalışıyor. 657 sayılı yasanın değiştirilerek iş güvencesinin kalkmasıyla ücretler düşürülerek, daha az kamu emekçisine daha çok iş yaptırılarak emek maliyeti düşürülecek. Ama aynı zamanda da kamu hizmeti yapan kamu emekçileri, tamamen siyasi iktidara bağlı/bağımlı hale getirilecek.

NE YAPILACAKSA BİRLİKTE YAPILACAK
İşçi ve emekçiler cephesinde kıdem tazminatından sendikalaşmaya, ek zam taleplerinden istihdam bürolarına karşı bir mücadele söz konusuysa da etki yaratmada sıkıntılar var. Örneğin üzerine konuştuğumuz genelge son dönemin en ciddi saldırılarından biri olduğu halde tepkiler sınırlı. Sorunun kaynağında ne var ve bu nasıl aşılır?

Temel sorunlardan biri, işçi ve emekçilerin çok önemli bir kısmının, şu anda yaşananların daha sonra kendi yaşamlarında nasıl sonuçlar ortaya çıkaracağı konusunda yeterli bilgiye sahip olmaması. Çünkü toplumun gerçekleri öğrenmesi önemli ölçüde engellenmiş durumda. Sendikaların, meslek kuruluşlarının, siyasi partilerin yani demokrasiyi savunan bütün kurumların her şeyden önce tüm olanaklarıyla toplumu doğru bilgilendirme üzerine çaba harcaması lazım. Hükümetin baskısına direnen basın yayın organlarından daha fazla yararlanma gibi birkaç yöntemle duvarları aşmak gerek. Sendikaların işyerlerinde bu durumu sonuçlarıyla birlikte çok iyi anlatması lazım. Çok önemli olan bir diğer husus da örgütlü hareket etmek. Çünkü bireysel olarak bir şey yapabilmek çok mümkün değil, ne yapılacaksa birlikte yapılacak. Bir de tabii, sadece çalışma yaşamına ilişkin değil, barış ve demokrasi için de, en geniş tabanda birlikte hareket etmek lazım.

Belirttiğiniz gibi kamu çalışanlarını biraz dışında tutulabilir ama genel olarak eylem ve direnişlerde daha çok ekonomik talepler öne çıkıyor. Siyasal talepler, demokrasi, barış vurgusu oldukça zayıf. Oysa tek başına bu genelge bile, mücadelenin siyasal talepleri de içermesinin elzem olduğunun göstergelerinden biri. Neden içermediği konusunda sizin tespitiniz ne?
Dediğiniz gibi, kamu emekçilerinin mücadelesi daha çok kamu çalışanlarının iş güvencesi ekonomik, sosyal haklarının korunması gibi talepler üzerinden yürütüldü. Kamunun ve kamu personel rejiminin dönüşümünün kamu hizmetinin alıcısı olan topluma yansımaları çok fazla dile getirilmedi. Örneğin genelge üzerinden konuşursak, siyasi iktidarların kamu hizmetleri ve bütün kamusal alanı daha fazla kontrol altına alacak bir kadrolaşma üzerinden hareket etmesi sadece öğretmeni, hemşireyi, doktoru tehdit etmiyor. Kamu emekçilerinin siyasi iktidarın memuru haline gelmesi o hizmetleri alanları da etkiliyor. Her şeyden önce kamu hizmetinin sunumunun tarafsızlığı tamamen ortadan kalkıyor. Kamu kurumlarının iktidar partisinin neredeyse bir organı haline gelmesi toplumun tamamen bölünmesi anlamını taşıyacaktır. Bunu aşmanın yolu ifade özgürlüğü, demokrasi, barış taleplerine çok fazla dikkat çekilmesidir. Yaşanılası bir ülke için ekonomik ve sosyal taleplerle barış, demokrasi talepleriyle birleştirilerek bir mücadele yürütmek tek çıkar yol diye düşünüyorum.

TOPLUMUN HABERİ BİLE OLMAYAN İŞLER İÇİN ‘KAMU YARARI’ DİYORLAR

Genelgeye getirilen eleştirilerden biri de kamu, kamusal alan kavramlarını ters yüz etmesi. Önce hatırlatır mısınız nedir kamu ve kamusal alan?
Kamu en genel anlamıyla toplumdur. Kamusal alan toplumun içinde bulunduğu alandır. Siz toplumu aradan çıkartarak bir kamu tanımlayamazsınız. Bir kasabada baraj yapacaksınız örneğin. O barajdan herkes olumsuz etkilenecek ama siz kamu yararı diyeceksiniz. 

Şu günlerde Cerattepe’de yaşandığı gibi...
Evet. Bunun neresi kamu yararı? Orada yaşayan insanların yararına değil. Orada yaşayan insanlar da bunu istemiyorlar. O zaman nasıl bir kamu yararı olacak? İnsan olmadan, toplum olmadan bir kamu tarif ediliyor. Kamu güvenliği deniyor mesela. Kimin güvenliği? Bakıyorsunuz toplumun güvenlik diye bir talebi yok ama kamu güvenliği adına bir sürü yasa çıkartılıyor, bir sürü başka fiili işlem yapılıyor. Dolayısıyla topluma sormadan, toplum ne diyor buna bakmadan, “ne diyor”u bırakın, haberi bile olmadığı işler için nasıl kamu yararı dersiniz? Buna kamu yani toplum karar verir. Ama toplumun doğru bilgilendirilmesi de çok önemlidir. Toplum tek kaynaktan dayatılan bilgilerle değil, haber alma hakkını kullanabilecek, bilgi kaynakları açık olacak. Gerçekleri görebilecek ki kamunun kararı doğru yönde oluşsun. Cizre’de, Sur’da her yer yakılıp yıkıldı ama “bunu kamu güvenliği için yaptık” diyorsunuz. Binlerce insan oradan gitmek zorunda kaldı, onlara sordular mı mesela? Bu yaklaşım onların yararına mıydı gerçekten? Çatışma, operasyon dışında başka yoldan çözülemez miydi sorunlar?

Dolayısıyla kamu, kamu güvenliği, kamusal alan kavramları daha çok iktidarla özdeşleştiriliyor...
Evet, kamuyu devletle özdeşleştiriyorlar ve devlet aygıtını elinde bulunduranların yararı, güvenliği kamunun yararı, güvenliği şeklinde getiriliyor. Oysa devlet mekanizmasını elinde bulunduranların tanımladığı çıkarlarla, toplumun çıkarları aynı olmayabilir, bunun olabilmesi için zaten bütün demokratik kuralların tam anlamıyla işliyor olması lazım. Ancak o zaman kamunun yararından, güvenliğinden söz edebilirsiniz. Ama demokrasi dediğimiz sandık değildir sadece, örgütlenme özgürlüğüdür, ifade özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, haber alma özgürlüğüdür. Bunların her biri sağlanır, ondan sonra orada oluşmuş olan kararı kamu üzerinden kamu yararı ya da kamu güvenliği şeklinde tanımlayabilirsiniz. 

İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ SUÇ OLURSA SİZ NASIL O TOPLUMU İLERLETEBİLECEKSİNİZ?

İçerde ve dışarıda savaş durumu baskın hale geldikçe AKP, ‘legal görünümlü illegal yapılar’ nitelemesi kadar, ‘terör’, ‘terörist’ kavramlarını da daha fazla kullanıyor. Genelgede de kamu çalışanlarına getirilen ‘sınırlar’ bu iki kavram üzerinden çizilmiş.  Akademisyen Barış Ünlü’nün sınavda sorduğu soruda ‘terör örgütü propagandası yaptığı’ iddiasıyla yargılanması, telefonla katıldığı show programında barış istediği için başına gelmeyen kalmayan Ayşe Öğretmen ya da yine barış çağrısı yapılan bildiriye imza attıkları için sizin de aralarında olduğunuz akademisyenler hakkında başlatılan soruşturmalar, genelgenin nasıl işletileceğine ilişkin fikir bir veriyor sanırız, ne dersiniz?
Doğru. Siyasi iktidarın yaptığı işleri eleştirdiğiniz zaman “terörist” veya “vatan haini” olarak itham edilebiliyorsunuz. Bu, demokrasinin en ilkel biçiminde dahi olabilecek bir şey değil. Yurttaşların siyasi iktidara karşı eleştiri hakkı olmazsa, onun politikalarına alternatif politikalar ortaya koymasına olanak tanınmazsa demokrasiden nasıl söz edilebilir? “Siyasal iktidarın yaptığı her şey doğrudur!” Bu mümkün olabilir mi? Tamam, onun düşüncesi ona doğru geliyor olabilir ama o düşüncenin yanlış yönleri, eksik yönleri de olabilir, alternatifler önerilebilir. Bunları ifade etmek suç olursa eğer, yani en temel haklardan biri olan ifade özgürlüğü suç olursa, siz nasıl o toplumu ilerletebileceksiniz? Siz işçilerin, emekçilerin, Kürtlerin, Alevilerin, kadınların üzerine baskı kurduğunuz zaman orada toplumsal barışı nasıl sağlayacaksınız? Mümkün değil bu. 

Malumunuz, sendika hakkı için direnen işçiler veya doğasını korumak isteyen çevreciler de ‘terör’, ‘terörizmle’ ilişkilendirilebiliyor. Toplumsal rıza böyle daha kolay üretildiği için mi her şeyin başına ‘terör’, ‘terör örgütü’ konuyor?
Tabii. Terör var mıdır, vardır. Ama bunun tanımlanması ancak demokratik platformda doğru yapılabilir. AKP’nin bir dönem kol kola iş yaptığı Cemaat, birden terör örgütü oluverdi biliyorsunuz. Yarın iktidar değişir ve örneğin TÜRGEV Vakfı da terör tanımlaması içinde değerlendirilebilir değil mi? AKP evet, sonsuza kadar Türkiye’de iktidarda kalmayı planlayan bir parti ama eğer bu olmazsa, bugün bu kanunları getirenler, yarın bu suçlamalarla karşı karşıya kalabilirler. Bu tür zorlama yaklaşımlar toplumu birbirinden kopartarak, uçlaştıran bir yere götürür ki bu da toplumsal barışı olanaksız kılar.

Zaten genelgede ihbar hattından da söz ediliyor. Yani jurnallemeye teşvik de var...
Evet. Toplum içinde bir ihbar mekanizması kurmak gerçekten çok tehlikeli. Üstelik hukuksuzluk bu kadar hakimken. Beğenmediğiniz, ayağını kaydırmak istediğiniz, kişisel husumet yaşadığınız birinin, muhbirlik yaparak işten atılmasını sağlanabilirsiniz. Ya da sadece Diyarbakır’da doğdu diye veya Alevi olduğu için veya LGBT birey olduğu için bir kişiye uyduruk bir suç isnat ederek işinden edebilirsiniz. Bunun hukukla bir bağlantısı olamaz. İnsanları muhbir hale getirerek, sonuçları son derece vahim olabilecek yaptırımı olan bir mekanizmayı kuramazsınız.

AYNI ANLAYIŞ YARIN AKP’Yİ DE VURUR 

Genelgedeki dikkat çekici maddelerden biri de ‘kamu imkan ve kaynaklarını bu örgüt ve yapıları desteklemeye yönelik kullanan veya kullandıranlar’ şeklindeki cümle. Bu tabii akla DBP’li belediyeleri getiriyor. Hali hazırda belediye başkanları zaten gözaltına alınıp, görevlerinden uzaklaştırılıyor. Genelge bu girişimlerin daha da yoğunlaşacağına mı işaret ediyor?
DBP’li yerel yönetimlerin bir şekilde etkisiz, işlevsiz hale getirmek istendiği anlaşılıyor, evet. Ama aynı temel sorun, aynı tehlikeli yön burada da geçerli. Çünkü hukuku, demokrasinin temel ilkelerini yok sayarak “ben bunu istemiyorum, değiştiriyorum” diyemezsiniz. Dediğiniz zaman da önünü alamazsınız. Bu daha geniş bir çerçeve içinde yarın CHP’li, MHP’li belediye için de yapılabilir. Yarın bir gün AKP’li belediyeler için de... Yani aynı anlayış yarın herkesi vurur. Özetle demokrasi, özgürlükler herkese bir gün gerekebilir.

ORTADA ERKLER KALMIYOR

Genelgelerle yönetme, ekonomik krizler ya da savaş, iç savaş gibi toplumsal çalkantıların olduğu dönemlerde siyasal iktidarların daha çok başvurduğu bir yöntem. Kamu emekçilerine yönelik bu genelge, ekonomideki olumsuz göstergelerden savaş haline, içinden geçtiğimiz günlerin ‘yönetilmesinin’ zorlaştığının bir göstergesi olarak da değerlendirilebilir mi?
Elbette. Yasalar yurttaşın yurttaşlarla ve tabii devletin de yurttaşlarla arasındaki ilişkiyi düzenler. Siz burada yurttaşı devlet karşısında belli ölçülerde koruyan düzenlemeleri bypass ediyorsunuz. Dolayısıyla burada yargı ve yasamanın bertaraf edildiği, sadece yürütmenin kendi istediği şekilde kural koyduğu ve kendi istediği şekilde uyguladığı bir yapıyı getiriyorsunuz. Yani erkler falan kalmıyor ortada. Tek bir erk kalıyor ki o durumda da demokrasiden söz edilemez. 

(Fotoğraf: Erdost YILDIRIM)

ÖNCEKİ HABER

Kafkaslarda bir ‘dağlar ülkesi’: Dağıstan

SONRAKİ HABER

Havuz medyası, ekoloji mücadelelerine gözdağı verme peşinde

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...