23 Şubat 2016 00:33

26 yıllık gönül yarası

Hayatına dair hatırladığı ilk sesin 4 yaşındayken, annesinin, ‘Yapmayın oğlumu nereye götürüyorsunuz’ haykırışları olduğunu, 1992 yılında Cizre’de yaşadıkları devlet terörünü anlatan E.Ç isimli okurumuz o günden bugüne yaşadıklarını gazetemize yazdı . E.Ç’nin yazdıkları Cizre halkının yıllardır yaşadıklarını gözler önüne seriyor.

Paylaş

E.Ç
Cizre

 
Geriye dönüp geçmişe ait ilk sesi hatırlamaya çalıştığımda, annemin çığlık seslerini duyuyorum. Dört yaşında varım ya da yokum. Bilmiyorum insan dört yaşına ait sesleri anımsayabilir mi?  ‘Yapmayın, oğlumu götürmeyin’ diye Kürtçe attığı naralar. Aradan 20 yıldan fazla bir zaman geçti. Cizre’ye dönüp annemi 15 gün sonra gördüğümde ondan duyduğum ilk ses, ‘Oğlum geldin mi? Tüm gençleri öldürdüler’ diyen haykırışları. İnsanın o anda düşündüğü tek şey; ‘Bundan sonra yaşayabilir miyim?’ oluyor. Benim de kafamdan geçen tek soru bu. Bundan sonra dünya Gülistan dahi olsa yaşayabilir miyim?
Köyümüz yakılmış, Cizre’nin yakın bir köyünden Cizre’ye taşınmıştık. Taşınmak zorunda kalmıştık. Abilerimin ikisi de ’90’larda Cizre serhıldanından etkilenip harekete gerilla olarak katıldılar. Küçüğü bir çatışmada yakalanıp 12 yıl mahpusta kaldı. Ve benim için asıl hikaye bundan sonra başladı. Çünkü o güne kadar anımsadığım şeyler belli belirsiz görüntüler ve seslerden ibaretti. Her sabah evimiz basılır, babama anneme yengeme ve işkenceye dayanabilecek herkese gözümüzün önünde işkence edilirdi. Hatta bu o kadar sistematik bir hale geldi ki özel harekatçılar her zamanki saatlerinde gelmese korkuyla bekler ‘Acaba bu sabah daha mı ağır şeyler yaşatacaklar?’ diye düşünürdük. Babam bu sürede tüm mal varlığını kaybetti çünkü abim hep uzak kentlerde yattı. Antep, Ceyhan, Adana gibi kentlerden bu yüzden nefret ederdim. Hâlâ ediyorum. Çünkü annemle babamın en ağır en sancılı günleri bu kentlere gidip gelmekle geçmişti. Her gittiklerinde ‘Acaba gelecekler mi?’ diye düşünürdük. Çünkü o zaman faili ‘meçhul’ olmamak şans işiydi. Neyse bu şans babamlara da yaradı.
Hiç unutmam, babamların Ceyhan’dan döndüğü bir gündü, paletli iki panzer bahçeye girip tüm evi baştan sona simetrik bir şekilde taradılar. Devlet babanın makineli silahlarıyla, sonradan ülkücü bıyığı olduğunu öğrendiğim, bıyıklı bir tip ‘Hadi gidelim bu p..lerin hiçbiri buradan sağ çıkamaz’ demiş, kahkahalarıyla birlikte salyaları da akmıştı. Ama ölmemiştik, çünkü bodrumumuz vardı ve o bodrum sayesinde sağ kalmayı başardık. O zamanlarda mahallenin en büyük bodrumu bizimdi. (Şimdi burada kimse bodrum lafını ağzına bile almıyor)
Sağ kalmıştık kalmasına da üzerinden 20 yıldan fazla zaman geçmesine rağmen ne o paletleri ne de o bıyıklıyı unutamadım. Hayatım boyunca en mutlu anımda bile bunu hatırladım, bırakmadı peşimi, ben nereye gitsem benimle geliyordu. Bodrumda  kaldığımız günlerde yediğimiz salçalı ekmekleri de tabii. Şimdi o günkü çocuklar ve onların çocuklarıyla yine aynı yerde aynı durum için bir bodrum katındayız. Bugün ne gördüm biliyor musunuz? Biz 16 kardeştik, bütün erkek kardeşler aynı odada uyuyorduk. O odanın ahşap kapısına iki kurşun saplanmıştı, evimizi onlarca defa tadilat ettirmemize rağmen, boya yapmamıza rağmen babam o delikleri asla kapattırmamış, vasiyet olarak kapatmamamızı söylerdi. Nedenini her sorduğumda da “Onlar bizim yaşamımızın canlı tanıklarıdır oğlum, unutmayın diye kapatmıyorum” derdi. Gerçekten de öyle oldu. Hiçbirimiz unutmadan, ona göre yaşadık.
Ne yapıyor olursak olalım, nerede yaşıyor olursak olalım onu bilerek yaşadık. Daha önce de bir yazı yazmıştım; ‘Asıl kötülük, asıl acı bugünkü çocukların da 26 yıl bunu unutamayacak olmasıydı.’ Sadece renkleri yeşil, sarı, kırmızı diye üstündeki kazağı çıkarılıp gözleri önünde yakılan çocuk bunu unutmayacak? Bu yüzden misal 26 yaşına geldiğinde sevgilisine değer verecekken bunu düşünecek! Ya da arkadaşlarıyla tiyatroya giderken bunu sorgulayacak! Şanslıysa eğer bunu hayatında üretim aracı yapacak, değilse yenilecek. Ama o günkü çocukların hiç biri yenilmedi, yenilmediği gibi kalbinden vurmak için faşizmle dövüştüler. Dağda, ovada, okulda, yaşamın olduğu her yerde dövüştüler. Biliyorum, adım gibi biliyorum bugünkü çocuklar da dövüşecekler.
Ne yani her şey bittiğinde “Ne güzel devletimiz vardı, bize asma bahçelerde oyun oynama şansı mı verdi diyecekler?” Hayır öyle olmayacak, öç almak için her şeyi yapacaklar. Maalesef yapacaklar.
Size buradan binlerce hikaye, evinde kalan, evini terk eden her birey için binlerce öykü yazabilirim. Ki yazılır da çünkü duyduklarımız yaşadıklarımızdan daha ağır. Burada şu an yaşanan durumu anlatmak için ne nefes yeter ne de okumak için yürek dayanır. Bildiğim tek bir şey var eğer devlet bizim kapımıza o iki deliği açmamış olsaydı ne bugün sadece Cizre’de ikiyüzden fazla cenaze ne de kopan kolları, bacakları ve yakılan yıkılan hayatları evleri konuşurduk. Devlet bilerek ve isteyerek kendi isyancısını yaratıyor.
Bugün 71. Gün. 71 gündür insanlar evlerine hapsedilmiş, evleri başına yıkılıyor. Kürt yoksulu evinde ölüme terkedilirken devlet bunu “Huzur” için yaptığını söylüyor. Bilmiyorduk, yeni öğrendik huzura kavuşmak için yüzlerce insanın ölmesi gerektiğini. Ben tarih öğretmeniyim ve tarih affetmez hiçbir şeyi. Tarihteki her şey kendinden önceki olayın sonucu, kendinden sonraki olayın sebebidir. Bunu devlet bilmiyor olamaz. Ve eğer bu biliniyorsa şu da bilinmelidir; bugün evleri başına yıkılan çocuklar yarın bunun hesabını sormak için canıyla kanıyla savaşacaktır...
‘Bizi unutmayın’

ÖNCEKİ HABER

Bakanın sözlerine tepki: Şirket ağaç kesmesin diye direniyoruz

SONRAKİ HABER

Hükümet patronlara 'Maçın ilk yarısı onların olsun, maçı siz kazanacaksınız' dedi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...