16 Şubat 2016 07:53

Akbal: Savaşı evlerimizin içine taşıyanlar, para vererek kendilerini aklayamazlar

Paylaş

Fatih POLAT
Diyarbakır

  
Batıdaki gazeteciler olarak, çatışmalı bölgelerde görev yapan meslektaşlarımızla dayanışmak için gerçekleştirdiğimiz ‘Haber Nöbeti’ kapsamındaki nöbetim sırasında, bölgede olup bitenlerin sermayenin gözünden nasıl algılandığını da anlamaya çalıştım. Güneydoğu Genç İşadamları Derneği (GÜNGİAD) Başkanı Hakan Akbal’a Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun 5 Şubat günü Mardin’de yaptığı konuşmadan da hareketle bölgedeki gelişmeleri sordum. Başbakanın ‘meydanlara coşku verme tarzı’ konuşmalardan vazgeçmesi gerektiğini belirten Akbal, “Savaşı evlerimizin içine taşıyanlar, çocuklarımızın bilinç altına onlarca yıl sürecek bir travma yerleştirenler, para vererek kendilerini aklayamazlar” dedi.

‘TAM BİR MUKTEDİR DİLİ’
Akbal’a ilk sorum şöyle; “Başbakan Ahmet Davutoğlu, Mardin’de 5 Şubat günü ‘Terörle Mücadele Eylem Planı’ adı altında yaptığı açıklamalarda ‘Tüm ekonomik kayıplar karşılanacak’ dedi ve çeşitli ekonomik vaatlerde de bulundu. Siz de, bu açıklamaya ilişkin yaptığınız açıklamada, ‘Yüzlerce işadamı iflas etti. Borcunu, alacağını bırakıp kaçıp gidenler oldu. Alacaklarını çeklerini tahsil edemeyen binlerce tacir var’ dediniz. Buradan başlasak. Çatışma sürecine yeniden dönüş sizleri nasıl etkiledi ve Başbakanın sözlerine ne diyorsunuz?”
Bölgede her açıdan büyük bir dram yaşandığını belirten Akbal, “Bu acıları yaşattıktan sonra ‘bunu telafi edeceğiz’ demek, tam bir muktedir dilidir. Bazen yaşanılanı telafi etmek mümkün olmaz. Bugün Diyarbakır’da yaşanılanları da telafisi etmek mümkün değil.” dedi.

‘SAVAŞI EVLERİMİZİN İÇİNE TAŞIDILAR’
GÜNGİAD Başkanı Hakan Akbal, Bölgede yaşanılanları, 5 yıldır ağır bir savaşın içinde olan Suriye’deki gelişmelerle kıyaslayarak devam etti: “Hangi taşı kaldırsanız altından dram çıkar. 35 uygarlığa ev sahipliği yapmış bu kentin, en ilkel dönemlerde dahi bu boyutta bir tahribat yaşadığını zannetmiyorum. Bölge lokalize edilmiş bir savaş yaşadı. Diyarbakır’da, Cizre’de yaşanılanlar ile Halep’te yaşanılan arasında büyük bir fark olduğunu sanmıyorum. Savaşı evlerimizin içine taşıyanlar, çocuklarımızın bilinç altına onlarca yıl sürecek bir travma yerleştirenler, para vererek kendilerini aklayamazlar. Bu yüzden ‘zararı telafi edeceğiz’ dilini çok sorunlu bulduk. Bu muktedir dil ve üslup bölgede yaşanılanların boyutunu küçültmeyi amaçlayan manipülatif bir yaklaşımdır.”

‘ÇÖZÜM SÜRECİ KİRLEDİLDİ’
Bu tablonun ortaya çıkmasının temel nedenini, Kürt meselesinin çözümünün zamana yayılmasıyla ilişkili gördüğünü ifade eden Akbal, bu görüşünü de şöyle açıyor: “Devletin veya hükümetin, meseleyi sürdürülebilir bir kriz olarak kontrol etme politikasının bir sonucu olarak da değerlendirilebilir. Daha da kısacası, çözüm sürecinin kirletilmesi bu krizi ortaya çıkardı. Biz defalarca uyardık. Bu konuda basın açıklaması yaptık. Ne olur bu süreci seçime kurban etmeyin dedik. Çözüm sürecini seçime kurban ederseniz, geri dönülmesi imkansız bir yola girileceğini söyledik. Ve ne yazık ki aynen böyle oldu. Çözüm süreci seçim meydanları dolduran kitlelerin öfkelerine malzeme yapıldı. Meydanların öfkesi kabartıldıkça, kabartıldı. Oysaki ‘akil insanlar’ vasıtasıyla, toplumun Kürt meselesine empati kurması için büyük çaba harcandı. Deyim yerindeyse kapı kapı dolaşıldı. Seçim meydanlarındaki öfkenin çoğaltılması, akil insanlar üzerinden alınan mesafeyi bir çırpıda tüketip attı. Oysa çözüme olabildiğince yaklaşmıştık, ancak kirli hesaplar çözümün önüne geçti.”

‘BAŞBAKAN MÜNAZARA ÖĞRENCİSİ RETORİĞİNDEN UZAKLAŞMALI’
Ardından sözü yeniden Davutoğlu’nun 5 Şubat’ta Mardin’de yaptığı açıklamaya getirerek soruyorum: “Davutoğlu’nun o açıklamasına dair olarak yaptığımız açıklamada, ‘Devlet bölgeye elini uzatıyor mu? Eğer uzatıyorsa bunu bize lütfen tane tane anlatacak biri çıksın ki, ne söylendiğini anlayabilelim’ dediniz. Bunu biraz açar mısınız?”
Şöyle yanıtlıyor: “Ne yapılmak isteniyor? Devletin planı nedir? Bunları çok açık bilmemiz gerekiyor. Ancak ne yazık ki bunu anlatacak bir üsluptan her geçen gün uzaklaşıyoruz. Başbakan hala seçim meydanlarındaki konuşmaların etkisinde. Bir defa, en kısa zamanda, meydanlara coşku verme tarzı konuşma biçiminden uzaklaşmamız gerekiyor. Başbakanın münazara öğrencisi retoriğinden uzaklaşması gerekiyor. Sayın Başbakan konuştuğunda öyle bir hamasete kaptırıyor ki kendini ne dediğini anlayamıyorsunuz. Ya da ince bir işçilikle konuşmasındaki cilalı sözleri, hamasetli cümleleri ayıklayıp konunun özünü yakalamanız gerekir. Ben Sayın Başbakana şunu öneririm, eğer mutlaka hamaset yapması gerekiyorsa, bize hamasetin ekinde açık, anlaşılır bir rapor ya da kitapçık gibi bir şey verilsin. Koca koca insanlarız. Fanatik taraftarlar da değiliz. Onun için stadyumu coşturan amigo tarzına hiç ihtiyacımız yok; çünkü canımız yanıyor. Sayın Başbakan ne söylüyorsa açık, anlaşılır ve sade bir üslupla söylerse memnun oluruz. En azından birbirimizi anlamış oluruz.”

İŞSİZLİK KATLANDI
Diyarbakır’da sağlıklı bir işgücü anketi yapıldığında işsizliğin en az yüzde 50 olduğunun görüleceği gerçeği GÜNGİAD’ın yine Başbakan’a yanıt olarak yaptığı açıklamaya da yansımıştı. Peki bu tablodan nasıl çıkılır?
Akbal’ın bu soruya yanıtı da şöyle: “Kalkınma Bakanlığının 2011 yılında yaptığı ve illerin gelişmişlik düzeyini gösteren bir çalışmaya göre Diyarbakır, gelişmişlikte 67’nci sırada. 1996 yılında DPT’nin yaptığı ankette 57’nci, 2003 yılında ise 63’üncü sıradaydık. Yani 1996-2011 arasındaki 15 sene içerisinde tam 10 basamak geriye düşmüşüz. Medeniyetler kenti Diyarbakır parça parça tüketiliyor. İşsizlik kontrol edilir olmaktan çıkmış. TÜİK’in 2013’de iller bazında yaptırdığı araştırmaya göre işsizlik yüzde 18,7’ydi. Bugün sadece Sur içinde binlerce işyeri kapandı. Diyarbakır İşkur kayıtlarına göre ilde, bu olaylar çıkmadan önce 58 bin işsiz vardı. Bugün bu rakam en az 100 bin kişiye ulaşmıştır. Kapatan, iflas eden, yıkılan, işten çıkartan işletmeleri dikkate aldığınızda işsizliğin boyutunu daha iyi anlarsınız. Bu düzeyde, hele gençler arasında daha da vahim bir işsizlik varsa, ayaklarımız altına mayın döşendiğini söyleyebiliriz. Bu tablo değişmez demek istemiyorum. Ancak, bu güne kadar, çatışmaların bu boyuta geldiğini hiç görmedim. Dolayısıyla böylesi bir ortamın geri dönüşü konusunda elimizde bir tecrübe de yok. Daha önce zaman zaman gündeme getirilen psikolojik kopma veya psikolojik ayrılmanın ne demek olduğunu fiilen öğrenmiş olduk. Bizim gibi Türkiye’nin bütünlüğü içerisinde çözüme samimi olarak inanan insanlar bile bu umutlarını kaybetti. Bu noktadan dönüş mümkün olur mu, bilmiyorum ama umutsuz olmak da istemiyorum.”

‘SURİYE’DEKİ YAPILANMAYA DA BİR TEPKİ’
Hakan Akbal ile, bölgedeki çatışmalı ortama dair de konuştuk. “Diyarbakır ve diğer bölge il ve ilçelerindeki çatışmalı ortamın, Suriye’deki yapılanmaya bir tepki olarak da geliştirildiğini düşünüyorum” diyen Akbal, devamında da şunları söyledi: “Aslında son derece kirli, son derece karışık bir oyun oynanıyor. Bugün Diyarbakır’da olanlar Suriye’deki başarısız dış politikanın makyajlanmasıdır. Sivil, yaşlı, çocuk demeden öldürülen yüzlerce kişi aslında bu makyajın kurbanlarıdır. Bugün itibariyle Sergey Lavrov ve John Kerry’nin Suriye konusunda el sıkışması Suriye’de yeni bir dönem başlatabilir. Bizi ilgilendiren bu yeni dönemin bölgeye ve Diyarbakır’a etkisinin ne olacağıdır. Bu durumun olumlu bir etki yaratacağı konusunda umutluyum. Dolayısıyla bu gelişmeye bağlı olarak bölgemizdeki çatışmalar da son bulabilir. Umarım yanılmam.”

‘DENETİMLİ ÖZERKLİK, ÖNERDİK’
Hakan Akbal’a son sorum da şöyle: “Siz  Güneydoğu Genç İşadamları Derneği olarak bu çatışmalı süreçten çıkılması için neler öneriyorsunuz?”
Daha önce sorunun çözümünün yerelden yönetim olduğunu defalarca dile getirdiklerini belirten Akbal,  “Denetimli Özerlik” dedikleri bir model önerdiklerini hatırlattı ve şöyle devam etti: “Bugün Ankara ile Diyarbakır arasındaki bağların pamuk ipliği denilecek kadar inceldi. Henüz bu bağlar tam kopmamışken, mutlaka idari sistemde değişikliğe gitmek gerekir. Aksi halde burasını sadece silahla yönetme dışında bir seçenek kalmaz. Silahla yönetimin de bu çağda sürdürülebilir olma şansı yok. Onun için en kısa sürede ya AB özerklik şartı üzerindeki şerhler kaldırılarak doğru dürüst uygulanması, ya da yerinden yönetimi esas alan modellerin bir an önce tartışılması gerekir. Anayasa değişikliği veya başkanlık, bence yeniden dipsiz kuyuya taş atmaktır. Daha önce çözüm olma ihtimali bulunan anayasa değişikliğinin yeni ve uzun bir tartışma süreci başlatacağını ve meselenin yine zamana yayılmasına yol açacağı için güvenilir bulmuyorum. Tek çözüm Türkiye’nin bünyesine uygun ve yerelden yönetimi esas alan yeni modellerin bir an önce tartışılmasıdır.”

ÖNCEKİ HABER

Rusya ve OPEC, petrol üretimini dondurma kararı aldı

SONRAKİ HABER

Encü, boğazı kesilen askeri Meclis gündemine taşıdı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...