14 Ocak 2016 01:07

Avukat Ercan Kanar: Erdoğan, Azerbaycan tipi başkanlık istiyor

Avukat Ercan Kanar: 'Erdoğan, Azerbaycan tipi başkanlık anlayışı istiyor. Erdoğan ülkeyi kararnamelerle yönetmek, üst üste iki kez seçilmek, yüksek mahkemeye atanacak yargıç sayısında başkanın yetkisinin arttırılmasını istiyor… Bu Meksika ve Amerikan tipi başkanlıktan çok daha geniş antidemokratik bir başkanlık önerisi.'

Paylaş

Meltem AKYOL
İstanbul

Ülkenin bir tarafında askeri operasyonlar, infaz ve katliamlar gerçekleşir, 3 aylık bebekten 70 yaşındaki kadına kadar onlarca sivil “terörle mücadele” adına öldürülürken, Mecliste yeni bir anayasa için görüşmeler devam ediyor. AKP’nin başkanlık sistemi ısrarı, HDP’nin sürecin dışında bırakılma çabası, Anayasa Uzlaşma Komisyonunun kurulması eldeki mevcut veriler.
Peki, bu süreçten gerçekten yeni bir anayasa çıkar mı? Anayasa Uzlaşma Komisyonu bir oyalama ve başkanlığa hazırlama komisyonuna dönüşür mü? Demokratik bir anayasa hangi zemin ve koşullarda hazırlanabilir? Avukat Ercan Kanar’a sorduk, yanıtladı. Buyurunuz…

Demokratik bir anayasada neler olmalı, neleri içermeli? Bunları konuşacağız ama önce, anayasanın hazırlanış biçiminden başlayalım. Görüşmeler başladı, tartışmalar da hemen arkasından geldi. HDP ile görüşmedi Başbakan... Nasıl yorumluyorsunuz bu süreci?
Bu süreç söylemin tam tersine ilerliyor. Yani “Darbe anayasasından kurtulup özgürlükçü bir anayasayı oluşturalım” denmesine rağmen tam tersine özgürlükleri kısarak başlayan bir tartışma süreci. Yani silahların gölgesinde, ölümlerin gölgesinde, çocuk ölümlerinin, kadın ölümlerinin gölgesinde... Yaşlı insanların keskin nişancılar tarafından vurulduğu ve Kürt halkının bir bütün olarak susturulmak istendiği, en dinamik muhalefet olan HDP’nin kapatılmak istendiği, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılarak tutuklanma tehdidine maruz kaldıkları bir ortamda başlayan anayasa görüşmeleri... Ve Anayasanın 138. maddesini ihlal eden, yani yargıyı etkileyen bir cumhurbaşkanının keyfine göre yürütülecek olan görüşmeler. Dolayısıyla bu görüşmeler tamamen Carl Smith’in faşist mantığının atmosferi içinde yapılan görüşmeler. Tabii üç parti de, yani MHP, AKP ve CHP bugün mevcut anayasadaki militarist, şoven, kutsal maddelerde ittifak ederek, ilk 4 maddeye dokunmamak kaydıyla bir anayasa görüşmesi yapıyorlar. Dolayısıyla antidemokratik bir ortamda başlayan bu görüşmeler yine antidemokratik, yasakçı bir anayasa ortaya çıkartacaktır.

Bütün bunlara rağmen bu süreçten demokratik bir anayasa çıkması için sizce hiç umut yok mu?
Yani ‘Usul esasın kapısıdır’; eğer ters bir usul ile gidilirse kapıdan girilmemiş pencereden girilmiş olur. Bu nedenle umutlu olmak için şu anda bir neden göremiyorum. Bu mantıkla gidilirse yapılan anayasa mevcut anayasadan çok farklı olmayacaktır.

“Yeni bir anayasa nasıl yapılır”ı biraz daha açmak istiyorum. Sendikalar, Meclis dışındaki partiler, demokratik kitle örgütleri, halk toplantıları vs. Bunlar nasıl olacak, yapılacak mı, yapılabilir mi?
Latin Amerika’daki birçok anayasa böyle yapıldı, Bolivya Anayasası da böyle yapıldı. Kuzey Avrupa’nın bazı ülkelerindeki anayasalar da böyle yapıldı. Mesela Finlandiya Anayasası yapılırken, İsveç Anayasası yapılırken çok geniş kitlelerin katıldığı tartışmalar oldu. Yine İspanya’da faşist Franco’dan ve Portekiz’de faşist Salazar’dan sonra yapılan anayasalarda çok geniş katmanlar tartışmaya dahil oldu. Yeter ki iyi niyetle yaklaşılsın, yani gerçek niyet eğer özgürlükçü bir anayasa yapmak olsun. Tüm dünyada özellikle son 25 yılda anayasacılık hareketlerinde eski klasik statükocu, pozitif hukuka uygun anayasalar yerine devleti minimalize eden, devleti küçülten; nispi temsilden doğrudan demokrasiye doğru evirilmeyi teminat altına alan anayasalar yapılmaya başlandı. Mesela Bolivya Anayasası’na komünal kelimesi bile girdi.

Bolivya’dan bahsettiniz. Dünyada nasıl bir süreç işliyor, anayasalar nasıl şekilleniyor?
Şimdi şöyle diyelim, çürümüş demokrasilerde diktatörlükler güçleniyor. Mesela Rusya’da yeni bir yasa çıkardılar, tamamen antidemokratik, diktatoryayı güçlendiren bir yasa bu. Bundan sonra AİHM kararlarını tanımayacaklarını, AİHM kararlarının anayasa mahkemesinin süzgecinden geçeceğini düzenleyen bir yasa yaptırdı Putin. Polonya’da da antidemokratik bir yasa yapıldı, anayasa mahkemesinin yetkileri orada da daraltıldı. 15 yargıçlı anayasa mahkemesinde meclisten geçen bir yasanın anayasaya uygun olup olmadığına karar vermek için 15 yargıca oy birliği arayan bir düzenleme yapıldı. Yani şimdi iki türlü bir gelişme var, tek kişiyle yönetilen diktatoryal ülkelerde antidemokratik yasa ve anayasalar süreci gelişiyor, ama diktatörlük süreçlerinin acısını yaşamış ve o süreçlerden kurtulmuş ülkelerde de tam tersi anlattığım manada özgürlükçü anayasa sistemi akımı gelişiyor. Esas gelişmekte olan yön ise devleti küçülten ve belediye birimlerini temel alan idare rejimini amaçlayan anayasa değişiklikleri. Mesela Rojava anayasasında da bunun izlerini görebiliriz, yine Katalonya’da bunun izlerini görebiliriz. Brezilya’nın topraksız köylüler bölgesinde de, Nepal’de de bunun izleri var, kısmen Polonya ve İspanya Anayasalarına da serpilmiştir bu. Bolivya Anayasası’nda bu daha da belirgindir, yani bundan korkmamak gerekir, şimdi her konuda halk karar verecek öz yönetimde, halk yasa teklifi verebilecek.

Türkiye’de bu sizce mümkün mü?
Bu zemin nasıl değişecek, böyle değişecek. Kant’ın bu konuda ünlü bir sözü vardır, “Özgürlükler yaşanarak edinilir, yaşanarak anlaşılır ve bir gelenek haline gelir”. Şimdi yönetilenlerin çıkarına olan tüm fikirler şu anda ütopik bile gözükse savunmak gerekir. Solon’a sormuşlar “Sen ki Aristo’nun yazdığı 148 anayasasını ezbere bilirsin, nasıl bir anayasa öneriyorsun?” O da “Anayasayı kimin için istediğinize bağlı, kimin için anayasa istiyorsunuz bana onu söyleyin, halk için derseniz ona göre anayasa önereceğim, egemenler için isterseniz ona göre söylerim” diyor. Özgürlükçü olması için hem yasamada hem yargıda hem yürütmede köktenci, aşağıdan-yukarıya halkın katılımını sağlayacak temel teminat kurumlarına ihtiyaç var.

ERDOĞAN ÜLKEYİ KARARNAMELERLE YÖNETMEK İSTİYOR

Şimdi DTK’nin taslağından devam edersek. Şöyle bir tartışma gündeme getirildi özellikle ulusalcı çevreler tarafından. Kürtler özerkliğin karşılığında Erdoğan’a başkanlığı verecek. Ne dersiniz bu iddiaya ilişkin?
Başkanlıkla öz yönetim, demokratik özerklik çelişir, taban tabana zıttır. Antagonist bir çelişkidir, çünkü öz yönetim tek kişi yönetimine karşıdır, tek grup yönetimine karşıdır, halkın tümünün yönetime katılmasını hedef alır. Kaldı ki dünyanın hiçbir yerinde de demokratik bir başkanlık sistemi yoktur. Hatalı bir şekilde bazı muhalefet milletvekilleri de Meksika ve Amerikan sistemini tartışabiliriz diye demeçler verdiler. Ben bu arkadaşların da her iki başkanlık sistemini iyi incelediklerini zannetmiyorum. Mesela Meksika başkanlık sistemine baktığımızda başkan 6 sene için seçiliyor, yine bütün büyük bürokratları atama yetkisi var, valileri halk seçiyor, fakat seçilmiş valileri başkan görevden alabiliyor ve o valilere yargı yolu da kapalı. Bir de başkan kendisinden sonra gelecek başkan adayını da gösteriyor. Amerikan başkanlık sistemine bakalım, orada da bütün generaller, yüksek yargıçlar, büyük bürokratlar dahil hepsi başkan tarafından atanıyor. Gerçi senatonun onayına tabiidir ama başkanın büyük bir etkisi var.  

O da pek demokratik sayılmaz o zaman. Zavallı Obama durumu söz konusu değil?
Değil tabii, hatta bir siyaset filozofu “Başkanlıkta kazanan her şeyi kazanır kaybeden her şeyi kaybeder” der. Tam da öyledir. Kaldı ki Erdoğan’ın istediği başkanlık daha da faşizan bir başkanlık anlayışıdır. Erdoğan Azerbaycan tipi başkanlık anlayışı istiyor. Azerbaycan başkanının sınırsız yetkileri vardır, kanun teklifi verebilir, bütçeyi kendisi önerebilir. Meksika ve Amerika tipi başkanlıktan çok daha geniş yetkileri vardır. Zaten Davutoğlu’nun Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’ye önerdiği başkanlık sisteminde de aynı Azerbaycan tipi talepler var, mesela kararname yetkisi istiyor Erdoğan. Yani ülkeyi kararnamelerle yönetmek istiyor, üst üste iki kez seçilme hakkı istiyor, yine yüksek mahkemeye atanacak yargıç sayısında başkanın yetkisinin arttırılmasının istiyor, veto yetkisinin arttırılmasını istiyor... Bu Meksika ve Amerikan tipi başkanlıktan çok daha geniş antidemokratik bir başkanlık önerisi.

ÖZERKLİK KORKULACAK BİR ŞEY DEĞİL

DTK’nin önerdiği 14 maddelik bir taslak var. Tüm bu tartışmalar ekseninde bu metni nasıl yorumluyorsunuz?
Tabii bu metin bugüne kadar, 1980’den bu yana yapılan tüm anayasa tartışmalarından daha ileri bir metin ama bana göre yeterli olmayan yönleri var. Mesela çok sayıda imza ile halkın yasa teklif edebilmesi o 14 madde içerisinde yer almamış, halbuki alması gerekir.

Bazı çevreler, böyle bir dönemde öz yönetim vurgusu yapmanın yanlış olduğu görüşünü dile getirdiler. Siz ne dersiniz?
Ülkeyi yönetenler, meclisteki muhalefet partileri, HDP dışındakiler özerklik kelimesinden, kanton kelimesinden bir umacı görmüş gibi korkuyorlar. Şimdi şu gerçeği görmek gerekir; 1921 Anayasası’nda nispeten öz yönetime doğru bir ivme olabilecek düzenlemeler vardı, gerçi hiç uygulanmadı ama siyasal hukuk tarihimizde var o. Sonra 1922 yılında yine İngiliz ve Fransız arşivlerinde olan, Türkiye’nin de sır kasalarında saklı olan Kürdistan’a özerklik yasası. Mesela o da 64 muhalif milletvekiline karşı 300’e yakın milletvekilinin oyu ile geçiyor Meclisten. 64 milletvekilinin çoğu da Kürt milletvekilleri ve yeterli görmedikleri için muhalefet ediyorlar. Demek ki geçmiş tarihimizde bu tür şeyler tartışma konusu olmuş. Aslında eyalet yönetimi ve federasyon tartışmasını da Özal zaman zaman dillendirmiştir, Tansu Çiller de Bask modelini tartışalım demişti, sonra bir iki kez de Demirel dillendirdi, ama MGK bunların hepsinin kulağını çektiği için bu tartışılmalar hiçbir zaman özgürce yapılamadı.

Ama genel politika hep askeri yöntemlerden yana oldu...
Aslında sürecin böyle yürümesinde CHP’nin büyük suçu var. Hâlâ ana dilde eğitimi bile savunamıyor, şimdi yapılacak anayasada her dilde eğitim olması gerekir, bunun teminat altına alınması gerekir. Mesela İsveç Anayasası’nın 2. maddesinde, yine Finlandiya Anayasası’nda etnik toplulukların dillerinin ve kültürlerinin gelişmesi ve korunması teminat altına alınmış. Şimdi eyalet yönetiminden korkuluyor, Almanya’da federatif sistem var, yine Amerika’da eyalet yönetimleri var, İsviçre’de kanton yönetimleri var… Bu ülkelere hiçbir şey olmuyor.
Örneğin beni 2000 yılında Avustralya’ya bir toplantı için davet etmişlerdi Öcalan’ın avukatlığını yaptığım süreçlerde. O zaman resmi Avustralya televizyonu ve radyosu programa aldı, çalışma tarzlarını anlattılar. Avustralya’da ne kadar etnik köken varsa resmi devlet televizyonu-radyosu hepsine haftada bir saat kendi dillerinde yayın hakkı tanıyor, özel radyo ve televizyonları hariç. Sordum bu nasıl bir sonuç veriyor diye; oradaki yetkili “Birbirimize güvenimiz artıyor” dedi. Tabii bu olacak, zaten kendi özgürlüğüne halklar karar verecek; işte Kürt halkı kendi özgürlüğü için mücadele veriyor.

DEMOKRATİK ANAYASA İÇİN...

- Özgür birey ve özgür toplumu hedef alan yeni bir anayasa yapmak için öncelikle şu anda 7 il 17 ilçede 56 kez tekrarlanmış olan sokağa çıkma yasaklarının derhal son bulması gerekir.
- Eleştiri özgürlüğünün başında Demokles’in kılıcı gibi duran hakaret davalarının ortadan kaldırılması gerekir, basın üzerinde iktidar baskısının kalkması, özgür bir ortamda tartışmaların yapılması gerekir.
- Sadece sendikalardan veya sadece Meclis ve Meclis dışındaki partilerden görüş almak da yetmez. Yani bir mozaik olarak kabul edersek bizim coğrafyayı, bu coğrafyadaki, sayısı ne olursa olsun, tüm topluluklarının temsilcilerinin, seçilmiş delegelerinin görüşlerinin alınması gerekir.
- Anayasa yapmak sadece hukuki bir eylem değildir, aynı zamanda daha da önemlisi politik bir eylemdir. Dolayısıyla toplumdaki tüm kesimlerin, kadın kuruluşlarının, çocuk haklarıyla uğraşan gönüllü kurumların, engellilerle ilgili çalışma yürüten kurumların görüşlerinin mutlaka demokratik bir tarzda alınması gerek.
- Yine hayvanları koruma kurumlarının görüşlerinin alınması gerekir. Mesela biz de hâlâ bir hayvana karşı yapılacak en ağır saldırı bile ‘kabahat’ olarak kabul ediliyor, kasıtlı suç olarak kabul edilmiyor. Oysa bütün dünyada hayvanların da insanlar kadar hakları olması gerektiği, bitkilerin de hakları olması gerektiği artık ekolojik anayasalara yansıyor.

ÖNCEKİ HABER

Sur'a askeri sevkiyat yapılıyor

SONRAKİ HABER

'Yeni bir kuşak geldi ve sorunun konumunu değiştirdi'

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa