19 Kasım 2015 00:54

Sibel K. Türker: Bir kitabıma ilk kez ‘ümitli’ denildi

Sibel K. Türker, “Mecnun Kelebekler”de dışarıdan parıltısız görünen kenar mahalleleri tüm canlılığı ve renkliliği ile anlatıyor. Kitapta umutla karamsarlık, teslimiyetle itiraz iç içe geçiyor. Türker kitabının diğer romanlarına göre “coşkusu” itibariyle farklı bir yerde olduğunu söylüyor.

Paylaş

Hakan GÜNGÖR
İstanbul

“Mecnun Kelebekler” fikri sorulmayanların, görmezden gelinenlerin, yoksulluğun hüküm sürdüğü kenar mahallelerin romanı. Yazar Sibel K. Türker kaleme aldığı beşinci romanında evlere temizliğe giden Filiz’i, Filiz’in eski kocası, Büfeci İsmet’i, kasiyer olarak çalışan Nilay’ı, Filiz’e aşık olan Cemal’i, görme engelli Ferhat’ı tüm iç çatışmaları, mücadeleleri, inanç ve inançsızlıklarıyla ele alıyor. Türker, emekçilerin dünyasını “içeriden”, “iş”in, “mahalle”nin, kalabalığın ta içinden yazıyor. Türker, bu “çok sesli” romanını Evrensel’e anlattı.

Kitabınızın diğer yazdıklarınız arasında nasıl bir yer tutuyor?
Dokuzuncu kitap ve beşinci romanım. Her kitapla birlikte hem biraz daha yaşlandığımı, hem de edebiyatta yaş aldığımı düşünüyorum. Aslında “karamsar” bir yazar olarak tanınmama karşı ben hep çok renkli yazdım. Belki de ayırdına varılamadı bunun. Ancak bu kitap karakter çeşitliliği, dilbazlık, hüner, hareket ve belki karmaşa da diyebileceğimiz coşkusallık  açısından biraz daha ayrı bir yerde duruyor elbette. Hareketli yapısından olacak ki; ilk kez “ümitli” bir kitap olduğu düşünüldü.

MECNUN HEM FANİ, HEM SERSERİ

“Mecnun Kelebekler” ilgi çekici bir kitap adı. Bu isim nasıl belirlediniz?
Aslında romana başka bir ad koymuştum, sonra bu ad yavan geldi. Editörüm Faruk Duman, anlatının içindeki dil kıvraklığına daha uygun bir şey de koyabilirsin‚ deyince biraz düşündüm ve aklıma hayatın içinde oraya buraya kanat çırpan, fanilikte ilk sırada olan kelebekler geldi. Zaten romanda Arzu prensesin kelebekleri de var. Mecnun da hem fanidir, hem serseridir, hem delidir ya. Işığını, Leyla’sını arar, artık aradığını da bilmez zamanla. Zaten romanda ona da sık sık göndermeler var. Sonuçta romanın adını çok sevdik ve yerinde bulduk.

“Nilnehri, Denizler, Ümitvarbey, Daima... Bu isimler karaktere özel olarak  mı yazıldı, yoksa sizin de böyle isimler not almak gibi bir alışkanlığınız var mı?
Bizim ailede ad vermek vardı. Şakayla, espriyle, sevgiyle de karışık başka başka adlar verilirdi insanlara. Mesela amca oğluma Tavşan denirdi, o kadarcık söyleyeyim. Elbette benim de bir ismim vardı -onu söyleyemem- ama bunlar muhabbeti pekiştiren, sevgili adlardı. Bu isimler romanda yazıldı, önceden tartılıp düşünülmedi. Kendiliğinden gelişti. Not filan da almadım. İsmet’in ayrıca hayvanlara -özellikle köpeklere- bulduğu isimler de var. Ama isim düşünmek hep hoşuma gitmiştir, itiraf etmeliyim. Hatta bizim köpeğe kendi isminden başka elli tane daha isimle hitap ediyoruz ve bu bizi eğlendiriyor. Bu kızımız çoğu kez berbat huylarına yenik düştüğü için kızım ona Betsi adını da taktı.

KOPTU KOPACAK BİR GÜLDE SİMGELEŞEN AŞK

Filiz’le kızı arasında bir uzaklık seziliyor. Anneyle kızını bu denli birbirinden uzaklaştıran şey ne? Duygudaşlıkları var aslında.
Aslında uzak değiller. Nilay’ın henüz ergenlikten çıkmamış, kendi iç  dünyasıyla beraber  dışarının sorunlarıyla da boğuşan öfkeli bir genç kız olduğu düşünüldüğünde. Maddi sıkıntılar ve babanın evden gidişi içlerini katılaştırmış, onları ortak dertlerin kucağına atarken yine de kendi kalplerinde sabit ve tavizsiz kalmalarına yol açmış olabilir. Katılaşma denebilir bu duruma. Aslında çok ama çok yaklaştıkları, neredeyse her şeyin dile gelebileceği bir bölüm de var; ancak yine birbirlerine çok şey söyleyemiyorlar.

Cemal ve Filiz’i birbirine yakınlaştıran şey onların yarım kalmışlıkları mı? Acılar insanı yakınlaştıran şeyler midir?
Filiz önceleri Cemal’den hiç hoşlanmıyor. Hatta Cemal  görüntüsüyle bile -Burada farkında bile olmadan  ırkçılık yapıyor Filiz- onu rahatsız ediyor. Sonra sonra kafası biraz durulunca farkına varıyor diyebiliriz. Cemal’in duyguları ise önüne geçilmez; hatta hasta, koptu kopacak bir gülde simgeleşen bir aşka, bir tutkuya dönüşüyor. Evet ikisi de acılı insanlar, bu anlamda bir denklikleri var.

VAROŞ MAHALLELER HER YAZARA ESİN VERİR

Romanınızda emekçiler, işçilerin dünyası, kenar mahalleler anlatılıyor. Sizce bunlar edebiyata yeterince yansiyor mu?
Yeterince mi bilemiyorum ancak yazıldı, yazılıyor yine de. Ancak keskin toplumcu gerçekçiliğin bakış açısı epey değişti. Edebiyatın “sanatsal” yönü de çoktan öne geçtiğine göre, bir şeylerin “değişik” usullerde anlatılması da kaçınılmaz. Kenar mahalleler hayatın can damarı aslında. Ölgün, bezgin, bıkmış kent insanı bungunluktan başka tat vermeyebiliyor. Kenar mahalleler “hakiki”, kanlı canlı, şehrin kalbinin attığı yerler ve her yazara esin verirler.

Yoksulluklar aşklarını yaşamalarının önünde aşılamaz bir engel mi?
Hayatın keskin gerçekleri ruhunu tırpanlar da geçer. Yokluk, yoksulluk da eklenince işler sarpa sarıyor. Fakat yine de dilsiz kalamıyorlar. Bu da aşkın devrimci yönü. Sonunda en ağır ceza ölüm de olsa insanlar seviyorlar.

ÖNCEKİ HABER

Fransa’daki korku Almanya’ya ulaştı

SONRAKİ HABER

Haliç Üniversitesi'nde yangın çıktı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...