25 Ekim 2015 00:12

Çetin Altan’ın heykelini kim yıktı?

‘Tarihin Saklanan Yüzü’ kitabında Çetin Altan ‘Dondurulmuş ve çarpıtılmış bir tarih dogmatizmiyle insan aklının ortaklaşa yarattığı evrensel ve görkemsel sanat ve bilim kubbelerinden hiçbirine merdiven kurulamaz’ diyordu. Biz şimdilik sanat kubbesine değil, arşiv denen gayya kuyusuna merdiven kuralım. Dondurmadan, çarpıtmadan. Sahi, kimdi Çetin Altan?

Paylaş

Hakan GÜNGÖR

1) Gazeteciydi. 1946’da Ulus gazetesinde muhabirliğe başladığı ilk gün istihbarat şefi ondan veteriner müdürlüğüne gidip aygır alımı yapılıp yapılmayacağını öğrenmesini istedi. Denileni yaptı, gazeteye dönüp ilk haberini büyük bir heyecanla ve saatler süren bir uğraşın sonunda nihayet yazabildi. Haberi tek cümleden ibaretti. “Vilayetin elindeki aygır miktarının çokluğu nedeniyle bu sene alım yapılmayacaktır.” Seçtiği meslek fikir kavgası vermesini gerektiriyordu. Yaptı da. Üstelik yalnızca fikri değil, fiziki kavgadan da çekinmiyordu.
2) Kavgacıydı. Parasızlıktan başını sokacak bir yer bulamadığı için gazetede kalmaya başladığı muhabirlik günlerinde uyumak için büyük toplantı masasını seçmişti. Yastık olarak da İstihbarat Şefi İlhan Paniç’in bez minderini kullanıyordu. Solmaz Kâmuran’ın “İpek Böceği Cinayeti” kitabında aktardığına göre durumun farkına varan Paniç, Altan’a çıkıştı: “Benim minderimi başının altına koyma. Saçının yağı çıkıyor.”  Altan karşılık verince iş büyüdü. Paniç bir şarap şişesini Altan’a fırlattı. Altan da bir koltuğu kaldırıp Paniç’in kafasına geçirdi. Paniç darbenin etkisiyle yere yığıldı. Altan can havliyle gazeteden çıktı. Sokakta Orhan Veli’yle karşılaştı. Ünlü şair Altan’a “Gazeteyi ara, durumu sor. Adam öldüyse git teslim ol, böyle kaçmakla olmaz” dedi. Altan korkarak gazeteye döndü ancak neyse ki Paniç ölmemişti. O günlerde öfkesine hakim olamayan Altan, günün birinde Meclis çatısı altında saldırıya uğrayacağını bilmiyordu.
3) Milletvekiliydi. TİP listesinden bağımsız aday olarak seçime girmişti. Bir süre sonra da TİP milletvekilleri arasına katılmıştı. 19 Şubat 1968’de Meclis’te bütçe görüşülüyordu. Tartışmalar uzadığı için oturum gece geç saatlerde devam ediyordu. Dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Faruk Sükan, TİP’i “vatan hainliği” ile suçlayan bir konuşma yaptı. Nâzım Hikmet için de vatan haini deyince Altan “En büyük şair idi Nâzım Hikmet” diye bağırdı. Bunun üzerine Adalet Partisi milletvekilleri Altan’a saldırdı. Altan neredeyse linç edilecekti. “Ben Milletvekili İken” kitabında Altan o günü şöyle anlattı: “Gözlüğüm kırılmış, kravatım dışarı fırlamış, gömleğim, ceketim tekme izlerinden siyah siyah olmuştu.” O gün Meclis çatısı altında Nâzım’ı savunması, özgürlük mücadelesinin kilometre taşlarından biriydi. Ardından dokunulmazlığının kaldırılması ve mahpusluk günleri geldi. O süreçte yaşananlar demokrasi tarihinin kara sayfaları olarak tarihteki yerini alırken, baş etmek durumunda kaldığı zorluklar onun edebi gücünü perçinliyordu. “Bir Avuç Gökyüzü”, “Büyük Gözaltı” kitaplarında o dönemdeki izlenimlerinin payı büyük olacaktı.
4) Edebiyatçıydı. “Kötü bir el yazısıyla yazılan yedi buçuk yıllar, on yıllar, on beş yıllar… İnsanın ciddiye alamayacağı kadar basit, üç beş sözcüklük bir işti bu. Oysa ölüme de bu kağıtla gidiliyordu, zindana da. Ve şu uzun zarftaki küçük kağıt parçasının gerisinde kocaman sinsi, umacı bir çark dönüyordu. Dişlileri, motoru, pistonları, kayışlarıyla durmadan dönen umacı bir çark. Bu çark bazen böyle bir kağıt parçası, bazen siyah bir arabada iki görevli, bazen bir telefonda sert bir karakol çağrısı halinde kişilere doğru uzanıyor ve hepsinin yaşamlarını keyfine göre kesip biçmeye başlıyordu” cümlelerini yazmıştı “Bir Avuç Gökyüzü” kitabında. Yazıya, edebiyata tutkunluğunu ise çocukluk yıllarındaki sevgisizlikle açıklıyordu.
5) Gezgindi. Küçük yaşta yatılı okula verilmesi ruhunda derin yaralara yol açmıştı. “Sevilmeyen insanlar beğenilmek isterler, hele de anneleri tarafından sevilmemiş çocuklar yazıyla filan uğraşırlar” diye boşuna dememişti. Sekiz yaşında Galatasaray’ın yatakhanesinde hissettiği yalnızlık duygusu, ruhunu öyle kaplayacaktı ki, kim bilir, belki de kolay yolu seçmekte bu yüzden zorlanmayacaktı. “Pop” kültür Türkiye’de iyiden iyiye yerleşirken, o da popüler olma yolunda “gerekli” adımları atıyordu. Sermayeyle barışıyor, o dünyaya yaklaştıkça duyduğu alkışlara daha çok kapılıyordu. Doğaldır ki, Özal’la iyi ilişkiler kurmakta çekinmeyecekti.  Artık liberal fikirlere yol alıyordu.
6) Kararlıydı. İlerleyen yıllarda Gümrük Birliği, Avrupa Birliği, “yaşam kalitesi”, Batı dünyası ve değerleri köşesinde kendine yer bulmaya başladı. 2002’de Yeni Şafak’a verdiği bir röportajda “Ben politikacılık yapmadım. Sadece rahat yazı yazabilmek için Meclis’e girdim, ama o zaman da dokunulmazlığımı kaldırdılar. Benim siyasete ihtiyacım yok” dedi. Artık sendikal haklar, işçi sınıfı, grevler gündeminde yoktu. Kendi tarihini baştan yazmakta kararlıydı.
7) Kıymetliydi. Kısmetli olmayı tercih etti. “Kısmetini” kendi yarattı. “Evrensel değişimin bayrağı bugün kimlerin elinde? Önce bilimcilerin elinde. Sonra da, işçi sınıfını tarihe doğru süpürerek, yeni teknolojilerle üretim yapanların elinde… Türkiye’de kimin elinde? Görünene bakılırsa, değişimin bayrağına TÜSİAD sahip çıkmaya uğraşıyor…” diyebiliyordu örneğin.
8-9-10-11) 60’larda “muhalif”, 90’larda “mutabık”, 2000’lerde “muvafık”tı. 2008’de “Kültür ve Sanat Büyük Ödülü”nü bizzat dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın elinden almaya “layıktı.”
12) Kırıcıydı. Kendi putunu, kahramanlık heykelini çok önceleri kendi kırdı. Geriye kitaplar, makaleler, zaaflar, yarım kalanlar ve yanıtlaması hiç de kolay olmayan sorular bıraktı: “Hangi Çetin Altan”, “Kimdi Çetin Altan?” gibi.

ÖNCEKİ HABER

Türk halkları Slav kavimleri karşısında neden başarısız oldu? – 1

SONRAKİ HABER

Kardeşim değil kaderim Toros

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...