09 Ekim 2015 00:54

Barış gezisinden notlar –1: Bak ve taş ol

Paylaş

Nuray SANCAR

Mezopotamya ovasının göz alabildiğine uzandığı Mardin’de ılık bir sonbahar gecesi yaşanıyor sabah kalabalık bir ekiple yola çıkacağız. Tek tanrılı dinlere ait söylencelerin kaynağı, peygamberler kenti Urfa’ya komşu burası. O söylencelerden birinde peygamber Lut’a ve dinine inanmayan itaatsiz kavmin Tanrı tarafından nasıl cezalandırıldığı anlatılır. Tanrı, Lut’a “Sabaha karşı ailenle birlikte buradan çık, kimse arkasına bakmasın, yoksa taş olursunuz” mesajını gönderir. Lut buyruğa uyar. Ancak Lut’un karısı uymaz; bir tepeden durup arkasına bakar; kavmin nasıl helak olduğunu görür ve elbette bir taş heykel haline dönüşür. Bizim için ise bu coğrafya arkamıza değil ama önümüze bakıp gördüklerimizden dehşete düşerek taşlaşmamızın istendiği bir yer sanki. Mardin Nusaybin kara yolunun az ilerisindeki sınırın gerisinde, insan kafalarının nasıl kesildiğini videoya çekip servis etmeyi ve böylece seyredenleri korkutmayı hedefleyen IŞİD’in helak etmeye çalıştığı bir halkın yaşadığı topraklar uzanıyor. Söylencedeki, başkasının acısına bakarken taşlaşma motifinin yeniden hatırlandığı topraklara yakınız. 

O gece Gazeteci Celal Başlangıç ile birlikte küçük bir toplulukla sohbet ediyoruz. Mardin Kent Konseyi Başkanı Hatip Özer, Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı Mehmet Ali Tutaşi, 2009-2014 yılları arasında Kalkınma Ajansı yöneticiliği yapmış olan bir arkadaş var. Konuşmanın özeti şu: Bir süredir turizm patlaması yaşanan kentte hızla çoğalan oteller aynı hızla kapanıyor. Geçen seneye kadar aylar öncesinden rezervasyon yapılmazsa burada konaklama için yer bulmak zordu. Şimdi ise oteller bomboş. Hilton Oteli satışa çıkarılmış ama müşteri yok. Esnaf çökmüş, kentteki iktisadi hareket dibe vurmuş durumda. Bu çöküşün 8 Haziran’dan itibaren çok belirgin bir hal aldığı söyleniyor. Tutaşi: “Bıktık artık, yorulduk” diyor, “Bu artık bizim dayanacağımız bir tablo değil.” Bu konuşmalara Mardin’e 1 saat uzaklıkta 4 gündür sokağa çıkma yasağı ilan edilen Nusaybin’le ilgili bilgiler ekleniyor sıkça. Cizre’de 9 günlük sokağa çıkma yasağının sonucu delik deşik edilmiş evler, altı üstüne getirilen bir kent ve 22 ölü olunca Nusaybin’de olacaklar konusunda herkes endişeli. Biz ertesi sabah Barış Blokunun davetiyle Avrupa’dan gelen ve  aralarında milletvekilleri, barış aktivistleri, sivil toplum örgütlerinin temsilcilerinin olduğu bir ekiple buluşarak Nusaybin’e doğru yola çıkacağız. Cizre’nin yasağı kalktıktan sonra ilçeye girenler o süre boyunca orada ne olduğunu görmüş ve anlatmışlardı. 

Nusaybin’i de “Gör ve taş ol” öyleyse. 

Peki... Nusaybin’e gidiyoruz. Bir kentin başına neler geldiğine, nasıl cezalandırıldığına bakacağız.  “Gözlem ve inceleme” heyetinin “halklar arası dayanışma mesajları”nı ileteceğiz. 

Giremiyoruz ama Nusaybin’e. Kendini taşıyamayan emektar midibüsümüz Nusaybin’e 14 kilometre kala ilk engele takılıyor. Metal barikatların son parçası gözümüzün önünde takıldığına göre, bu barikat bize özel. Oysa daha ileride, ilçe girişinde oturma eylemi yapan HDP vekilleri, belediye yöneticileri ve halkın yanına gitmek istiyoruz. Hayır izin verilmiyor. Valiyle görüşmelerin, komutanı aramaların hiçbir faydası yok. İçerde şimdilik görmemizin istenmediği ama hayal gücümüze başvurmamızın gerektiği bir şeyler oluyor... Sonra milletvekili Mithat Sancar geliyor barikatın yanına. Karşıki köyden cıvıl cıvıl bir çocuk grubu arasında ondan bilgi alıyoruz. Tarihi ipek yolu kapatılmış durumda; kavimler kapısının önünde özel harekat, polis var. Kaç kavmin beşiği, yolcunun da hancının da toprağı Mezopotamya gör bunu! 

Midibüsümüzle yeniden yola koyuluyoruz, Cizre’ye gidiyoruz ama köy yollarından, arkadan dolanarak benzinliğe ulaşmayı deneyeceğiz. Bizim görmemiz gerek, orada olmamız gerek! Orada mazlum bir halk var; yaraya bir parça merhem olmamız gerek. Bu kez hiçbir engelle karşılaşmadan, zılgıtlar ve sloganlar eşliğinde benzinlikteyiz. Benzinliğin hemen gerisinde ise Nusaybin barikatı var; TOMA’lar akrepler ve dünyanın silahı hazır. Hep beraber barikatın önünde toplanarak pek fazla basın mensubunun olmadığı bir basın açıklaması yapıyoruz. Avrupalı siyasetçiler niçin orada olduklarını anlatıyor, oradakiler niçin beklediklerini. Kimsenin sokağa çıkamadığı, sokağa çıkmanın bedelinin pahalıya ödendiği bir kentin çığlığı olarak orada bulunanlar seslerini duyuramasalar da bekleşiyorlar. Bekleyerek direniyorlar. Ama o Nusaybin ölü bir şehir. Çocuklar sokaklarda oynamıyor, kadınların sesi işitilmiyor, kedi köpek sinmiş durumda. Devletin şakası yok; ama o basın açıklaması sırasında gaz maskeleri takılıp çıkarılıyor, TOMA’lar aniden gaz almaya başlıyor ve o kısacık süre içinde topluluğun hemen arkasından müdahaleye hazır bir ekip bekliyor. “Müdahale ettim edeceğim” hali bir şaka işte. Toplamında ise bir tür sinir harbi. Bir gencin “şüpheli hareketler”i nedeniyle gözaltına alınıyormuş gibi yapılıp vekillerin müdahalesiyle bırakılması da şaka gibi. Şüphe, iktidarın her kapıyı açmak için kullandığı anahtar kıymetinde bir sözcük. Bir biçime girmeyen insanı cezalandırmanın, verdiği oydan caydırmanın, öz yönetim istemişse yarın öbür gün ülkeyi bölmek isteyebilir diye terbiye etmenin bir gerekçesi. 

Bizim de bir şakamız var tabii; güvenlik gerekçe gösterilerek önerilen güzergah zaman kaybettireceği için Cizre’ye barikatın kapattığı yolu geçerek gitmekte ısrar edip “Sorun güvenlikse güvenliğimizi eskortla sağlayın” talebinde bulunmamız ve barikatı eskort eşliğinde aşıp anayola bırakılmamız gibi. Yasak kenti kısmen görmek mümkün oluyor böylece: sessizliğin içindeki her çıtırtıyı, uzakta görülen dumanları, uzakta bir patlama mı var dedirten seslerin kaynağını anlayamadan devam ediyoruz. Tam şu anda hiçbir Nusaybinliye bir şey olmasın... derin şüphesiyle. 

Bir süredir sırayla birçok ilçede, bazen aynı ilçenin iki ya da üç mahallesinde uygulanan sokağa çıkma yasakları, yerleşim yerlerinin güvenlik bölgesi olarak kordon altına alınması kuşatma altındaki insanlara eziyet edilmesi kendi günlük rutinlerinde her şeyin bir norma ve neden-sonuç ilişkisine bağlanmasına alışkın Avrupalı dostlarımız için açıklanması zor şeyler. Onların bakışı bize beklenir, bildik veya anlaşılır gelen her şeyi, kadim bir rasyonalitenin ışığında yıkıp yeniden kuruyor. Etiğin, kuralın, yasanın, düzenin altüst olduğu bir sistemsizliğin, kendi içinde müthiş bir yasası ve normu var aslında: Siz bu kapalı kapılar açıldığında bakın, görün ve taş olun! Gördüğünüz, görüp de anlattığınız her şey kuşaklar boyunca ibret olsun; Lut’un karısının taşlaşması nasıl anlatılıyorsa öyle anlatılsın.

Yarın: Cizre’nin anlattığı

ÖNCEKİ HABER

Bir memleket düşünün gök gürültüsü bile bombaya benziyor!

SONRAKİ HABER

Avrupa Futbol Şampiyonası Elemeleri'nde 8 maç oynandı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...