09 Ekim 2015 00:53

Bir memleket düşünün gök gürültüsü bile bombaya benziyor!

Paylaş

Silvan’da görev yapan 
bir öğretmen
Diyarbakır

Silvan’dayız. Sokağa çıkma yasağının dördüncü gününde öğretmen arkadaşlar olarak bir evde birlikteyiz. Uyuyoruz uyanıyoruz bomba sesleri. Yiyip içiyoruz havan topları, patlamalar, gökyüzüne yükselen dumanlar… Birbirimize sormak yetmiyor ama soracak başka kimsemiz yok şu anda. Aklımıza takılansa şu; aynı gökyüzü altında yaşayan onca insan varken bu yangını bir tek biz mi görüyoruz? 

İlk gün sokağın ortasında, arabamızla evimize varmaya çalışırken, sabahın 7’sinde öğrendik sokağa çıkma yasağını. “Bekleme yapma!” anonsları ile vardık evimize. Erzağımız vardı, suyumuz, ekmeğimiz vardı. Malum savaş yaşanan topraklardaydık, hazırlıklı olmak zorundaydık. Evlerimizin dip dibe olduğu arkadaşlarımızla yan yana olmak istedik, elimizde çaydanlık kapıya indik. On adımlık bir mesafeyi bile tehditsiz geçemedik; “Girin demedik mi size evlerinize, gözaltına alırız haaa!” 

İlk günümüz aralıksız çatışma sesleri ile geçti. Her bir sese irkildik istisnasız, titredik, üşüdük hâlâ yaz sıcağının kavurduğu topraklarda. Dayanılmaz bir acı sarmıştı dört yanımızı, sokaklarda insanlar ölüyordu ve biz hiçbir şey yapamadan dört duvar içinde sesleri dinliyorduk. Her bir seste, acaba şu densiz, acımasız, hırsı bitmek tükenmek bilmeyen zalim uğruna kimler düşüyor yine toprağa diye sesin geldiği tarafa göz dikiyorduk. 

Geceye kadar susmadı silah sesleri, tank atışları, akrep anonsları. Susmadı ölüm çığlığı, bağırdı durdu bütün gün savaş!  Silvan sokaklarından alevler yükseldi durdu bütün gece. Ölüm haberlerini aldık, yaralanıp da hastanelere götürülemeyen insanların haberlerini aldık. Ne yapmalı dedik durduk. Ses çıkarmalıydı, insanlar bu savaşa ses çıkarmalıydı diyerek vurduk tavalarımıza kaşıklarımızı. Yetmedi, yettiremedik, savaşın sesi daha ağırdı. Uyuyamadığımız yataklarımıza sığındık. Sonra yine sıçradık. Bir memleket düşünün ki gök gürültüsü bile bombaya benziyor. Meğer gök de savaşın o kötü bağırışını dindirmek için ses veriyormuş.

İkinci gündeydik susmadı sesler. Üçüncü gündeydik susmadı yine. Dördüncü gündeyiz. Kapıdan dışarı başımızı çıkaramıyoruz, çıkardığımız an küfürlerle, kinle, nefretle, uzun namlulu silahlarla burun buruna gelme ihtimalimiz var. Yanlışlıkla(!) ev baskınları yapılıyor. İnsanların ekmeği tükenmeye başladı, suları kesik, elektrikleri yok. Dolayısıyla iletişim yolları da yavaş yavaş kapanıyor. En azından telefonlarını şarj etmek için yer arayanlara “gelin karakolda ederiz” tehditleri savruluyor. Ekmek almaya çıkanlara el tipi gaz bombaları atıp, “Alın size ekmek” diye dalga geçiliyor. Çatılara keskin nişancılar yerleştirilmiş durumda, ne zaman nereden ateş geleceği belli değil. Çocuklar silah seslerini efekt olarak kullanıp ellerine aldıkları tahtalarla savaş oyunu oynuyor. İnsanlar artık dayanmanın bile güç olduğu bu yerde dayanmaya inatla devam ediyor ama zaman da gittikçe uzuyor. Basının bile başına silah dayandığı, evlerin havan toplarıyla vurulup, uzun namlulu silahlarla basıldığı, küçücük bedenlerin terörist ilan edildiği, insanlığın yerlerde sürüklendiği bir coğrafyada korkuyor muyuz? Belki. Ama korkup gidecek miyiz buralardan? Hayır! Asla. Biz buradayız, savaşı duyuyor, biliyoruz. Siz de duyun Silvan’ın, Nusaybin’in, Şırnak’ın ve diğer yerlerin yaşam çığlığını. Duyun ve ses verin, ses verin, ses verin!

ÖNCEKİ HABER

Görgü tanıkları ve komşuları konuştu: Ahmet Sönmez’i polisler katletti

SONRAKİ HABER

Barış gezisinden notlar –1: Bak ve taş ol

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...