05 Ekim 2015 01:00

‘Hükümetin ihtiyacı dezenformasyonu güçlendirmek’

Paylaş

Serpil İLGÜN

Ahmet Türk ve Ayla Akat’ın 3 Ocak 2013’te İmralı’da Abdullah Öcalan’la görüşmesiyle kamuoyuna başladığı duyurulan, “çözüm süreci”nin 2.5 yıl sonra AKP Hükümeti tarafından ortadan kaldırılmasının bütün ağır ve acı sonuçlarını yaşamaya, bir yandan da “Süreç neden sona erdi?”, “Yeniden başlar mı?” sorularını tartışmaya devam ediyoruz.

Gazeteci Cevdet Aşkın, başından beri “ortada bir çözüm süreci olmadığını” savunmuştu. Bu tezini akademik çalışmasına da konu etti ve ‘Epos Yayınları’ etiketli, “Küresel ve Yerel Dezenformasyon” başlıklı kapsamlı kitabında, çözüm süreci özelinde algı yönetiminin nasıl inşa edildiğini aşama aşama ortaya koydu. Aşkın, 2013 yılının ilk 10 ayındaki 16 ulusal gazetenin 4 binden fazla birinci sayfasını incelediği araştırmasında, “Süreç, Türkiye tarihinde belki de ilk olarak iki tarafın da medya üzerinden aynı iletişim stratejisini izlemelerinin örneğini teşkil etmektedir” diyor. Bu nasıl oldu? Ne amaçlandı? Gazete ve gazetecilere baskı bu denklemde nerede durur? Cevdet Aşkın yanıtladı.

Altını çizmek ve hatırlamak bakımından, nedir dezenformasyon? Nerede devreye girer, neyi amaçlar ve manipülasyonla birbirini nasıl tamamlar?
Dezenformasyon, en basit tanımıyla yanlış bilgilendirme. Aldatma amacına dönük olarak yapılması, organize bir faaliyet olması ve manipülasyonu hedeflemesi önemli. İncelemem de bu çerçevede. Yoksa sıradan bir haberin yanlış olması çok önemli değil. Manipülasyon ise kamuoyunun, belli kesimlerin siyasi hedefleri doğrultusunda, sanki o hedefler kamuoyunun çıkarınaymışçasına yönlendirilmesidir. Dolayısıyla manipülasyon dezenformasyonla da yapılabilir, başka araçlarla da yapılabilir.

KÜRESEL VE YEREL DEZENFORMASYON

Dezenformasyon daha çok hangi süreçlerde karşımıza çıkıyor?
Özellikle savaş ve çatışma dönemlerinde. Yerel dezenformasyona daha çok çatışma dönemlerinde başvurulurken, küresel dezenformasyona savaş dönemlerinde rastlıyoruz.

Kitabınızda da ayrıntılı incelediğiniz küresel dezenformasyonun amacı ne?
Küresel dezenformasyon, emperyal sistemin baş aktörlerinin, bağımlı ve gelişmekte olan ülkeleri kontrol etmelerini, buralardaki beğenmedikleri rejimleri değiştirme veya onları parçalama amacıyla başvurdukları bir enstrümandır. Dünya çapında enformasyonu kontrol eden ve ana akım medya araçlarını elinde bulunduran merkez ülkeler, dünya çapında enformasyonu tek yönlü olarak kontrol ve maniple ediyorlar. Ülkelerin, coğrafyaların artık eskisi gibi zor yoluyla dizayn edilmesi dönemi geçmiş olduğundan, kamuoyunun merkez ülkelerin çıkarları doğrultusundaki yeni dizaynlara ikna edilmesi gerekiyor. Bir nevi rıza alınması gerekiyor. Bunun için de dezenformasyon kampanyaları yoğun bir şekilde devreye sokuluyor. Bunun bize en yakın örnekleri 2003’teki Irak işgalidir. Bütün dünyaya Saddam Hüseyin’in nükleer, kimyasal ve biyolojik silahlara sahip olduğu yalanı gerçekmiş gibi anlatıldı. Ancak Saddam devrildikten sonra Irak’a giden BM müfettişleri, orada kimyasal ya da biyolojik silah yapıldığına dair en ufak bir şey bulamadılar.

Dolayısıyla şu çıkarım yapılabilir: Bir enstrüman olarak küresel dezenformasyon, savaşları, işgalleri meşrulaştırıyor ve kolaylaştırıyor?
Evet, imkanlı hale getiriyor. Harekatların sürdürülmesini, ülkelerin parçalanmasını, merkez ülkelerin siyasal çıkarlarının ilerletilmesini kolaylaştırıyor. Son 20 yıla baktığımızda dünya tarihi bunun bol miktarda acı örneklerini göstermekte.

DEZENFORMASYONUN DÖRT BELİRTİSİ

Biraz daha somutlaştırmak açısından, izlediğimiz/okuduğumuz bir haberdeki hangi işaretler, orada dezenformasyon olduğu kuşkusunu uyandırır?
Rus asıllı Fransız yazar Vladimir Volkoff, dezenformasyonun dört belirtisi olduğunu söylüyor. Volkoff’a göre herkesin aynı şeyi söylemesi; sorunun bir yönüne ağırlık verilip, diğer yönünün ihmal edilmesi; bir tarafın yaptığı şeylerin iyi, diğer tarafın yaptıklarının kötü olarak sunulması; bir de, bir görüşün herkes tarafından kabul edilmesi saplantı haline gelmişse dezenformasyondan kuşkulanmak gerekir.

Bunu yerel dezenformasyona, Türkiye’nin çözüm sürecine uyarlarsak…
Örneğin hem iktidar tarafının, hem Kürt tarafının temsilcilerinin “çözüm oluyor” demesi. Yine, sorunun bir yönüyle ilgili enformasyon bombardımanı çokken, yani görüşmelerin yapıldığına ilişkin çok sayıda haber çıkmasına rağmen, görüşmenin içeriğine dair bilgi sahibi olmamamız…

Ancak müzakere süreçlerini inceleyen bilim insanları der ki, ilk aşamada görüşmelerin içeriğini bilmemek normal. Şeffaflık sonraki aşamalarda devreye girer…
Ama Türkiye’de o aşamalar hiç gelmedi. Kamuoyunun gözü önünde cereyan eden görüşmeler bunlar. Yani Ada’ya bir heyet gidiyor, sonra Kandil’e gidiliyor, ardından üç satır bir açıklama yapılıyor. Hükümet tarafı zaten suskun ama sürekli görüşmeler yapılıyor, heyetler gidip geliyor… Türkiye’de görüşmeler 99’dan, yani Öcalan’ın teslim edilmesinden beri yapılıyor. Yine, Oslo’da yapılmış görüşmeler var. Dolayısıyla bilgi sahibi olmak zorundayım. Zaten bilgi sahibi olabilseydim bu sürecin nasıl bir süreç olduğunu daha iyi öğrenecektim. O zaman kamuoyunu maniple etmek mümkün olmayacaktı. Milliyet gazetesinde çıkan görüşme tutanakları infial yaratmıştı, hatırlayın. Kamuoyunun görüşmelerin içeriğinden haberdar olması istenmedi. Çünkü sahici bir içerik yoktu.

HÜKÜMET HİÇ’KÜRT SORUNUNU ÇÖZECEĞİZ’ DEMEDİ

Ne vardı peki, yaşanan neydi?
İki tarafın üzerinde anlaştığı, çözüm parametrelerinin belirlendiği bir müzakere hiçbir zaman söz konusu olmadı. O yüzden zaten, “çözüm süreci baştan beri yoktu” diyorum. Sorunun adında bile hemfikir olmayan, iki tarafın da kendi oyun planlarını uygulamış olduğu bir süreç yaşandı. Olan şuydu; Hükümet, PKK’nın tasfiye edilmesi amacıyla İmralı üzerinden bir süreç yürütmeye çalıştı. Hedefi hiçbir zaman Kürt sorununu çözmek değildi. Zaten bakın bütün kayıtlara, Hükümetin hiçbir yetkilisi hiçbir zaman, “Biz Kürt sorununu çözeceğiz” diye bir ifade kullanmamıştır. “Terör sorunu bitecek”, “analar ağlamayacak”, “silahlar gömülecek” vs gibi ifadelerle bu dönemi geçirdiler. Onlar kendi içinde tutarlıydı o anlamda. Hükümet tarafı, “terör sorununu” durdurabilmiş bir hükümet imajıyla seçime gitme imkanını yakaladı. Kürt tarafı ise, çatışmasızlık ortamının da yaratmış olduğu etkiden yararlanarak, hükümeti Kürt sorununun çözümüne zorlamaya çalıştı. Barıştan yana olduğunu gösterdi, samimi adımlar da attı. Ama tabii çözüm süreci gerçek bir çözüm süreci olmadığı için adımların karşılığı yoktu. 

İKİ TARAF AYNI KELİMELERİ FARKLI ANLAMLARLA KULLANDI

Çözüm süreci özelinde dezenformasyon ve maniplasyonun nasıl yapıldığını anlatırken ‘süreç’, ‘barış’, ‘çözüm’ ve ‘aşama’ sözcüklerine dikkat çekiyor ve her iki tarafında aynı sözcüklerle medya üzerinden bir iletişim stratejisi izlediğini belirtiyorsunuz. Bu sözcükler nasıl oldu da ötekileştiren, 30 yıllık milliyetçi söylemin etkisini zayıflattı ve sürecin toplumda yüzde 80’ler oranında karşılık bulmasını sağladı?
Nedeni şu; Türkiye 30 yılı geçen bir çatışma yaşıyor. Türkiye toplumu çatışma yorgunu olan bir toplum. 50 binden fazla insan hayatını kaybetti. 3 binden fazla köy boşaltıldı, insanlar yerlerinden yurtlarından edildi. Ülkenin hem doğusunda, hem batısında bu çatışmanın acı sonuçlarını yaşayan o kadar çok insan var ki… Dolayısıyla insanların ‘barış’, ‘kardeşlik’ gibi ‘sihirli’ sözcükleri duyma ihtiyacı olan bir ülkeyiz biz. Algı yönetimi o yüzden başarılı oldu.
Öte taraftan, süreçte aynı sözcükleri kullandılar ama aynı içerikte kullanmadılar. Örneğin barış sözcüğünden Kürt tarafı demokratik barışı yani Kürt sorununun çözüldüğü, Kürtlerin evrensel haklarının elde ettiği bir çözümü anlıyor. Öbür taraf, örgütün silahları bırakması ve kendisini lağvetmesi olarak anlıyor.

DEZENFORMASYONA KARŞI ALTERNATİF MEDYA

Kitabınızda ABD’li gazeteci yazar Walter Lippmann’a sıklıkla atıf yaparak, ‘Dezenformasyonun deşifre edilmesi bir özgürlük ve dolayısıyla demokrasi sorunudur’ diyorsunuz…
Lippmann’ın şu sözleri önemli; “Yalanları ayırt edecek araçlardan yoksun olan toplumlar özgür değildir.” Böyle bir toplumda demokrasiden söz edilemez. Demokrasiler esasen karar alma süreçleriyle ilgilidir ve karar almada bilgiye erişim hayati önemdedir. Toplumu bilgiden mahrum bırakmak, sivil ve siyasal alanın en önemli girdisinden mahrum bırakmaktır. O zaman doğru kararlar alınması mümkün olmaz. Dolayısıyla demokrasi, gerçek demokrasi olmaz ve özgürlükten söz edilmez. Deşifre edilmesi o yüzden demokrasi ve özgürlük sorunudur. Burada alternatif medya kaynaklarına çok önemli görevler düşüyor.

Dolayısıyla muhalif medya ve tabii sosyal medya bu mücadelenin bir parçası?
Evet. Ana akım medyanın büyük sermaye şirketlerinin tekelinde olan sermaye yapısını göz önüne aldığımızda, devlet ve hükümetlerle ilişkileri çerçevesinde aslında geniş kitlelerin çıkarına olan bir yayıncılık olmadığını tespit ediyoruz. Bu durumda alternatif medya kaynakları üzerinden mücadele yürütülür. Sosyal medyanın bu konuda önemli bir işlev görmeye başladığını, görüntülerin, haberin çok hızlı aktarılmasıyla yeni bir gazetecilik tarzının geliştiğini söylemek mümkün. Sosyal medyanın da dezenformasyona alet olduğu doğrudur ama burada iyi haber, kötü haberi kovacaktır. Güvenilir hesaplar üzerinden verilen haberler ya da bilgilendirmeler, giderek dezenformasyonu açığa çıkarmada işlev görecektir. Keza internet gazeteciliğinin, haber bloklarının -yine güvenilir olmaları kaydıyla- önemli işlev göreceklerini düşünüyorum. Zaten büyük sermaye sahibi değilseniz, bir iletişim mecrası oluşturamıyorsunuz. Marjinal kalıyorsunuz. Dijital dünya bence bu eşitsizliği büyük yığınlar lehine dönüştürme potansiyeli taşıyor. Ama bunun beceriyle kullanılması da önemli.

DEZENFORMASYON ZAYIFLAYABİLİR AMA ÖLMEZ

Bu söyleşiyi Dicle Haber Ajansı ve Azadiya Welat’ın basılıp, çalışanlarının gözaltına alınmasının ertesinde yapıyoruz. Başta Kürt basını olmak üzere muhalif medya ve gazeteciler üzerindeki baskı giderek artıyor. Gazeteci olarak tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hükümet, kendi alanını açabilmek, daha kolay maniple etmek, daha kolay dezenformasyona başvurabilmek için kendisini deşifre edecek enstrümanlardan kurtulmayı hedefliyor. Ben son zamanlarda dezenformasyonun da muazzam ölçüde yaygınlaştığını görüyorum. Bir taraf dezenformasyona bu kadar çok başvuruyorsa, bilin ki işleri biraz zora girmiştir. Hükümet buna ihtiyaç duyuyor çünkü başka türlü eylemini meşrulaştıramıyor. Ama ne olursa olsun bizlerin iletişimci olarak, gazeteciler olarak bunun deşifre edilmesi doğrultusunda çaba sarf etmemiz gerekiyor. Çünkü eğer, 30 yıldır olan bitenden kamuoyu gerçekten haberdar olabilseydi, yani manipülasyon ve dezenformasyon yapılmasaydı, bugünkü çatışma çoktan biterdi.

Son baskınlar, seçimlere giderken çatışmaların daha da şiddetleneceğinin işareti olarak da yorumlandı. Katılır mısınız?
Hükümet şiddet ve baskıyı daha da artıracaktır, evet. Ben PKK tarafında da herhangi bir gevşeme işareti görmüyorum. Aksine giderek tempoyu artırabilirler. Ama Kasım’dan sonra biraz ortalık durulabilir.

Seçimlerin sonuçlarına göre mi?
Hem seçim sonuçlarına, hem de kış koşullarının gelmesine bağlı olarak faaliyetlerinin eskisi kadar imkanlı olmayacağını düşünerek bunu söylüyorum. Seçim sonuçları da etkili olacaktır ama coğrafya koşulları gerillanın aktivitesini azalacaktır. Daha çok yerleşim yerlerindeki organize güçlerle siyasi faaliyetler devam edecektir. Seçimlerde tekrar HDP’nin oyu yüzde 13’ün üzerine çıkarsa bu çok etkileyecektir. Ama nereden bakarsanız bakın, Türkiye kötü bir sürece girdi. Çatışmanın ne tarafa doğru evrileceğini kimse bilmiyor. Çünkü çılgıncasına bir savaş havası var. Buradan pek hayırlı şeyler çıkmaz toplum açısından.

Öte yandan, yoğun dezenformasyona rağmen, ‘Hani çözüm olacaktı?’ soruları asker cenazelerinden bile yükseliyor. Yapılan kamuoyu araştırmalarına göre toplumun yarısına yakını, yaşanan kaostan Erdoğan’ı sorumlu tutuyor. Bunlar daha önce rastlanmayan tepkilerdi, ne dersiniz?
Tabii ki... Nedeni şu: Bugüne kadar, 30 yılı geçen zamanda, PKK ile devletin mücadelesi bir devlet politikasıymış gibi görülürken, son zamanda iktidarın hesabıymış gibi görüldü. O yüzden kamuoyunun bir bölümü infial halinde. Dolayısıyla, “Hani çözüm süreci vardı?”, “Hani barış gelecekti?” soruları yerinde sorular. İstediği kadar karşı tarafa yıksın, hükümetin de kolaylıkla altından kalkabileceği sorular değil. Cenazelerdeki tepkilerden anlıyoruz ki kimse yemiyor bunu. Çok basit bir soru bu çünkü: 2.5 sene silah patlamadıysa, 10 sene de patlamazdı, neden şimdi patlamaya başladı?

Soruların artması, dezenformasyonun etkisinin zayıfladığını mı gösterir?
Olabilir ama daha ince yapılacaktır. Dezenformasyon ölmez çünkü. Başka türlü nasıl kamuoyunu maniple edeceksiniz? Kamuoyunu silah patlatmanın gerekliliğine nasıl ikna edeceksiniz? İlla ki bir şeyler söyleyeceksiniz ve bunlar reel şeyler olmayacaktır.

MASA İÇİN UZUN ZAMAN VAR

‘Masaya yeniden dönülür mü?’ sorusu, tüm bu tartışmalara eşlik etmeyi sürdürüyor. Sizin yanıtınız ne?
Eninde sonunda bu çatışmanın çözüleceği yer zaten masadır. Ama masaya oturana kadar daha uzun bir zaman geçeceği anlaşılıyor. Üzülerek söylüyorum, daha kan dökülmeye devam edecek.

ZAMAN VE HÜRRİYET NEDEN FARKLI?

‘Terörle mücadele’ söz konusu olduğunda devlet/hükümet arkasında hizalanan sermaye medyasında bugün aynı ‘çelik irade’ yok gibi. Sansür, dezenformasyon, manipülasyon yine var ama örneğin kardeşini kaybeden yarbayın isyanını Hürriyet ya da Zaman gazeteleri manşet yapabiliyor. Bunu Erdoğan’la kavgalarına mı borçluyuz, ne dersiniz?
PKK ile bugünkü mücadele kamuoyu tarafından haklı olarak daha ziyade iktidar partisinin mücadelesi gibi görülüyor. Bunun sonucu iktidar yanlısı medya ile iktidara muhalif olan medya arasında habercilikte farklılık oluşuyor. Doğan Grubu ve Zaman, bu nedenle “havuz medyası” diye tabir edilen kesimden bir ölçüde farklı bir tablo çiziyor. Geçmiş yıllardaki gibi devletin blok olarak örgüte karşı bir savaşı söz konusu olsaydı bu farklı tabloyu göremezdik.

 DEZENFORMASYON TÜRKİYE GİBİ ÜLKELERDE DAHA RAHAT

Malumunuz, manipülasyon-dezenformasyon tartışmalarında bazı aydınlar ‘alıcıya’ da yüklenir ve “Canım, okur da biraz seçici olsun, sorgulasın” der. Okurun, izleyenin ‘sorumlulukları’na ilişkin sizin fikriniz ne?
Sorgulama genel kültürel düzeyle ilgili bir şey. Haberi değişik kaynaklardan doğrulatmak bir alışkanlık işi… Türkiye insanı o kadar enerji sarf etmeye alışkın değil. Televizyondan duyduğu haber için, “bir bakayım bu haber doğru mu” diyen insan yok. Zaten bizim ülkenin insanının önemli bir bölümü geçim derdinden kafasını kaldırmıyor ki gidip anlatılanların doğru olup olmadığına baksın! Yüzde 70’i doğru dürüst haber izlemiyor. Batı dünyasının insanları gibi kültür düzeyi yüksek, olanı biteni sistematik bir çerçevede izleme alışkanlığı yok. Kaldı ki orada da insanlar ana akım medyanın manipülasyon ve dezenformasyonunun kurbanı oluyor. O sayede Irak harekatını, Kosova harekatını destekler hale getiriliyorlar. Onlar da, ulusal çıkarlarının daha ileri gideceği fikri üzerinden ya da demokrasi, modernlik veya güvenlik parametreleri üzerinden “ikna” ediliyorlar. Ama bizim ülkemizde insanlar geçim derdinden kafasını kaldırıp da iki üç gazeteye bakacak, ya da internet kaynağına girecek… Çok zor. O yüzden bir yöntem olarak dezenformasyon Türkiye gibi ülkelerde çok daha rahat kullanılır.

PKK’NIN HDP’Yİ BASKILADIĞI SÖYLEMİ DE DEZENFORMASYON

PKK'nin açıklamalarının ve gerçekleştirdiği eylemlerin HDP’yi zor duruma düşürdüğü, PKK’nin HDP’yi baraj altında bırakmayı, hatta seçime girmesini engellemeyi amaçladığına ilişkin ifadeler bir kısım liberal yazarların yanı sıra Hükümet cenahında bile dile getiriliyor. Kürt hareketini uzun yıllardır izleyen bir gazeteci olarak, bu analizleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bunlar da manipülasyon! Bence PKK’nın HDP’yi baskıladığı söylemi bile bir dezenformasyon. Bakın yüzde 13 oy almış bir partinin seçimlere girmemesi düşünülemez. Böyle bir şey olmaz. Aksine oylarını artırabileceği bir ortam yaşıyor. Ama sanki HDP’nin kriminalize edilmesinde, “şeytanlaştırılmasında” bu söylem çok önemli rol oynuyor. Zaten Cumhurbaşkanı’nın ‘yerli ve milli vekil’ söyleminin kastettiği şeyin HDP milletvekilleri olduğu çok net. Bunu açıkça söyledi de zaten. Ayrıca, HDP’nin baraj altında kalmasını PKK niye istesin? PKK’nın lehine olan bir şey değil ki bu? Aksine HDP’nin büyümesi PKK’nın işine gelir. Ama eğer siz onu kriminalize etmek istiyorsanız tersini söylersiniz. Ne yazık ki Kılıçdaroğlu dahi bu talihsiz söylemde bulundu.

PYD KONUSUNDA TÜRKİYE’YE SINIR ÇİZİLİYOR

Ortadoğu’yu da izleyen bir gazeteci olarak, Suriye’de değişen dengelerin, PYD’nin etkisinin artmasının, Türkiye’nin Kürt sorununa, dolayısıyla çatışmaya nasıl yansımaları olacağını öngörüyorsunuz?
Emperyal sistemin baş aktörleri Türkiye gibi küçük ülkelere ancak çizdikleri belli bir alan içinde hareket serbestisi tanıyorlar. ABD Dışişleri açıklamalarında bunu çok kolay görebiliyoruz. Türkiye’nin PKK ile mücadelesini meşru olarak kabul ediyorlar. Dolayısıyla bir alan çiziyorlar: “Sen burada devam edebilirsin ama oraya kadar. Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölge oluşturmayı vs. aklından bile geçirme.”

Son dönemde Türkiye’ye, ‘PKK ile mücadelede dozu aşma’ uyarıları biraz daha arttı görünüyor, ne dersiniz?
Haklısınız, ama yine çizilen hareket sahası içinde kalmasını salık vermeye geliyor. Yani “çizmiş olduğum sahanın dışına çıkmamalısın” mesajları olarak değerlendirmek lazım.

Bu hafiften de olsa kulak çekmeler, PYD’ye Suriye’de ne kadar ihtiyaç duyulduğunun en üst ağızlardan dile getirildiği günlere de rastlıyor.  Türkiye’nin PKK’yi zayıflatacak operasyonları durdurmaya dönük bir yansıması olur mu bu sıklaşan uyarıların?
Bence kulak çekme diye tabir ettiğiniz uyarıların aslında PKK’yı zayıflatmaktan ziyade, Türkiye’nin istikrarsız bir ülke haline gelmesinden duyulan endişeyi yansıttığını düşünüyorum. Batı, Türkiye’nin istikrarsız bir ülke olmasını istemiyor. Çünkü, bugün Suriye bu vaziyetteyken, Türkiye’nin istikrarını kaybetmesi, orada o denklemi istedikleri gibi yönetme imkanını ortadan kaldırır. Siz PKK üzerine bu kadar şiddetli şekilde giderseniz, o da içeride faaliyetlerini artıracak, şiddet şiddeti doğuracak, milliyetçi tepkiler gelişecek, ülke yönetilemez bir hale gelecek. Batı esas bu kaygıyla hareket ediyor. Yoksa Kandil bombalamalarıyla Rojava’daki mücadeleye bence zarar veremezsiniz.

(Fotoğraf: Özcan YAMAN)

 

ÖNCEKİ HABER

Rus müdahalesi Suriye ve Ortadoğu’da dengeleri değiştiriyor

SONRAKİ HABER

Tomris İncer hayatını kaybetti: O sahneye, sahne de ona aşıktı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...