04 Ekim 2015 04:33

BM'de mülteci pazarlığı

Paylaş

Ercüment AKDENİZ

Buzan, Waever ve Wilde...
Bu üç isim güvenlik politikalarında “Kopenhag Ekolü”nün öncü isimleri olarak anılıyor. Onların 1990’lardan itibaren ortaya attığı tezler, klasik güvenlik anlayışına yeni boyutlar getirmişti. Güvenlik tehdidi denince artık sadece “egemenliği merkeze alan milli güvenlik”le yetinilmeyecek; “kimliği ve toplumun devamını merkeze alan toplumsal güvenlik” de (societal security) hesaba katılacaktı. Bu bakımdan en dikkat çekici tehdit göçlerdi! Tezin öncüleri, yarattıkları bu güvenlik anlayışının yanına “yeni güvenlik sektörleri”ni eklemeyi de unutmadılar.   
Aradan 25 yıl geçti...  Ve son mülteci akını Avrupa’yı fena halde sallamaya başlayınca AB, hemen Buzan, Waever ve Wilde’yi hatırladı. 14 Eylül’de yapılan AB zirvesini 30 Eylül’deki BM zirvesi takip etti. Bu zirvelerde amaçlanan esas şey göç dalgasına karşı emperyalist merkezlerin güvenliğini sağlamaktı. “İnsani” etiket ise koca bir palavraydı!     
Peki, Avrupa Birliği Zirvesi’nden ne çıktı? Göçü çevre ülkelere yığma ve yeni dalgaları olabildiğince kendi merkezinin uzağında tutma stratejisi! Liberalizmle seyreltilerek ya da ırkçı-faşizmle ucu sivriltilerek bu kararlar pekala uygulanabilirdi. Bunlar yeterli olmadığında ise “toplumsal güvenlik” için yeni sektörün devreye sokulması elzemdi. Ve ağzı açılan keseden Türkiye’nin payına (mültecileri kendi topraklarda tutmanın bedeli olarak) 1 Milyar euro düştü! Böylece (AB’nin diğer perifer ülkelerinde olduğu gibi) Türkiye, kapalı tuttuğu “arka kapıyı” gevşetmenin karşılığını birazcık da olsa almış oldu.

TÜRKİYE SIĞINMACILAR İÇİN NE KADAR HARCADI?

BM Genel sekreteri Ban Ki Moon, bütün ülkeleri “insani zirve” için New York’a çağırdığında, bu zirvenin aynı zamanda sıkı bir mülteci pazarlığına dönüşeceğini kim bilebilirdi?  
BM zirvesine, topraklarında en çok sığınmacıya sahip olan Türkiye adına Başbakan Ahmet Davutoğlu katıldı. Kürsüdeki konuşmasına oldukça dokunaklı başlayan Davutoğlu şöyle diyordu:  “...Uluslararası camia mültecileri rakam olarak görmekten vazgeçmelidir. Her sayı bir insandır...”
Fakat konuşmanın ilerleyen bölümlerinde “realite” onu yeniden rakamlara döndürecekti; “...8 milyar dolar para harcadık sadece 417 milyon doları uluslararası camiadan geldi”
Peki, Türkiye mültecilere gerçekten ne kadar harcadı? Erdoğan, Davutoğlu ve AKP’li Bakanların açıklamalarına bakınca insanının iyiden iyiye kafası karışıyor. İsterseniz bugünden geriye doğru haber küpürlerine şöyle bir bakalım;
* Cumhurbaşkanı Erdoğan 1 Ekim Meclis açılışında konuştu: “Bugüne kadar gelenler için 7,5 milyar dolar harcardık. Türkiye 2 yılı aşkın sürede 4 milyona yakın Suriyeli kardeşine sahip çıkarak bir insanlık dersi vermiştir” (1 Ekim 2015)
* Türkiye’de mülteciler için toplamda 7.6 milyar dolar harcandığını belirten Numan Kurtulmuş, bu paranın içerisinde uluslararası camianın katkısının 418 milyon dolar olduğunu dile getirdi. (18 Eylül 2015 / Suriye Koordinasyon Toplantısı)
* AKP Genel Başkan Yardımcısı Mevlüt Çavuşoğlu: “Biz 6 milyar dolara yakın harcama yaptık. Uluslararası camiadan gelen para 450 milyon dolar civarında” (15 Eylül 2015)
* Cumhurbaşkanı Erdoğan, 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü nedeniyle BM İyi Niyet Elçisi ünlü yıldız Angelina Jolie ve BM Mülteciler Yüksek Komiseri Antanio Guterres’ı kabul etti. Erdoğan Mardin’de şu açıklamayı yaptı; “Şu ana kadar bize dünya ülkelerinden gelen destek yaklaşık 370 milyon dolar civarında. Ancak yaptığımız harcama 6 milyar doları aşmış vaziyette” (20 Haziran 2015)
* Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, İstanbul Bağımsız Milletvekili Levent Tüzel’in yazılı soru önergesine verdiğini yanıtta, Türkiye'‘de barındırılan Suriye vatandaşlarına yönelik 2011 yılı ortasından itibaren Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı tarafından 2012 sonu itibariyle 533 milyon TL harcandığını bildirdi. (27 Ocak 2013)
Kısacası, rakamlar birbirini tutmuyor. Sadece 2015’te verilen rakamların bile ne kadar çelişkili olduğu ortada. Özellikle 2012 sonunda 533 milyon TL olarak verilen harcamanın nasıl olup da 2015’te 8 milyar doları bulduğu ise açıklık getirilmesi gereken bir konu. Kamplarda kalan 250 bin mülteci dışında, kentlere dağılmış Suriyelilerin önemli bir bölümünün gelen yardımların kendilerine verilmediğinden şikayet etmeleri de ayrı bir soru işareti. Sanırım bu konuda, Tüzel’in 2012’de yaptığı gibi, yine bir parlamenterin soru önergesi vermesi gerekecek.

‘G-HERKES’ DERMAN OLUR MU?

Mültecilerin Türkiye’ye ciddi bir maliyeti olduğu ve batıdan gelen desteğin bunun karşısında devede kulak kaldığı elbette bir gerçeklik. Fakat işin siyasi boyutundan bakınca durum biraz değişiyor. Zira sözü edilen bu maliyeti “Türkiye’nin Esad’ı devirme faturası” olarak algılayan BM üyesi ülkelerin sayısı hiç de az değil. Son BM Kurulu görüşmelerinde, “Suriye’de Esad’sız yürünmeyeceği”nin (en azından kısa vadede) anlaşılması üzerine; bu faturaya ortak bulmak Türkiye için iyiden iyiye zorlaşmış görünüyor.
Davutoğlu’nun BM’ye önerdiği; Suriye içinde mültecileri de içine alacak “güvenli bir bölge” oluşturma teklifi ise AB pragmatizmi dışta tutulursa ciddiye alınmış görünmüyor. Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı döneminden bugüne miras kalan tipik bir “stratejik derinlik” faturası belki de bu...  Nitekim, G-7 ve G-20 zirvelerinden sonra BM’den de eli boş dönen Davutoğlu, BM 70. Genel Kurulu’na dramatik bir çağrı yaptı; “Şimdi G-Herkes zirvesi yapmamız lazım”!
Bu dahiyane buluşa göre derhal “G-Herkes girişimi” başlatılacak, BM üyesi tüm ülkeler İstanbul’a çağrılacak ve artık kimse gözlerini mülteci krizine kapatamayacak!
Peki, “G-Herkes” derde derman olur mu?
Banki Moon “2016 İnsani Zirvesi Türkiye’de yapılacak” dedi demesine lakin hemen arkasından teamüllere aykırı olarak şöyle tuhaf bir cümle sarf etti: “Zirveye önemli katılımların sağlanabilmesi için yoğun çaba sarf etme sözü veriyoruz”
Öyle ya “G-Herkes”in içini doldurmak öyle kolay değil!

ÖNCEKİ HABER

Şapkayı önümüze koymanın zamanı

SONRAKİ HABER

Katalunya seçimlerinin gerçek kazananları

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...