27 Eylül 2015 05:43

Nuh Tufanı’ndan Antik Yunan’a ve Sümerlere... Örgütlenmemiş sığırların makus tarihi

Paylaş

Hakan GÜNGÖR

Şehrin dört bir yanında sığırlar dolaşıyor. Kurbanlık sığırlar. Tüm güçler, sığırlara karşı adeta kutsal bir sürgün avı için ittifak halindeler; Kasaplar, dindarlar ve belediye görevlileri…

Bayram sürecinde kasaplığa soyunmuşlarca bağır çağır kurban diye kovalanmayan hiçbir büyük ya da küçük baş var mı? Kavurma yiyenlere olduğu gibi, kestiği kurban ya da pişirdiği eti sosyal medyada paylaşanlara beğenilerle destek verenler yok mu? Bu gerçeklikten iki şey çıkıyor. Sığırlar, artık tüm kurban kesenlerce bir güç olarak kabul edilmiştir.

Kurbanlıkların, bakış açılarını, amaçlarını, eğilimlerini tüm dünya önünde açıkça ortaya koymalarının tam zamanıdır.

Kanlı kesim görüntüleri yalnızca günümüz koşulları içinde geçerli bir durum değil. Antik Yunan’dan, Sümerlerden, Hıristiyanlığın ve Museviliğin ilk yıllarından bu yana hep aynı senaryoyla karşılaştı sığırlar. On binlerce insanın kurban edildiği Aztekler tarihteki yerini aldı. Ancak sığırların başına gelenler binlerce yıldan fazla süredir gözlerin önünde sürüp gidiyor.

EY TENEDOS’UN TANRISI YAKTIM SUNAĞINDA BOĞALARI

Antik Yunan’da aklınıza gelebilecek hemen her şeyin bir tanrısı vardı. Rüzgarın, güneşin, şarabın, savaşın… Elbette bu tanrıları “hoş tutmaları” gerektiğine inanıyorlardı. Varlıklı insanlar, kendi güçlerini pekiştirmek adına bu tanrılar için kurban kesiyorlardı. Tabii kesilen kurbanın eti yakılıyor, yahut gömülüyordu. Zaman içinde kurbanın bir kısmının dağıtılması gelenek haline geldi.

Homeros’un İlyada destanında Fulya Koçak’ın çevirisiyle şunlar yazıyordu: “(…) Leto’nun oğlu Apollon’a tüm hararetiyle yalvarmaya başladı ve dedi ki: ‘Dinle beni ye gümüş yaylı, dinle beni ey Khryse’nin ve Killa’nın koruyucusu, ey Tenedos’un kuvvetli tanrısı Smintheus! Eğer ben zamanında tapınağını donattıysam ve eğer yaktıysam sunağında boğaların, keçilerin butlarını yerine getir benim ricamı: Ödesin Danaolar gözyaşlarımın bedelini oklarınla.” Yalnızca bu satırlarda bile kurbandaki al gülüm-ver gülüm yaklaşımını görmek mümkün. Rüşvetin belgesi olmayabiliyor nihayetinde ama kesilip yakılan butların külleri duruyor işte, isteği gerçekleşmeyen de hesabını soruveriyor nihayetinde.

TUFANDAN KURTULDULAR, YİNE KURBAN OLDULAR

Sümerler döneminde yaşayan sığırların akıbeti de çok farklı değildi. Muazzez İlmiye Çığ’ın “Uygarlığın Kökeni Sümerliler” kitabının ikinci cildinde belirtilene göre tanrı heykellerinin önüne günde birkaç kez yiyecek ve içecek konuluyordu. Bir hastalıktan ya da felaketten kurtulmak istendiğinde sıra zavallı sığırlara gelirdi. Hayvanlar “kusursuz” olmalıydı. Yarası, beresi ya da başka bir sorunu olmamalıydı. Kurbanın kesilmesi din görevlisi tarafından yapılıyordu. Kurbanın başı, insanın başı, boynu ve iç organları ile sağ kalçası insanın organları yerine tutularak tanrıya bırakılır, gerisi dağıtılırdı.

İnananlar için Nuh Tufanı da kurban meselesinde ciddi bir noktaya işaret ediyor. Nuh, tüm hayvanlardan ikişer tane gemisine almış ve böylelikle onları kurtarmıştı. Tevrat’a göre, “Sular en yüksek dağların üzerine kadar çıktı. Sular tüm canlı varlıkları yok etti. Yüz elli gün sonra sular çekilmeye başladı.” Nuh, tufanın ardından karısı, oğulları ve oğullarının eşleri ile gemiden çıkmıştı. Bedrettin Cömert, “Mitoloji ve İkonografi” kitabında, tufandan sonrasına dair Tevrat’tan şunları aktarıyor: “Tanrı’ya bir sunak yaptı Nuh. Bütün temiz hayvanlardan, bütün temiz kuşlardan alarak sunağın üzerinde yakıp Tanrı’ya kurban etti. Bu hoş kokuyu duyan Tanrı, bundan böyle yeryüzünü, insandan dolayı lanetlemeyeceğini söyledi.” Kurban edilenler arasında muhtemelen yine bir sığır vardı…

BAKARA SURESİNDEKİ KURBAN SEÇİM TARİFİ

Hıristiyanlıkta da sığırlar açısından durumun değişmediği ortada. Matta İncili’nde İsa’nın anlattığı “simgesel” bir öykünün girişi şöyle: “Göklerin hükümranlığı oğlu için düğün şöleni düzenleyen bir krala benzer. Kral çağrılıları düğün şölenine toplamak için uşaklarını gönderdi. Ama onlar gelmek istemedi. Yeniden başka uşaklar gönderdi. ‘Çağrılılara bildirin’ dedi. ‘Bakın yemeği hazırladım. Sığırlarla özel olarak beslediğim danalar boğazlandı. Her şey sizi bekliyor; buyurun düğün şölenine.”

İslamiyet’te de sığırların kaderi değişmedi. Kuran’daki Bakara suresinde (Bakara, sığır anlamına gelen bakar kelimesinden geliyor) sığırlara dair şu ifadeler yer alıyor: “’Rabbim onun ne çifte koşulup toprak süren, ne de ekin sulayan, salınık hiç alacası olmayan bir sığır olduğunu buyurmaktadırlar’ dedi. ‘İşte, şimdi tam tarifi yaptın’ dediler. Bunun üzerine o sığırı boğazladılar, az kaldı yapamayacaklardı.” (Oğlunu kurban edecekken gökten indiği söylenen koçu kesen peygamber meselesi de dahil olmak üzere küçükbaşların ezilmişliğinin tarihi başka bir yazının konusu.)

Yüzyıllar geçiyor, çağlar açılıp kapanıyordu ancak sığırların makus talihi değişmiyordu. Çok tanrılı olanlardan tek tanrılı dinlere dek hemen hepsindeki inanışlara göre belalardan uzak durmak ve günahlardan arınmak için kurban kesmek gerekiyordu. Sığırlar örgütlü bir mücadeleye girişmeden, bu makus kaderin üstesinden gelemeyecekleri ortada. Bütün ülkelerin sığırları birleşmeli. Hem kaybedecekleri yularlarından başka neleri var ki?

ÖNCEKİ HABER

Mülteci işçilerle birlik bir rüya mı?

SONRAKİ HABER

Bomba değil kahkaha atılsın!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...