14 Eylül 2015 01:01

Cihaner: Etkin çözüm için her türlü riskin alınması lazım

Paylaş

Serpil İLGÜN

Çocuk, genç, kadın, yaşlı, gerilla, asker, polis… Savaş sadece bir haftada 60’a yakın ölüme, onlarca linç eylemine, HDP parti binalarının, ev ve işyerlerinin, gazetelerin basılıp, yakıldığı sayısız ırkçı, milliyetçi kalkışmaya yol verdi.
“Savaş bir an önce durdurulmalı!” Geçtiğimiz haftanın bu haftaya devrettiği bu çağrı karşılığını bulmuş değil!
“Akan kanın bir an önce durdurulması” talebinin hayata geçmesinde rol oynaması gerekenlerin ilk sıralarında CHP yer alıyor. Bununla birlikte özellikle tezkereye evet kararı, CHP’ye eleştirilerin dozunu arttırdı. “AKP’nin savaş politikasına destek olmak”tan, “seçim öncesi geleneksel tabanı karşısına almak istemiyor”a uzanan eleştirileri, CHP İstanbul Milletvekili İlhan Cihaner’le konuştuk.
Tezkereye onay vermeyen CHP’li 20 milletvekilinden biri olan Cihaner’e, partisine yönelik eleştirilerin yanı sıra Cizre’de yaşananlardan AKP içinde kriz haberlerine öne çıkan diğer gündemlere ilişkin sorular da yönelttik.


Geçtiğimiz hafta, tam da 6-7 Eylül’ün yıldönümünde “iç savaşa doğru gidiş” olarak yorumlanan milliyetçi/ırkçı eylemleri nasıl değerlendirdiğinizle başlayalım…
AKP, iktidarı kaybettiğinde başına geleceklerden korktuğu için bunlar yaşanıyor. Türkiye gibi Maraşları, Sivasları, 6-7 Eylülleri yaşamış bir toplumun fay hatlarının AKP iktidarında epeyce köpürtülerek, nefret söylemi artırılarak daha kırılgan hale getirildiğini biliyoruz. Ama son tahlilde Türkiye’de yaşayan hiçbir insanın bir alt üst oluşu, karmaşa ve kaosu bilinçli olarak isteyeceğini zannetmiyorum. Ben AKP elitleri dışında, ortalama AKP’li yurttaşın da bu gidişattan çok memnun olduğunu zannetmiyorum. Bu da bize, Türkiye’nin barış içinde, özgür, eşit, adil mücadele veren herkese, nereye yönelmemiz gerektiğini gösteriyor. O da bence ortalama AKP’li yurttaşa ulaşmak. Yani ortalama AKP’li yurttaşla AKP elitleri arasında kurulan ilişkiyi parçalayamazsak, çözemezsek, orada bir rasyonalite sorgulaması başlatamazsak, Osmanlı Ocakları gibi paramiliter yapıların iyice çıldıracağı, onun karşısında da başka bir şiddetin kuşkusuz örgütleneceği bir felakete gideceğimiz çok açık.

AKP  ve Osmanlı Ocakları, aralarında bir bağ olduğu, Osmanlı Ocakları’nın Erdoğan’ın talimatıyla kurulduğu yönündeki iddiaları reddetti. Benzer bir durum AKP ve MHP/Ülkü Ocakları arasında da yaşandı. Ülkü Ocakları’ndan, ‘HDP parti binalarını, işyerlerini basan biz değildik, AKP’li çakma kurtlardı’ şeklinde açıklamalar geldi. Bu karşılıklı suçlama-üstlenmeme hali ne anlama geliyor?  
Bir kere AKP gibi faşizanlaşan, anti demokratikleşen her rejimin bir paramiliter güce ihtiyacı var. Sokağa çıkan yapıların, Ülkü Ocakları’nın, MHP’nin vs “Biz yapmadık” diye reddediyor olmasında şunu görüyoruz; demek ki yaşanan olaylardaki ahlaki düşüklüğün, hukuki yanlışın, bir gün sonra da olsa farkına varmışlar. Nitekim salı gününe nazaran tepkiler biraz düştü gibi görülüyor. Ama işte toplumsal olaylar o kadar kolay baş edilebilir şeyler olmuyor. Bir kıvılcım ya da örgütlü birkaç provokasyon eylemi tüm toplumu alt üst edebilecek bir karmaşaya yol açabiliyor.

Dolayısıyla linçlerin, yakıp yıkmaların örgütlü olduğu tezine katılıyorsunuz?
Tabii. Türkiye’de devletin toplumsal hayata ne kadar çok nüfuz ettiği gerçeğini göz önünde bulundurduğunuzda, devletin yol vermediği hiçbir şey olmaz bu ülkede. Yani Beypazarı Kaymakamı’nın çıkıp “Bu duygusal bir tepkidir” demesi ve bu olaylarla ilgili etkin bir hukuki soruşturmanın hala başlamamış olması, şu andaki devlet yapısının, iktidarın, bu işlere en azından yol verdiğini bize gösteriyor. Yani Tayyip Erdoğan’a hakaret tweeti yüzünden -ki hakaret de içermediği halde- insanlar hemen ertesi gün evlerinden alınıyor, ama milyonların gözü önünde gerçekleşen birtakım linç eylemlerinin, yakıp yıkmaların üzerine etkin bir şekilde gidilmiyorsa... Ki bu eylemlerden önceden haberdar olunmaması mümkün değil, çünkü biliyoruz ki MİT, emniyet vs bu konuda birimler var, her şey takip ediliyor. Dolayısıyla yol vermenin ötesinde ben bazı şeylerin özellikle kışkırtıldığı şüphesini taşıyorum.

AKP’nin, oylarını konsolide etmek, toplumu ‘Ben olmazsam kaos olur’ fikrine kazanmak için kontrollü gerilim stratejisi yürüttüğüne ilişkin bir tez de var, malumunuz. Siz yaşananların kontrol edilebilir olduğunu düşünüyor musunuz?
Ben öyle düşünmüyorum. Bu tarz olayların kontrol edilemeyeceğini devlet de biliyordur. AKP’nin, sandıkta kaybettiğini savaş yoluyla elde etmeyi bir yöntem olarak belirlediğini düşünüyorum. Türkiye o kadar kırılgan bir ülke hale geldi ki, bence herkesin, “Acaba mesele sadece Türkiye’nin iç dinamiklerine bağlanabilir mi?” diye zaman zaman sorgulaması gerekir bu olanı biteni.

Açar mısınız?
Şöyle, emperyalizmin Ortadoğu’da bir planı olduğu çok açık. Hatta Türkiye ile ekonomik çıkarları olan, Türkiye ile politik gerilimleri olan ülkelerin Türkiye’nin iç işlerine karıştığı, başka ülkelerin doğal olarak -dünyadaki politik gerçeklik bu- Türkiye içinde bu tarz faaliyetlerde bulunma ihtimalini de göz önünde bulundurmak lazım. Bu da o kadar kolay ki Türkiye’de. Sınır güvenliği yok, tüm kadrolar niteliksiz, bilimselliğin, liyakatın geri plana bırakıldığı kadrolarla yönetiliyoruz. Duayen bir hukukçuya “Ne düşünüyorsunuz?” diye sordum, “Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete” dedi. Böyle özetledi. Gerçekten o durumdayız.

Kıyamete gitme halinin önüne geçme, ölümleri durdurma konusunda gözler CHP’ye de çevriliyor ve pasif tutum aldığı, atabileceği adımları atmaktan geri durduğu yönünde eleştiriler geliyor. Bu eleştirilerin savaş tezkeresine evet kararı, Vatan Partisi ile görüşme, parti açıklamalarına terör/terörist dilinin yeniden hakim olması gibi dayanakları var. Önce genel olarak eleştirileri nasıl karşıladığınızı soralım?
Bize bazen çok vicdansızca eleştiriler oluyor. Mesela HDP, AKP’ye bakan verdi. Bu hükümet aslında seçim hükümeti değil. Erdoğan, Anayasaya aykırı bir şekilde, üstelik hükümet kuramamış, beceriksiz bir adama görev verdi. O da AKP’li bürokratları istifa ettirip, bağımsız kadro diye bakan olarak atadı. HDP’li bakanları bile kendisi seçti. Böyle bir durum varken, CHP öyle bir eleştiriliyor ki, insaf! Biz, “AKP’nin hedefi gerçek bir barış değil, amaçları seçimlere daha avantajlı bir ortamda gitmek” dediğimizde, bizi “Vay, işte çözüme karşı çıkıyorsunuz” diye eleştiriyorlardı. Ki tarih, CHP’nin “Sorun Mecliste çözülür” gibi tezlerini de haklı çıkarmıştır.
Şu an ilk yapılması gereken şey, şiddeti geniş kesimler nezdinde meşrulaştıran çatışma ortamından vazgeçilmesidir. AKP’nin saldırganlığına, çözüm sürecini sonlandırmış olmasına, anti demokratik tüm yaklaşımlarına rağmen çatışmasızlığın, derhal yeniden hayata geçirilmesi lazım. Burada da en büyük görev Kürt hareketine düşüyor. Derhal buna son verdirirse, turnosol kağıdı gibi gerçek yüzler ortaya çıkacaktır ve siyaset konuşmaya başlanacaktır. HDP gibi Kürt hareketinin silahlı yanıyla sağlıklı bir diyalog oluşturabilecek bir yapı varken, bunun berhava edilmemesi lazım. Çatışmasızlık Kürt sorununun kalıcı çözümü için önemli bir fırsattı, ama maalesef hem AKP, hem Kürt hareketi karşılıklı hatalar ve öngörüsüzlükle bunu berhava ettiler.


ÇAĞRILDIĞI POZİSYONLARI ALSAYDI ŞİMDİ CHP DE YOKTU ORTADA

Çatışmaların durması için Barış Bloku, sanatçılar, aydınlar, akademisyenler hemen her gün çağrı yapıyor; ancak iktidar çağrıları kaale almak bir yana, çağrıcıları düşmanlaştırıyor. CHP’nin en çok eleştirildiği başlık da, toplumdaki barış talebini arkasına alarak çatışmaların sona ermesi için etkili bir pozisyon almaması. Ne dersiniz?
Öncelikle barış talebi konusundaki tespite ilişkin bir şeyler söylemek istiyorum. Doğrudur, barışı dillendiren yabana atılmayacak bir kesim var ama eylemleri kendi içinde olup bitiyor. Barış talebinin nüfuz etmesi gereken, asıl muhatabı olacak kitleyle -buna AKP’ye oy veren seçmen diyebiliriz, muhafazakar sağ seçmen diyebiliriz- arasında yüksek duvarlar var. Bizim bir kere o duvarları indirmemiz lazım. CHP belki de o mesafeyi azaltabilecek en kritik öneme sahip. Ama maalesef bugüne kadar özellikle Kürt hareketinin çözüm için tek muhatap olarak devleti, özelde de AKP’yi almasıyla, o alana CHP’nin nüfuz etmesine ne iktidar, ne de Kürt hareketi izin verdi. Bu birikmiş bir sorun yarattı. Son zamanlarda bunu aştık ama bundan 7-8 yıl öncesine kadar bizim Diyarbakır’da rahat hareket etme olanağımız yoktu.

Ama buna engel olan, Kürt hareketi ya da iktidarın izin verip vermemesinden öte, CHP’nin gerek Kürt sorununu tarif gerekse ana dil vs konularındaki tutumu, kimi ulusalcı milletvekillerinin söylemleri değil miydi?
Hayır. Falanca milletvekilinin şöyle, falancanın böyle demesinden daha derin bir sorun olduğunu düşünüyorum. Bu açıdan karşı tarafta çok daha vahim şeyler var. Yani hiçbir CHP’li herhalde Burhan Kuzu gibi “Ölen teröristlere bakın hepsi sünnetsizdir” diyecek kadar pespayeleşmedi. Ya da “Bunlar Zerdüş’tür,  bunların dağda ne yaptığını biliyoruz” diyecek kadar… Ama mesela bu söylemler AKP’yi muhatap alınmasından alıkoymadı. Öte yandan CHP’nin bazı tezlerinin, uyarılarının doğru çıktığını görüyoruz. Düşünüyorum da, CHP daha önce çağrıldığı pozisyonları almış olsaydı şimdi CHP de yoktu ortada, tam bir fiyaskoya dönmüştü.

‘Yoktu’ derken...
AKP, toplumu bu gidişatın doğru olduğuna inandırmıştı değil mi? İşte akil insanlar, Dolmabahçe mutabakatı, toplumsal barışla ilgili çıkarılan yasa… Bunlarla sorunu çözeceğini söylüyordu. Bunun propagandasını yapmış olsaydık, bu siyasi, entelektüel çöküşün altında biz de kalacaktık. Ve bizim tabanımızın politik kaygıları, bizdeki sarsıntının daha fazla olmasına yol açacaktı. “Tarih belli tezlerimizi haklı çıkardı” derken kast ettiğim bu. Ama şimdi bir fırsat var, şimdi CHP bu çözümün en elverişli şekilde hayata geçirilmesi için bence çok daha kritik bir önemde şu anda. O politikasızlık, tavırsızlık olarak algılanan -benim de zaman zaman birçok noktada eleştirdiğim- politikalar, aslında bence CHP’nin şu anda daha az yıpranmış bir politik hareket olarak durmasına yol açıyor.

Altını çizdiğiniz yıpranmamışlık, ölümlerin durması için tutum almasında avantaj sağlamıyor mu?
İşte onu diyorum, şu an çok kritik. Hele de Suriye, Irak, Ukrayna örnekleri ortadayken... Böyle bir tabloya dönüşmemesi için ne gerekiyorsa yapılması, etkin çözüm için her türlü riskin alınması lazım.

Neden alınmıyor?
İç içe geçmiş çok fazla şey olduğunu düşünüyorum. Parti içi tartışmaları çok yapmak istemiyorum ama bu örgütlü yapıların, hele hele büyük örgütlü yapıların çoğunda olabilecek bir şey. Siyasetin çok hızlı dönüştüğü, neredeyse aydan aya alt üst olduğu ülkelerdeki büyük örgütlü yapılarda, bütün piramit her zaman bütünlük arz etmeyebilir. Ama bu o parti içi bir şeydir. Tersinden de okumak lazım. Yani Soma’dan Suruç katliamına, CHP’li pek çok milletvekili arkadaşımızın çalışmaları, aldıkları tutumlara bakmak lazım. Bu eylemlere katkı verildi diye, o eylemlere katkı veren milletvekillerimiz parti içinde dışlanıyor mu, dışlanmıyor mu? Daha çok oradan bakmak gerekir.

Bu noktada tezkereye ‘evet’ oyu vermeyi, yine Kılıçdaroğlu’nun, Erdoğan’a ‘Eğer terörü bitireceksen o 400 vekili ben tamamlayacağım’ sözlerini nereye yerleştirmeli?
Sayın Genel Başkan’ın bu sözünü, daha önce söylediği “Bu işi çözecekseniz, buyurun size açık çek, kredi veriyoruz” sözlerinin devamı gibi okumak gerek. “Kanın durmasıyla 400 vekil arasında bağ kuruyorsan, onu biz de tamamlarız,  yeter ki akan kan dursun” diyor. Yani iyi niyetli, çözüm için risk alınabilir açıklaması olarak okumak lazım.
Tezkereye evet kararına gelince, bununla ilgili grup kararı alınmadı partimizde. “Evet” kadar, “Hayır”ı da düşünen, meşrulaştıran partililerimiz vardı. Ben oylamaya katılmadım, ama Mecliste olup oy vermeyen birçok arkadaşımız oldu. Evet kararına, tezkere içine IŞİD’in de dahil edilmiş olması, politik takvimde AKP medyası tarafından bunun kötüye kullanılma vs gibi kaygılar etkili oldu. Nihayetinde CHP’nin bu konulardaki ilkeleri belli, bunlardan geri adım atmış da değil. Konjonktürel ve taktik bir hamle olarak görüyorum.


İKTİDAR OLANAKLARI ELLERİNDEYKEN AKP’DE ÇÖZÜLME OLMAZ

‘AKP içinde yarılma, kriz’ haberleri, AKP kongresi öncesinde yine gündeme geldi. Arınç’ın “Biz’dik, ben olduk” sözlerinin de krizi doğruladığı söylendi. Sizin gözleminiz nedir? AKP kongresi nasıl bir fotoğraf sundu?
AKP Türkiye’de en güçlü parti gibi görünüyor ama ben tam tersi, siyasi hareketi bir arada tutan bağlar açısından en zayıf oluşum olduğunu düşünüyorum. Yağma, rant üzerine kurulu bir çete olarak görüyorum. AKP’yi bir arada tutan tek şey iktidar, iktidarın nimetleri. Tayyip Erdoğan’ın otoritesi ve iktidar olmanın nimetleriyle bu kavgaların, huzursuzluğun üzerinin bastırıldığını düşünüyorum. Bu ortadan kalktığı anda, geçmişteki birçok benzeri yapı gibi AKP’nin de çözüleceğini düşünüyorum. Ama iktidar olanakları ellerindeyken bunun olma ihtimali zayıf.

PAMUKOĞLU’NA ADAYLIK TEKLİFİ SÖZ KONUSU DEĞİL

Vatan Partisi ile görüşmenin yankıları sürerken, Hak ve Eşitlik Partisi eski Genel Başkanı emekli general Orhan Pamukoğlu’na adaylık teklif edildiği gündeme geldi. ‘CHP yeni Ekmeleddinler mi arıyor?’ şeklinde yorumlanan bu gelişmeler, CHP milliyetçi yöne kayıyor eleştirilerini güçlendirmiş olmuyor mu? 
Orhan Pamukoğlu’na adaylık teklifi söz konusu değil. CHP, 7 Haziran sürecinde asıl kritik tekliflerini sosyalist sola yapmıştı. Genel Başkanımız Vatan Partisi’nden bir hafta önce de HDP ile görüşmüştü. Türkiye’nin şu koşullarında kim randevu istiyorsa, CHP Genel Başkanı görüşür. Bundan illa bir koalisyon, adaylık vs. çıkarmak doğru değil. Nitekim Genel Başkan, “Koalisyon yok” dedi. Şu olursa, Vatan Partisi’nin son zamanlarda özellikle Kürt sorununun çözümünde daha çok güvenlikçi, askeri yöntemleri ön plana çıkaran çizgisiyle aynı dil kullanılmaya başlanırsa, görüşmeye bir olumsuzluk atfedilebilir ama bu söz konusu değil. 

1 Kasım için sol-sosyalist isimlere teklifler söz konusu mu?
Genel Başkan’a tek seçici olarak yetki verildi parti meclisi tarafından. Genel Başkan da ağırlıklı olarak aynı listelerle gireceğini açıkladı. Geçmiş tercihler de ortada, bilemiyorum, bekleyebiliriz. 

ÖZERKLİK İLANLARI GERÇEKÇİ DEĞİL

CHP, HDP ile yan yana gelirse memleketin bu kanlı, karanlık günlerini daha kolay aşabileceğine dair yorumlar, hatta talepler var. Bu beklenebilir mi? 
Tabanı, programı, hedef kitlesi bazı yerlerde ayrışan, bazı yerlerde örtüşen başka bir partiyiz. Dolayısıyla başka kaygılarımız da var bizim. Onun için böyle keskin pozisyonlar almasını ve ondan da sahiden Türkiye’nin barışı, birlikteliği için sinerji çıkmasını beklemek her zaman gerçekçi değil. Hele hele şiddet devam ediyorken ne kadar gerçekçi, çok emin değilim. Onun için bir kere çatışmasızlık ortamının sağlanması lazım diyorum. 

Mesela özerklik ilanı... Özerklik ilanının, üç belediye başkanının çıkıp “Biz burada özerklik ilan ettik” demesinin gerçekçi olmadığını biliyoruz. Bugünün Türkiyesindeki siyasi iklim bakımından HDP’ye bile siyasi fayda sağlamayacağını öngörüyor olmamız lazım. Yani Kandil, HDP, Öcalan arasındaki gerilimin çözülemediği bir yerde, CHP’nin orada bir pozisyon almasını beklemek çok gerçekçi midir, emin değilim.  

Malumunuz Erdoğan diyaloğa kapıyı kapattı ve ‘Silah bırakana kadar bundan geri dönüş yok’ dedi. PKK de ‘Operasyonlar durmadan bir daha tek taraflı ateşkes yapmayacağım’ diyor. Öte yandan çatışmalar sürerken seçim nasıl yapılacak sorusu sorulmakta. Nasıl öngörüyorsunuz?  
Ben Erdoğan’ın da, PKK’nin de bu tarz açıklamalarının geri dönülmez şeyler olduğunu düşünmüyorum. Erdoğan altı ay önce de “Milliyetçiliği ayaklar altına aldım, baldıran zehiri içerim, bu yolda kefen giydim” falan gibi başka şeyler söyledi. Kürt hareketi de başka şeyler söyledi. Onun için politikayı yeniden şekillendirici hamleler, karşı tarafa da yeni pozisyon alma imkanı verecektir. Yani siz bir açıklama yapıp, çatışmaları durduruyorum dediğiniz anda, askeri güvenlik bölgeleri, bombalamalar ya da keskin nişancılarla insanlara ateş etmek bu kadar kolay meşrulaştırılamayacaktır. 

ERDOĞAN’I AZ ÇOK TANIYORSAK, SEÇİM GÜVENLİĞİ AÇISINDAN KAYGILANMAMIZ LAZIM

Seçim güvenliği konusunda iktidar taşımalı sistem, sandıklara kamera gibi öneriler dillendiriyor ama bu önlemler ‘Kimin güvenliği için alınıyor?’, ‘Kime yarayacak?’ gibi soruları üretiyor. Yanıtlar ağırlıkla AKP’ye yarayacağı şeklinde. Ne dersiniz? 
Tabi bu sorulara net yanıt vermek için bilgiye ihtiyaç var. Ama Kürt seçmen cephesinde Haziran seçimine göre çok daha fazla kopuş yaşandığını düşünüyorum. Bunun aleyhe yansımaması için taşımalı seçim gibi bir cinlik, ya da istediğini götürüp, istemediğini götürmeme gibi şeyler yapabilir. 

Seçimin yapılmaması ya da ertelenmesi tartışmaları için ne düşünüyorsunuz, sizce de bu ihtimal giderek güçleniyor mu?
Bizim mevzuatımıza göre seçim sadece savaş halinde geriye bırakılabiliyor. Onun dışında Anayasa değişikliği ile bu hüküm bozulabilir. Ya da idari kararla seçim güvenliğinin olmadığı  koşullar gerekçesiyle bugüne kadar karşılaşmadığımız YSK kararı ile bu yapılabilir. Yasada yok ama YSK deyince ne yapacaksınız? HDP’den de “Bu koşullarda nasıl seçim olacak?” soruları geldi. MHP zaten sıkıyönetim olsun diyor. HDP binalarının yakıldığı yerde HDP nasıl propaganda yapacak? Sıkıyönetim varken nasıl yapılacak? Bunun bir an önce çözülmesi lazım. 

Bu noktada Erdoğan’ın seçim güvenliği konusunda konuşurken, “7 Haziran’da yaşananlar 1 Kasım’da yaşanmayacak” sözlerini hatırlatalım. Sizce ne demek istedi?
Muhtemeldir ki 1 Kasım’da - HDP’ye tehditle oy alındığı propagandasına dayanarak- seçmen taşıma gibi formüleri meşrulaştıracaklar. Erdoğan’ı az çok tanıyorsak, seçim güvenliği açısından çok büyük bir risk var demektir, hepimizin kaygılanması lazım!

ÖZEL GÜVENLİK BÖLGELERİNDE YAŞANANLAR, SIKIYÖNETİM VE OHAL DÖNEMİYLE YARIŞIYOR

Cizre’de 8. gün sonunda sıkıyönetim kaldırıldı. Aralarında çocukların da olduğu çok sayıda ölü ve yaralı var. Bu röportaj yayınlandığında ölü sayısının artmamış olmasını diliyoruz. Cizre’de yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?
En çok üzerinde durulması gereken insani boyutu. Yaralıların hastaneye götürülmesinin engellendiği, cenazelerin buzdolabına konulduğu birçok şey yaşandı. Dolayısıyla oradan duygusal bir kopuş olmasından, çatışma ortamını daha derinleştirecek bir sonucun çıkmasından çok kaygı duyuyorum. Özellikle İçişleri Bakanı’nın “Hepsinin başını ezeceğiz” diyecek kadar hukuktan, adaletten bihaber yaptığı açıklamadan ürktüm doğrusu. Devleti çetelerden, mücadele ettiği iddia ettiği illegal örgütlerden ayıran yegane özellik hukuka uymasıdır. Yoksa devlet de şiddet uygular, devletin şiddetini “meşru” gösteren şey hukuka uygun yapmasıdır. Siz eğer orada iddia edildiği gibi keskin nişancılarla sokağa çıkanları vuruyorsanız, mücadele ettiğinizi iddia ettiğiniz yapıdan çok daha tehlikeli bir çete olmuşsunuz demektir. Onun için şiddet ortamının sona erdirilmesine ihtiyaç var. Orda da birincil görev iktidara düşüyor. 

Cizre’de izlenen ve ‘süpürme harekatı’ denen yöntemin 20 ilçede daha devreye konulacağı bildiriliyor. Ek olarak valilere, tugaylardan yardım alabilecekleri yönünde bir genelge gönderildi…
Bu uygulamalar, AKP’nin bugüne kadar geniş kesimleri kendisine oy vermeye ikna etmekte kullandığı argümanların ve politik hatların, aynı zamanda kendisine destek olanlarla, “yetmez ama evetçi”ler, liberallerlerle birlikte bir kez daha çöktüğünün çok net bir göstergesi. “Valiler tugaylardan askeri yardım alabilir” ne demek? EMASYA protokolü tartışmalarını hatırlayın. AKP’nin “kaldırdık” diyerek, en çok sömürdüğü alanlardan bir tanesiydi, şimdi bunu çok daha hukuksuz bir biçimde hayata geçiriyorsun. Veya sokağa çıkma yasağı. Şu anda Türkiye’nin belki de OHAL’i kaldırdık diye övündükleri dönemden çok daha fazla bölgesinde güvenlik bölgeleri ilan edilmiş durumda. O özel güvenlik bölgelerinin birçok sonucu sıkıyönetimle, olağanüstü halle yarışıyor durumda ve çok daha sorunlu. 

BARIŞ MÜCADELESİ KAPSAYICI OLMALI

CHP kurum olarak çekildi ama kuruluşundan bu yana Barış Bloku’nda yer alan milletvekillerinden birisiniz. Bloğun daha da etkinleştirilmesinin yolları aranırken, Haziran Hareketi’nin de içinde olduğu bazı yapılar çekildi. Bu, barış mücadelesini güçsüzleştiren, dağıtan bir karar olarak değerlendirildi. Siz ne dersiniz?
Bu şiddet ortamında barış sesinin yükseltilmesi çok mümkün görünmüyor. Bir kere tutarlılık sorunuyla karşı karşıya kalıyoruz. Bileşenlerden Kürt hareketine mensup olanlarla, toplumun asıl destek verirse işlevsel hale geleceği kesimleri arasında şiddet ortamında bir bağ kurmak mümkün olmuyor. Bu tarz blok, cephe, hareket gibi yapıların, kendilerine destek verenlerin matematik toplamından daha büyük bir sinerjiye ulaşması durumunda avantajı olur. Herhangi bir siyasi partinin, bileşenlerden herhangi birisinin de etkisine girmemiş, daha kapsayıcı bir yapıya ihtiyaç var. Bahsettiğim başlıklar noktasında Barış Bloku’nda belli risk alanları var. Ama asıl sorun, şiddet ortamı. Şiddet ortamı olmasaydı bu pencereye daha etkin yapılar dahil olabilirdi. 

Ama bu tür kopmalar/ayrışmalar, sözün etkisini, gücünü azaltmıyor mu? 
Tabi. Özellikle sol harekete ilişkin bu tür ayrışmalara bir felsefeci, “küçük farklar fetişizmi” diyor. Bakıyorsunuz bir siyasi hareket 40 parçaya bölünüyor ve belki beş yıl sonra eskiden yayınlanmış yazılar olmasa, dönüp biz ne yapmışız diyeceğiz. Şu anda belki bir on yıl sonra harabe haline gelmiş bir ülke riskiyle karşı karşıyayken bile bu küçük farklar fetişizmi süreci tıkıyor. 

(Fotoğraf:  Erdost YILDIRIM)

ÖNCEKİ HABER

Suriye’de Rus atağı ve krizde yeni aşama

SONRAKİ HABER

Cizre'de sokağa çıkma yasağı 12 saat sürdü

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa